20. yüzyılda, düşmanlarımızın kültürel müdahaleleri gerçekten Türk insanının zihnini karıştırmaya yetmiştir. İnsanımız bir yandan kavram kargaşasında boğulmuş, diğer yandan anlama gücünü yitirmiştir. Dil tartışmalarında üniversite öğrencilerinin bile; “yabancı dille eğitim” sözünü, “yabancı dil eğitimi” olarak algıladıkları görülmektedir.
Türkiye’de dile dair her mevzu mübhemleştirilmiştir; bu sebeple okullarda edebiyat, dilbilgisi, kompozisyon dersleri almış olsalar da genç nesillerin mudrikeleri bulanıklıktan kurtulamamaktadır.
Üniversitede öğrenci olduğum 1982 yılında hocam Belkis Gürsoy Hanım bana yabancı dilimin ne olduğunu sormuş, ben “Fransızca” olduğunu söyleyince; “Neden Fransızcayı seçtin ki? İngilizce öğrenmeni tavsiye ederim!” demişti. O gün dilim döndüğünce Avrupa’daki büyük şairlerin ve büyük romancıların eserlerini Fransızca ile yazdıklarını ve bir edebiyatçının Arapça, Farsça, Fransızca, Rusça bilmesinin önemli olduğunu, ancak İngilizce bilmesinin “gezme, görüşme dışında” pek önemli olmadığını açıklamıştım. Aradan yirmi yıl geçmesine rağmen bu hükmüm değişmedi. H Her mesleğin, her ihtisasın ayrı bir yabancı dil ihtiyacı vardır. Eğer bir insanın maksadı “Tevrat”ı okumaksa, İngilizce, Fransızca, Almanca öğrenmeye değil İbranice öğrenmeye ihtiyacı vardır. Müşterileri çoğunlukla Rus olan bir tatil köyündeki personelin Rusça değil de başka yabancı diller bilmesi abestir.
Sultan II. Abdülhamid Han döneminde Manastır İdâdîsi’ne gönderilen tamimde; “Osmanlı mekteplerinde Arapça ve Frasça lüzumlu olduğu için okutulmaktadır. Bu diller Kur’an-ı Kerim’i doğru okumak, bugünkü fen kültürü terimlerini anlayabilmek ve icabında bu iki dille yazılmış kitapları okumaya muktedir olmak maksadıyle okutulur,. Yoksa bu dillerin okutulması Türkçe’de Arabî Farisî kelimeler kullanmak için değildir.” (Bkz. Nihat Sami Banarlı; “Türkçe’nin Sırları”) açıklamasıyla yabancı diller hakkında olması gereken kanaatin altı çizilmiştir.
Türkiye’de yabancı dil ilgisi değil, “İngilizce aşkı” taşıyan bir zümre var ki, bu zümre devlet içinde önemli mevkileri ele geçirmiş olup başına buyruk (yahut dış güdümlü) hareket etmeyi meziyet sanıyor! Üniversitelerimizde öğretim üyesi olabilmek için âlim olmak, mûcid olmak, kâşif olmak yetmiyor, varsa yoksa İngilizce bilmek yetiyor. Mesleğinde çok başarılı olmak “tazminat/para/ücret” getirmiyor da yabancı dil bilmek o tazminatı getiriyor. Düşünce üretenlere, kitap yazanlara, bu devletin istikbali için insan yetiştirenlere üç kuruşu çok görünler, yabancı dil sınavından “A, B, C” alanlara, (babalarının keselerinden) tazminat ödüyorlar. Böyle özendirme olmaz! Bu düpedüz İngiliz tutsaklığıdır!
İngilizlerin anadilleri İngilizce olduğu hâlde bugüne kadar sanayi ve siyaset dışında ne yazdılar ki insanlar okusun! Hangi romancı, hangi şair, hangi filozof, hangi sosyolog, hangi iktisatçı eserini İngilizce yazmıştır? Kapitalist iktisatçılar akla gelirse; şu bilinsin ki, onların sistemleri sadece kendi ceplerini doldurmuş, insanların üçte ikisini sefalete, açlığa mahkûm etmiştir. Siyasette ise onların ürettikleri bütün düşünceler “Dünyayı nasıl ele geçirecekleri ve kendilerinden başkalarını nasıl köleleştirecekleri” üzerine tesis edilmiştir.
Bu ülkenin okullarında (yeterli kabul edilen 10 sayısına ulaşıldığı takdirde) herkes İngilizce, Almanca, İtalyanca, Fransızca, Rusça, Arapça, Japonca, Macarca gibi herhangi bir yabancı dili tercih edip öğrenmek hakkına sahip olmalıdır. Yabancı dille eğitim yapılmamalı; sadece yabancı dil öğretilmelidir. İnsan beyninde tefekkürü destekleyen tek dil anadilidir. Albert Aynştayn’ın İngilizce düşünüp icad ettiği hiçbir bulgu, Turgenyev’in Fransızca düşünüp yazdığı hiçbir roman, Karl Marks’ın İngilizce düşünüp ürettiği hiçbir düşünce yoktur.
Türkiye’de yabancı dil öğretimi de ne yazık ki yanlıştır. Türk insanı öncelikle Türkçenin mantığını kavramalıdır ve yabancı dil öğretilirken Türkçe dilbilgisi temel tutulmalıdır. Türkçenin dilbilgisi ile yabancı dilin dilbilgisi karşılaştırmalı olarak öğretildiğinde hem Türkçenin sistemi bozulmamış, korunmuş olur, hem de yabancı dil en küçük ayrıntılarına kadar anlaşılır hâle gelir. Altı yıl, on yıl yabancı dil öğretimi alan insan o dil ile yazılmış bir roman bile okuyamıyorsa, öğretim metodunda hata var demektir. Başarı bekleniyorsa bnun mutlaka düzeltilmesi gerekir. Sokaktaki konuşma dili ezberletilerek asla başarı beklenemez!