Hedef: Yeni Türk Medeniyetini kurmak
Yeni Türk medeniyeti, Türk milliyetçilerinin yeni ülküsü olmalıdır. Eski ülkü Turan, tarafımızdan korunmaya devam edilmeli, fakat hayata geçirilmesinin başka gruplarca yapılmasına izin verilmeli ve yardım edilmelidir.
Neden yeni bir hedefe ihtiyaç var?
Gelişmiş milletleri, tamirci (gelişmekte olan) toplumlardan ayıran en temel özellik, onların teori kurma, âlet ve yöntem icat etme ve kullandığı fikirler veya araçlar, günlük uygulama ile uyuşmadığı zaman veya ihtiyaca cevap vermez hâle geldiğinde, yeni fikir ve âletler geliştirme yeteneğine sahip olmalarıdır. Bu özellik, onları diğer milletlere önder kılar ve onlardan öne geçirir. Millete yön veren fikrî gruplar da, yeni fikir ve yöntem üretme, onların geçerliliği ve yeterliliği değişmişse, yerlerine yeni ve yeterli olanlarını ortaya koyma yetenekleri ve fikirlerini icra etme iradeleri ile lider olurlar. İcraatları ile insanların yollarını açar, ülküleriyle insanlara uğrunda çalışacakları ve gerekirse ölecekleri hedefler koyarlar. Ülküler gerçekleşme aşamasına geldiğinde daha ileri ülküler geliştirirler. Yeni şartlar, ülkülerin değişmesini gerektirdiğinde yeni hedefler ve ülküler koyarlar. Koyamadıklarında liderliği kaybeder ve başka gruplara tabi olurlar. Turan fikri de artık gerçekleşebilir yakın ülkü hâline gelmiş ve gerçekleşme şartlarında da değişiklikler olmuştur. Onun gerçekleşebilirliğini başka fikrî gruplar da görmekte ve kabul etmektedir. Türk milliyetçileri de artık rasyonel hâle gelen ve şartları da önemli ölçüde değişmiş olan Turan’ın icrasına gözlem ve yönlendiricilik yapıp işi diğer grup ve kurumlara bırakırken Türk milletine yeni ülküler sunmalıdırlar.
Türk Ocakları ile kurumlaşan Türk milliyetçiliği, Türklerle ilgili tariflerinde şunların sınırlarını çizme ihtiyacı duymuştu: Türk nedir, millet nedir, vatan nedir, Türklerin vatanı nedir? gibi… Türk nedir sorusunun cevabını tarihçiler ve Türkologlar vermişlerdi. Sonraki dönemlerde de Türk kavramına bazı ufak tefek ekler yapıldı. Fakat millet tarifi konusunda o dönemde tartışmalar vardı. Çünkü milleti tarif eden batı sosyolojisinde çeşitli okullar vardı. Her sosyolog, kendi milletini en az sıkıntıya sokacak unsurlara öncelik vererek bir millet tarifi yapıyordu. Türk Ocakları, ırk, dil, din, kültür, vatan, vatandaşlık gibi milleti meydana getiren unsurların bir öncelik sıralamasını yapmak zorunda idi. Bu sıralama, Türk milletini meydana getiren fertleri azamî derecede kucaklayacak tarzda yapılmalıydı.
Mehmet Emin Yurdakul ve Ömer Seyfettin gibi yazarlar, sade Türkçe bayrağını açarak dile birinci sırayı vermişlerdi. Irka ve dine birinci sırayı veren kişiler de vardı. Ziya Gökalp kültüre 1 numarayı, dile 2 numarayı, ortak tarihe 3 numarayı ve dine 4 numarayı verdi ve diğer faktörleri daha sonraki sıralara koydu. Bu sıralama sonraki liderlerce de vurguları farklı da olsa günümüze kadar devam etti geldi. Vatan tarifinde ise iki çizgi vardı. Birincisi gönlümüzdeki vatan, ikincisi fizikî vatan. Bu dönemde fizikî vatanın sınırları hızla küçülüyordu ve tamamen kaybedilme ihtimali bulunuyordu. Gönlümüzdeki vatan, Turan olarak seçildi. Bu, bütün Türk topluluklarının vatan edindikleri yerlerin toplamını ifade ediyordu. Fizikî vatanın kurtarılmasının yapıldığı yıllarda Turan da bir ülkü olarak yerini aldı. Turan, mücadeleyi yürütenlerin bir kısmının mücadele ateşini yaktı, bazı kişiler ise onu unutulmaması gereken bir hedef olarak kabul etti. Turan fikrinin ülkü olarak kabul edildiği dönemde milletin birliğini sağlamak için tek bayrak altında yaşamak gerekiyordu. Bugün daha gevşek organizasyonlar ile de birliğin temel taşlarını sağlamak mümkündür.
