Ana Sayfa 1998-2012 Yabancı güçle ilişkiler

Yabancı güçle ilişkiler

SON günlerde Türkiye aleyhindeki açıklamaları ile Mesut Barzanî liderliğindeki (KDP) Irak Kürdistan Demokrat Partisi’ne yakın internet siteleri, saldırı dozunu hakarete vardırarak Ankara ile Washington arasındaki görüşmeleri, “Türkiye, pahalı fahişe rolünde” diye değerlendirmişlerdir.

Sırtını ABD’ye dayandıran ya da dayandırdığını zanneden Iraklı Kürt gruplar açıkça Türkiye’ye meydan okumaya başlayarak; “Türk askeri gelirse savaşırız” derken Kürt parlâmentosu da “Yabancı askerleri topraklarına sokmama” kararı aldığını açıklamaktan geri kalmamıştır.

Barzanî konuşur da Talabanî durur mu? Onun da ağzı var, o da konuşur.

Ceplerine Türk siyaset erbabının koymuş olduğu kırmızı diplomatik pasaportlar ile ancak dolaşabildikleri hâlde; soy özüründen gelen nankörlükleri nedeniyle yapılan iyilikleri hazmedemeyen; kendilerine verilen hıyarı eğri diye beğenmeyen bu nankör zihniyetin temsilcisi zevat asil Türk milletine melanetlerini kusmaya devam etmektedir.

Beri yanda pasaport süreleri dolan bu zevatın pasaportlarının temdit edildiğini de siyaset erbabının beyanından öğrenmiş bulunmaktayız.

Bu açıklamayı yapan siyaset erbabı zevatın Irak Türkmen varlığına da (rahmetli bir Türk istihbarat subayının siyasî fahişeler yakıştırması yaptığı) bu Kürt liderlere gösterilen ilgi ve ihtimama eş değer ilgi göstermesini beklerdik.

•••

T.B.M.M.’de reddedilen tezkere öncesi ve sonrasında hak arama gayretindeki Türkiye’ye ABD medyasında (satılık müttefik; kiralık müttefik; pahalı müttefik) vb. yakıştırmaları yapılmıştır. Bu yakıştırmaları kabule hazır bir takım işbirlikçi kalem erbabı tarafından da bu aşağılık ithamlar ABD’nin bugüne kadar hep ucuz müttefiki olan Türkiye gerçekleri gözardı edilerek; mütareke basını görüntüsündeki medyamızca benimsenerek dillendirilmiştir.

Aslında sorulması gereken “–Amerikan çıkarları ile Türkiye çıkarları çeliştiğinde ne olacak” sorusu” sorulmamıştır. Muhtemel Irak harekâtından sonra dünyada oluşacak yeni düzende en çok Amerika ile Türkiye’nin çıkarları çatışacak gerçeğini görmezlikten gelebilir miyiz?..

•••

Senelerdir Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak Kuzey Irak’ın toprak bütünlüğü üzerindeki hassasiyetimizi ifade etmekten geri durmadık. Özellikle bölgede bir takım şekillenmelere, açıkçası bir federe Kürt devleti kurulmasına müsaade etmeyeceğimizi, bunun savaş nedeni olacağını söyledik durduk.

Söylediklerimizi kimse kaale almadı. Hattâ iplemedi bile. Bölgede çıkarı olan güçler bilhassa stratejik ortağımızın verdiği stratejik moral desteği yanında lojistik destek ile askerî eğitim hizmetleri ve donanım yanı sıra silâh-cephane ikmali ve de eğitimleri sayesinde Kuzey Irak’ta bugün alt ve üst yapısı hazırlanmış fakat henüz ilân edilmemiş bir Kürt devleti oluşmuştur.

Irak’ın kuzeyinde körfez harekâtından beri çekiç güçün himayesinde faaliyetlerini sürdüren Amerikalı danışmanların, sivil toplum örgütlerinin katılımıyla Georgetown, Erbil ve Belçika Kürt Korferanslarını ve neticelerini unutmamalıyız. Bu çalışmaların sonucu olarak Kuzey Irak’ta oluşturulan Kürt parlâmentosunca ilân edilen “Kürdistan bölge devleti anayasasının” girişine bir göz atalım. “Anavatanları Kürdistan’da binlerce yıl yaşamış eski bir halk olan Kürtler tıpkı dünyanın diğer ulusları ve halkları gibi, self-determinasyon hakkını kullanabilecek niteliklere sahip bir ulustur.”

1. Dünya Savaşı sonunda Woodrow Wilson’un 14 maddelik prensiplerinde kabul edilen bir hak olan self-determinasyon hakkı 1920 yılında imzalanan Sevr Antlaşması’nın 62-64 maddelerinde Türk Devletinin parçalanmasının sağlanması amacıyla zikredilerek Kürtlere kullandırılmak istenmiştir.

Bugün “Kuzey Irak bölge devleti” değil de, yalnızca “Bölge devleti” denilen bu oluşum anayasasının öngördüğü “Kürdistan bölge devletinin” egemenlik alanının Sevr Anlaşması’nda belirlenen sınırlar içinde bulunduğu açıktır.

