Ana Sayfa 1998-2012 Vebal Türk Milliyetçilerinindir!

Vebal Türk Milliyetçilerinindir!

Hayatî gelişmelerin birbiri ardınca ve hız kesmeksizin devam ettiği bir süreci yaşamaktayız. Yaşadığımız sürecin hayatî olup olmadığını belirlemek için, basın ve televizyon yolu ile kamuoyuna mal edilmeye çalışılan -ki büyük oranda da başarılı olan- sun’î gündemlere bir göz atmak kâfi olsa gerek. Türk milleti öylesine hipnotize edilmiş vaziyettedir ki; hiçbir hususa tepki göstermemeye başlamıştır. Toplumca bir “mankurtlaştırma” ile karşı karşıya mıyız yoksa? Bu soruyu sormanın bedeli ne olursa olsun, en yüksek perdeden haykırarak sormak lazım!

Irak’ta dönen dolaplara yıllardır bigâne kalınmasının bugün ve yarınlarda başımıza ne gibi felâketler getireceğini tartışamıyoruz. AB üyeliği bağlamında arkası kesilmeyen tavizler ortaya sağlıklı bir biçimde konamıyor. Millî olmayan stratejilerden ve zararlarından bahsetmek “öcü” olarak nitelenmeye kâfi… Neden? Çünkü millî menfaatlerimize ilişkin kaygılarımızı dillendirmemiz “komplo teorisyenliği” oluyor. Ama yakın tarihin ispat ettiği gibi, Türkçü yorum ve tahlilleri, yaşadığımız zaman tasdik etmekte gecikmiyor. İşte size küresel senaristlerin teşvik ettiği, sömürge terzilerinin biçip diktiği bir kukla devlet, çıban başı gibi günden güne dal budak atmakta. Bu uluslararası kangren Misak-ı Millî sınırlarını aşma gayretiyle her türlü yolu denemeye başladı bile! Millî devlet olma özelliğimizin farkında olmayan bir kitlenin aymazlığı ile, Türk’e kefen biçmeye kalkışanların ekmeklerine yağ sürülüyor olması da ayrıca keder vesilesi. Ama burada Türk milletinin kabahati nedir? Kendisine, allanıp pullanarak sunulanlara, en nihayet ikna olmuş görünerek susuyor Türk milleti. Türk milliyetçileri, Türkçüler ise; ya köşelerine çekilmişler ya da hâlâ görünen köyün kılavuza ihtiyaç göstermediğini anlatmaktan caymayanlar da, sesini Türk milletine ulaştıramıyor. Türk aydın profilinde Türk milliyetçisi aydınların ne hikmetse yer almayışı, bu zalim süreci soluduğumuz ortamda insanın kalbine şüpheler ekmekten öte bir durum arz etmiyor. Sözün özü karşı karşıya olduğumuz manzara iç açıcı değil…

“Kemalist sistem’in başlattığı ulus-devlet inşası, Atatürk’ün erken vefatıyla so na ermiştir. İlkin, Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarından, paralardan ve kitaplardan fotoğrafları çıkarılıp atılmıştır. Böylece ‘tek şef’ modeli gündeme gelmiş, milliyetçilik öğretisi, ‘Turancılık ve Irkçılık’ yaftası altında tutsaklanmıştır. Özelikle 1940’lar sonrası Millî Eğitim’e patrimonial devşirme unsurlarının hâkimiyeti, eğitim-öğretim sisteminin yönlendirilmesine, bilhassa halk çocuklarının millî duygularının törpülenmesine ve Marksist ideolojinin akıntısına kapılmalarına zemin hazırlamıştır. Ülkemize, Marksist kültür geleneğini yayanların hemen tümü ‘devşirme’ kimlikli kişilerdir. ‘Kemalist sistem’, Osmanlı’dan intikâl eden askerî ve bürokratik merkezî yönetim kompozisyonundan, ordunun millîleşme sürecinde başarı sağlamış, ancak bürokrasinin düzenlenmesi hususunda tasarlanan sonuca gerçek anlamda ulaşamamıştır. Batı ve Doğu toplumlarında gözlediğimiz türde, ülke inanç ve değerler sistemine bağlı elitist bir tabakanın henüz biçimlenmemiş olması, günü yaşayan, para kıvıran ve toprağın değerlerine saygılı olmayan amorf bir tabakanın ortaya çıkmasına neden olmuştur. O halde günümüz Türk toplumunun karşı karşıya kaldığı gerginlikler ve yolsuzluklar, Osmanlı’dan beri sürüp gelen kozmopolit kadroların aşılamaması, kilit konumundaki millî aydınların yönetime irade beyanında bulunamamasından kaynaklanmaktadır.”1