Cumhuriyet döneminde Türkiye dışındaki Türklerin çoğu esir ve demirperde arkasındaydı. Türkiye’deki bir çok insan grubu, oradaki Türklerin milliyetlerini ve dinlerini koruyabildikleri konusunda şüphedeydi. Onlara göre Turan, ulaşmanın zorluğu sebebiyle “hayâlperest” ve kuzey komşuyu kızdırma tehlikesi sebebiyle “maceracı” bir ülkü olarak görülüyordu. Türk Ocakları ise bu ülküye inanmaktaydı ve bu inanç, görmeden iman etmek gibi değerli bir inanç idi.
Bugün ise durum farklıdır. Demirperde çökmüş, Komünizm yıkılmış ve ortaya yeni Türk cumhuriyetleri çıkmıştır. Orada Türklerin var olduğu tartışmalı olmaktan çıkmıştır. Var olan kardeşlerin kucaklaşmasından daha tabiî ne olabilir ki? Sonuçta Turan, ulaşılamaz bir ülkü olmaktan çıkmış ve elde edilmesi mümkün bir realite hâline gelmiştir. Ayrıca Turan’a giden yollar Türk Ocakları ile ilgili grupların inhisarından çıkıp başka grupların ilgi sahasına da girmiştir. Türk Ocakları etrafındaki grupların önünde iki yol vardır: Birincisi, “Turan benim icadımdı, patenti bendedir, bak ben dememiş miydim” demek ve Turanla ilgili (adı konsun ya da konmasın) gruplarla alan paylaşma kavgası yapmak. İkincisi, ortaya çıkan materyalden yeni bir ülkü, hedef ortaya çıkarmak ve bu hedefe doğru yönelmek. Türk milliyetçileri, gelişmiş bir fikir grubu olarak ikinci seçeneği tercihe mecburdur.
Öyleyse çağın değişen şartlarını dikkate alarak sınırların birleşmesi zorunluluğunu içine almadan bütün Türkleri kucaklayan ve onları millet özellikleri olarak bir yapan, sonra da etrafındaki milletleri kucaklayan bir ülkü vermek gerekir.
Bu yeni ülkünün adı bize göre “Yeni Türk Medeniyetini kurmaktır.”
YENİ BİR MEDENİYET KURMAYA İHTİYAÇ VAR MI?
Mevcut batı medeniyeti de bir gün ihtiyarlayacaktır. Çünkü her kurum er geç yıkılmaya mahkûmdur. Ölmeyecek ve ihtiyarlamayacak bir medeniyet örneği bugüne kadar görülmemiştir.
Geçmiş dönemlerde, merkezden uzakta olan yerleri kontrol etme güçlüklerinin de etkisiyle değişik coğrafyalarda birkaç medeniyet aynı zaman diliminde gelişti. Atın yaygın kullanımı ile birlikte medeniyetlerin teması, güç yarışı ve üstünlük kavgası da gündeme gelmiştir. Bugün kitle iletişimin elektronik ortama kaydığı, mal, para ve insan dolaşımının kolaylaştığı bir dönemde dünya yüzünde iki ayrı medeniyet aynı anda canlı bir hâlde var olabilir mi? Şüphelidir. Çünkü, artık bir iradenin varlığı medeniyeti kurmak için yeterli değildir. Bugünkü rekabet ortamında yeni medeniyetin ilerleme hızı, önce ayakta kalmak sonra da liderliği ele geçirecek bir seviyeyi tutturmak zorundadır.