ABD yetkililerinin pervasızca Kürt liderlerle toplantılar yapıp yemek yediği mekânların duvarlarını süsleyen haritalarda Sevr’e dayanan mutasavver Kürt devletinin sınırları görülmektedir.

Duvarları süsleyen Sevr’in Kürdistan haritasında Kuzey Irak’taki federe Kürt devleti oluşumunun Türkiye topraklarındaki sınırı sanki çizilmiş hissi uyanıyor. ABD güvencesinde bir Kürt devleti oluşumunu ABD silâhlı güçlerince çizilmiş bir hat yaratıldığı iddialarını sanki haklı çıkartırcasına, ne dersiniz?..

•••

Chester projesi, Musul sorunu çerçevesinde 1920’li yıllarda yeniden gündeme gelen, 1970’li yıllarda ise Türk solu ve akademisyenlerce teorik düzeyde tartışılan, bir ucu Ermenistan ve petrole dayanan ABD kaynaklı bir imtiyazdır. Projenin başlıca özellikleri ise, ilk kez Amerika’nın Orta Doğu’daki emperyalist akımlarla paralel girişim belgesi olması ve Ermeni sorununun bu proje ile yeni bir boyut kazanmasıydı. Chester projesi, demiryolu imtiyazını almak için bir girişimdi. Demiryolu Sivas’tan başlayacak, Harput, Diyarbakır, Bitlis ve Van gölünün kuzey ya da güneyinden Musul-Kerkük ve Süleymaniye’ye varacaktı. Bir bölümü de Ceyhan vadisinden geçerek Yumurtalık körfezine ve İskenderun’a, diğer bir ucu Samsun yöresine uzatılacaktı. İmtiyazın sözleşme süresi 1999 yılı. 4400 km uzunluğunda olacağı tasarlanan demiryolunun her iki yanındaki 20 km’lik alan ve limanların çevresindeki kırk kilometrelik kuşak şirketin olacaktır. Projenin siyasî yönü de geleceğin bağımsız Ermenistan’ını hazırlamaktadır.

Lozan görüşmeleri sırasında “İngiliz ve Fransızlar arasında Almanların hisselerini paylaşma dolayısıyla müzakereler cereyan ettiği sırada Chester projesi tekrar diriltildi.” 1923’te 327 sayılı yasa ile demiryolu ve liman yapımı karşılığı verilen bir ayrıcalık olarak TBMM’nde onaylanan yeni Chester projesi demiryolu güzergâhı çevresindeki petrol dahil her türlü yer altı kaynağının tüm madenlerin işletilmesi imtiyazını da içeriyordu. Bu anlaşmaya göre imtiyaz hakkı Amerikan grubuna bırakılıyordu.

Chester ayrıcalığı cumhuriyet döneminin ilk yabancı sermaye girişimi olması nedeniyle Türk iktisat tarihinde önem kazanmaktadır. Lozan Antlaşması uyarınca Musul-Kerkük Türkiye Cumhuriyeti toprakları dışında kalınca ABD şirketi 50 bin TL teminat akçesinden vazgeçerek anlaşmayı tek taraflı olarak bozmuştur.

•••

“Atatürk’ten 12 Mart’a”(*) isimli eserinde Sadi Koçaş başbakan olmadan önce Süleyman Demirel’e Amerika’nın “İran, Irak ve Türkiye Kürtlerini federe bir cumhuriyet hâline getirelim. Bunu Türkiye’ye bağlayalım, toprak kazanmış olursunuz”; önerisinde bulunduğunu, Demirel’in bu öneriyi kabul ettiğini ve başbakan olduktan sonra genelkurmay tarafından kendisine verilen bir birifingde bu görüşü ortaya attığını, askerlerden sert tepki görünce teklifi reddettiğini yazıyordu.(!)

1987-88 yılları ile Körfez Krizi öncesinde ve sonrasında Barzanî ve Talabanî’nin köşkte kabul gördüğü o zaman diliminde Turgut Özal federasyon sözcüğünü çok kullanır olmuştu. Kendisinin de Kürt olduğunu söylemesi, federasyondan bahsetmesinin altında yatan gerçek aynı önerinin Özal’a da yapılmış olması mıydı acaba?

Musul-Kerkük’ün Türklüğünden bahseden hamasî konuşmalar “Kerkük’ü Lozan’da nasıl kaybettik? Musul petrollerine kavuşacağız” ifadeleriyle “bir koyup üç almaktan” bahisle “ABD yanında savaşta yer almamız” gerekliliğini ifade eden beyanların da aynı yönlendirme ile yapıldığını kesinlikle ifade edebiliriz.