Gerçekten de Türk toplumunun sosyal yapısında kozmopolit dinamikler oluşturmaya yönelik eylemler yürütülmüş, dil, tarih ve kültür bağlamında yozlaştırma hedeflenmiştir. 90’lı yıllarda doruk noktasına ulaşan ve takip eden yıllarda adı “küreselleşme” olarak konulan rüzgârın kavurucu etkisi neticesi, Türk milleti bütün hâlinde tepkisizleşmiştir. Psikolojik harp uygulamaları niteliğindeki yönlendirmeler ve sun’î ekonomik sorunlar yumağı altında ezilmeye mahkûm ediliş, Türk insanının dünyayı okumak maksadıyla başını kaldırmasını istemeyenlerin stratejisi değildir de nedir aceb? Bütün bunlar olur iken, Gazi Mustafa Kemal’in en mühim emaneti olan “Millî Devlet” idealinin her zeminde koruyucusu ve kollayıcısı olmak durumundaki Türk milliyetçileri ne yapmıştır? Öz eleştiri yapmadan, noksanlıklar belirlenmeden bu kötü gidişin önü alınamaz. Kabaca bir değerlendirme yaparsak, Türk Milliyetçileri geldiğimiz nokta itibarıyla sınıfta kalmıştır. 12 Eylül faciasını takip eden süreçte Türk gençliğinin millî hassasiyetinin törpülenişine seyirci kalınmıştır. İlerleyen teknolojinin iletişim vasıtalarına ilişkin sunmuş olduğu nimetlerden faydalanılamamış, 1970-1980 yılları arasında kardeş kavgasını körükleyen ellerin yazdığı senaryonun etkisinden kurtulmak gerekliliği ve ideolojik bağnazlıktan (-ki Türk milliyetçiliğini benimsemiş kitlenin bir kısmının, Türkçülüğü, bilinç altında, başlı başına bir aksiyon olarak kabul etmemesi şeklinde açıklanabilir) sıyrılma ihtiyacı göz ardı edilmiş, Türk milliyetçiliğinin zamanın gerisinde kalmaması için bünyesinde var olan gelişmeci ve ilerlemeyi teşvik edici yönü nazar-ı dikkatlerden kaçırılmış ve Türk milliyetçiliğinin Türk toplumuna marjinal bir çıkış olduğu telkinlerini boşa çıkarıcı faaliyetler yetersiz kalmıştır. Bu sıralanan eleştiriler, Türk milliyetçiliğinin sorunlar bütününün ana hatlarını ihtiva etmektedir. Hakikat her zaman olduğu gibi acı… Bu tespitlerin gerçekliğini ispat etmek için sadece, son yirmi yıl içerisinde Türk milliyetçiliğinin bağrından çıkarabildiği eli kalem tutan, kitlelere heyecan ve soluk veren genç aydın sayısına ya da Türkçülük şemsiyesi altında sayılabilecek yeni yayınlanmış kitapların mevcuduna bakmak yeterli olacaktır. Türk milliyetçiliği, mazisindeki en büyük hasleti olan insan yetiştirmeyi ve donanmış kadrolar oluşturma kabiliyetini 1980 sonrasında kullanamamış ve/veya ihmâl etmiştir. Kısacası Türk milliyetçiliği sürekli kendini tekrara düşmüş ve hak ettiği sıçramayı yapamamıştır.

Türk milliyetçiliğinin uğradığı bu başarısızlığın vebali tarih önünde bahane kabul etmeyecek derecede büyüktür. Bugün Misak-ı Millî tartışılır hâle getirilmişse, Türk kimliği alt-üst edilmeye başlanmışsa, millî devlet yapısının koruyucu kalkanları birer birer düşürülüyorsa, Türk milleti kültür bağlamında yozlaşmanın derin yaraları ile can çekişiyorsa, bunun yegâne sorumlusu biz, Türk Milliyetçileriyiz! Tabiatın sarsılmaz kanunu her boşluğun mutlak surette doldurulduğunu söyler. Maalesef Türk milliyetçileri, sosyal, kültürel, siyasî ve ekonomik yapı içerisinde kendilerine ait olan müstesna yeri boş bırakmak (ya da bıraktırılmak) gafletinde bulunmuşlardır. Seyirci konumunu artık terk ederek, geleceğin belirleyicisi vazifesini derhal üstlenmelidir. Bu üstleniş, geriye dönük tahlillerden hareket ederek yeni bir hareket tarzı ve yapılanma oluşturulması ile başlayan bir şahlanıştır. Bu şahlanışa mani olacak, gaflet ve dalalet içerisinde bulunanlar ile basiret ve feraset yoksunu odaklar bir müddet dinlenmelidir. Burada kırılacak, gücenecek ya da gurur meselesi yapılacak bir durum yoktur. Hiçbir şey Türk milleti ve devletinin bekasından daha üstün değildir.

“Muradımız hayatta kalmak, tarihin derinliklerine gömülüp kalmamak, Aztekler, İyonyalılar, Hititliler, Finikeliler… adları unutulmuş, kabirleri dağılmış nice diğer kavimler gibi, bir efsaneye, bir masal kavme dönüşmemek ise; bir toplumun, bir ulusun olmazsa olmaz işlevi, diriliğini muhafaza etmek, zamanın ruhunu doğru okumak, lehimize aleyhimize gelişen olayları hızlı tanımak, yeri geldiğinde yüreklendirmek, yeri geldiğinde önlem almakla mükellefiz. Hepsinden öte “biz” diye bir kavram olduğunu asla unutmamak, geçici, moda akımlara kapılıp, dağılmaya, atomizasyona izin vermemekle mükellefiz.”2

Bütün bu suallerin pençesinde, alevden katrelere dönüşerek yüreği dağlanan ve ıstırabın şahikasında yarınlara ümitle bakmaktan vazgeçmeyen bir Türk milliyetçisi olarak Kutadgu Bilig’ten bir alıntıyla sözü bağlamak istiyorum:

“İnen her şey bir gün yükselir, yükselen de mutlaka bir gün alçalır. Parlayan söner, yürüyen de yorularak çöker. Kim bir şeyin zirvesine ulaşmayı düşünürse, yükselmesinin sona erişini beklemiş demektir. Kemâle eren inişe başlar.”3

DİPNOTLARI

1- Prof. Dr. Orhan TÜRKDOĞAN, Türk Toplumunda Aydın Sınıfının Anatomisi, s.150-151, Timaş Yayınları, İSTANBUL, 2003.

2- Alev ALATLI, Öcü (II), Turna Forum Grubu, turna@yahoogroups.com .

3- Yusuf Has Hacip, Hazırlayan: Yaşar ÇAĞBAYIR, Kutadgu Bilig, s.47, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Yayın no: 313, ANKARA, 2001.

 

Orkun'dan Seçmeler