Buna karşılık, rakipsizlik kusurların düzeltilmesini zorlaştırır. İkinci seçenek yoksa, var olan faydalarını düşünür, zararlarını, hoşlanmadığınız taraflarını sineye çekersiniz. Bu sebeple, ikinci bir medeniyet insanlığa hem daha rahat nefes alma imkânı kazandıracak, hem de Batı medeniyetine, özellikle ABD için, eskiyen taraflarını düzeltme imkânı verecektir. Bizim açımızdan ise, şuuraltımızın en derin tabakasına işlemiş olan Yaradan adına dünyayı onun istediği gibi idare etmek idealinin uygulama alanı bulabileceği ve Türk ruhunu normal fonksiyonunu yapmanın huzuruna kavuşturacağı bir yol, yöntem sağlamış olacaktır.
Yarına hazır olmak ve yarını beklememek için yeni bir medeniyeti inşa etmeye başlamalıyız.
MEVCUT MEDENİYETLER YENİ BİR MEDENİYETE İZİN VERECEK Mİ?
Dünyamızda güçler çatışması kadar güçlerin ittifakı da en önemli eğilimler arasındadır. Çok uluslu şirketlerin dünyada önemli bir yer tutması ile birlikte ittifaklar, devletler arası olmaktan çıkıp, çalışma grupları arasında olmaya doğru kaymaktadır. Bu da yeni bir medeniyeti kurarken dikkate alınması gereken önemli bir yeni faktör olarak kendini göstermektedir. Sadece güçler çatışmasının değil, güçlerin gruplar hâlinde iş birliğinin altını tekrar çizmeliyiz. Çünkü stratejik bir nokta bunun altında yatmaktadır. Medeniyetin çekirdeğini yeşertirken onun örselenmemesi için korumaya ihtiyacı vardır. Bu tedbirlerden birisi de mevcut güç dengelerini, kendini koruyacak tarzda kullanmaktır.
Yeni medeniyetin gelişme ve yayılma yönü Anadolu’dan Orta Asya’ya doğru olacaktır. Yönelişin önündeki görünen fizikî ve irade sahibi engeller Rusya, Çin ve İran’dır. Batı medeniyetine gelince, ABD’nin ve ihtiyar Avrupa Birliği’nin buradaki menfaatlerinde farklılık vardır. AB, burayı daha çok beslenme alanı olarak görürken, ABD dünyadaki gücünü kırabilecek rakiplerin yumuşak karnı olarak görmektedir.
Dış dengeler açısından önemli olan, düşmanların sayısını azaltmak, dostların sayısını artırmak, ilgili taraflarla paralellik gösteren konuları ya da konu parçalarını sabitleştirip iş birliği yapılabilir kısımları öne çıkarmaktır. Riskli çıkışlar yapmak ve cesaret göstermek gereken kısımlar, fiyat-fayda değerlendirmesi yapıldıktan sonra ana konularda yapılmalıdır. Gereksiz çıkışlar gereksiz düşmanlıkları çekebilir, fakat zamanında yapılmayan çıkışlar da oyunların zorla bozulamaması ve üzerimize yeni oyunların plânlanması sonucunu doğurur.
Günümüzde yeni bir medeniyet kurmak için uygun dış şartlar bulunmaktadır. Sadece dengeleri dikkatli, adım adım ve cesaretle kurmak gerekir.
YENİ BİR MEDENİYET KURMAK İÇİN NELER GEREKLİ?