Hattâ bazı malûm gazetelerde “Türkiye’nin güneydoğusunu verirsek, Batı millî gelirden daha çok pay alır. Millî gelirimiz artar. İzmirli, Afyonlu, neden Diyarbakırlı, Mardinli için vergi versin” ifadelerini de alt alta sıralar, bilahare Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde güneydoğu üzerine yaptığı çalışmalar ve İspanya benzetmelerine dayanan önerileri ve son yaşanan gelişmeleri yan yana oturtursak 1965’te ABD’nin Süleyman Demirel’e uygulatmak istediği Türkiye-İran ve Irak’ta yaşayan Kürtleri federe bir cumhuriyet altında toplamak önerisinden vazgeçmediğini ve adım adım uygulamaya sokarak netice almaya başladığını görmekteyiz.

Anlaşılıyor ki o günden bugüne değişen bir şey yok.

•••

16 Mart 2003 AB Başkanı Bush ile yardakçısı Powell’in Türkiye’den Kuzey Irak’a yapılacak harekâta izin verecek ikinci tezkere beklentisi sırasında tehditvarî bir tonda yankılanan sözleri bir gerçeğin ifade edilişi olarak Türk milletinde şamar etkisi yarattı. Kısaca Kuzey Irak’ta Türk askerinin istenmediği vurgulanırken asker gönderilmesi durumunda ABD askerinin ateş açabileceğini de ima eden yetkililerin ifadesinin kısaca tercümesi; Türk askerinin Kuzey Irak Türkmen bölgesine tek taraflı müdahalesinin karşısında ABD güçleri ve Kürtlerin beraberce silâh kullanabileceği tehdidinin açıkça ifade edilişidir. Bu ifadeler tevil götürmez bir tehdittir. ABD dişlerini bir defa daha göstermiştir. ABD yetkililerinin bu son beyanı Barzanî ve Talabanî’nin dünkü efendisi Türkiye’ye küstahça ifadelerle dile getirdiği tepkinin aynıdır. İfadeler aynı kalıptan çıkmıştır.

Mardin’de bölgeye gelecek ABD askerlerine genelev açma arzusuyla hizmet etmek isteyen bir takım seksüel prodüktörler ile medyamızdaki ABD fikriyatına hizmette kusur etmeyen savaş çığırtkanı, muhabbet tellâlı kılıklı kişiler (ki aralarında hizmet anlayışı açısından fark olmayan) için ise bu ifadeler bir tehdit olarak değerlendirilmese de bu sözlerin ne anlama geldiğini Türk milleti iyi değerlendirmektedir.

•••

Yabancı bir güçle ilişkiler mesafeli olmalı, teslimiyetçi bir yörüngeye oturmamalıdır. Yabancı güç bir ülkede darbe yaptırabiliyor, istediği kişilerin başbakan, bakan olarak atanmasında etkili olabiliyor, bürokratik kadroları belirleyebiliyor, hattâ bütçesini yapıyorsa o gücün o ülkeye saygısı olmaz. O ülkeyi müttefik olarak görmez, sömürge muamelesi yapar. Bir takım dayatmalarına karşı çıkışları, hak arayışlarını, hattâ o ülkenin alacağı parlâmento kararlarını bile fikriyatına karşı ise bir formalite olarak görür. Ve çirkin dayatmalarının kabulünü, formalitenin yerine getirilmesini isteyebilir.

Bu tarzdaki ilişkilerde maalesef egemenlik kayıtsıt şartsız millete ait değildir. Egemenlik parayı verip düdüğü çalan, isteklerini kayıtsız şartsız yaptıranındır.

Unutulmaması gereken husus borcu borçla ödemek yolunda devletin ve milletin sıfırı tüketmesini sağlayan, yer altı ve yer üstü kaynaklarını peşkeş çeken zihniyet sahibi kötü yönetimlerin uygulamalarının sonucu gelinen noktada; borç alanın, emir almak zorunda kalışıdır.

•••

Cumhuriyeti kuran zihniyetle kutsal Türk devletine sevdalı Türk insanı bu gerçekleri göz ardı etmemeli, gereken tedbirleri kendince almalıdır.

Bu tedbirleri alırken değer yargılarını da gözden geçirmeyi ihmal etmemelidir.

Her Türk insanı; Türk olarak doğduğu, Türk olarak yaşadığı ve başı dik Türk olarak öleceği için mutlu ve gururlu olmak mecburiyetindedir.

Tanrı’ya kendisini Türk olarak yarattığı için binlerce kere hamdetmelidir.

Ve bilmelidir ki:

TÜRK demek vatan demektir.

TÜRK demek devlet demektir.

TÜRK demek bayrak demektir.

Bu şuur ayakta olduğu müddetçe Türk insanı sıkılmış bir yumruk gibi, gerilmiş bir yay gibi durdukça bu kutsal Türk vatanı üzerinde oynanmak istenen bütün oyunlar bozulacaktır.

DİL BİR, BAYRAK BİR, MİLLET BİR; VATAN BİRDİR.

CİHAN DURDUKÇA, TÜRK VATANI BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜNDÜR.

(*) Sadi Koçaş: Atatürk’ten 12 Mart’a-1977 May. Yay. Cilt 4, sy: 1917.
 

Orkun'dan Seçmeler

Nâzım Hikmet Masalı

ABD’yi yenmek