Bir medeniyet kurarken şu ana şartların olması gerekmektedir:
1. Teşebbüs sırtlanacak inanmış taşıyıcı gruplar
2. Medeniyetin kuruluşunu gerçekleştirecek yetişmiş insan kaynakları
3. Medeniyetin kurulacağı alandaki insanları kucaklayan yeni bir inanç ve dünya görüşü
4. Yeterli nüfus ve coğrafya
5. Yeterli doğal kaynaklar
6. Beslenme ve barınma gibi temel biyolojik ve sosyal ihtiyaçların doyuma ulaşması
7. Daha önce bir medeniyet kurmuş olmak
8. Medeniyetin kurumlarının sıra ile kurulması
9. Kurumların kendini diğer medeniyetlerin kurumlarına üstünlük sağlayabilecek tarzda yenileyebilmesi
10. Fikir, inanç, duygu, bilim ve teknoloji üretiminde hız üstünlüğünün yakalanması
11. Kurumları, kurucu milleti ve yayılma alanını koruyacak bir yönetim ve asker gücü
12. Kurumların ve büyümenin parasını ödeyen ve yayılma alanındakileri ona dahil olmaya cezbeden bir ekonomi.
YENİ BİR MEDENİYETİ KİMLER KURABİLİR?
Yeni bir medeniyeti kurabilecek şartlara sahip millet sayısının oldukça az olacağını gerekli şartlara bakarak hemen söyleyebiliriz. Dünya kurulduğundan beri yeni bir medeniyet kurabilmiş milletlerin bir elin parmakları kadar az olması da insan topluluklarına ait faktörlerin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Eskileri sayacak olursak: Finike, Çin, Yunan, Roma, Sümer, Babil, Arap-İslâm, İslâm öncesi Türk, Selçuklu-Osmanlı, Batı medeniyeti. Daha küçük çaplı birkaç medeniyet daha sayılabilir. Bu medeniyetlerden iki insan zemininin iki defa medeniyet kurduğunu görüyoruz. Roma insan zemininde, Batı medeniyeti ve İslâm öncesi Türk medeniyeti insan zemininde Selçuklu-Osmanlı medeniyeti. Finike, insan zemininin tamamen değiştiğini, Arap insan zemininin İslâmın yeni yayılma dönemindeki ateşin küllenmesinden sonra aşiret yapısına doğru gerilediğini, Yunan insan zemininin değiştiğini, nüfus ve yer çapının çok dar olduğunu belirtmeliyiz. Çin ve Arapları ikinci alevlenmesini yapamamış, Türkleri de üçüncü alevlenmesi için sırası gelmiş milletler olarak görüyoruz. Rusya, coğrafya ve devlet organizasyonu başka ve daha zayıf bir potansiyel adaydır. Brezilya ve Arjantin de coğrafya ve nüfus açısından batı medeniyetinin alevlenmesi mümkün noktaları olarak değerlendirilebilir.
Devletler açısından baktığımızda;
Çin’in nüfusu yeterli, geçmiş bir medeniyet üzerine oturması bakımından önemli ama hareketsiz ve yayılma alanı yok. İstikrarlı bir yönetim, değişmeyen coğrafya ve medeniyeti kurabileceği yeri koruyabilecek bir askerî gücünün olması, medeniyetin kuruluşunda zamanla yarışma şartını önemsizleştiriyor.
Mısır’ın nüfusu yeterli, medeniyetin ilk kademede açılabileceği bir Arap nüfusu ve coğrafyası var, eski bir medeniyet ile nüfusu ilişkili ama halk yapısı çok değişmiş, buna karşılık tembel, organizasyona alışmamıştır. Medeniyetin istediği yönetim ve askerî güce sahip değildir.
Japonya çalışkan, yapabileceğinin zirvesinde, fakat yeterli nüfusu ve coğrafyası yok. İkinci yayılma kademesini kurması imkânsız değilse de çok büyük bir güç gerektiriyor.
Rusya’nın yeterli nüfusu ve coğrafyası var, geçmişte bir medeniyet kurmamış ise de bir imparatorluk ve gelişmiş bir kültür kurmuş, fakat yorgun ve ihtiyarlamış, kültürel faaliyeti batı kaynaklı ve batı dairesinde. Medeniyet hamlesi, batı medeniyetini insanî yönleri az gelişmiş bir çeşnide yenileyebilir.
Sonuç olarak, 21. yüzyılın başında, Türkler, yeni bir medeniyeti kurabilmek için gerekli şartları en yüksek oranda taşıyan millet durumundadır…