BÜYÜK Millet Meclisi’nde 13 Ocak 1921’de konuşan Bursa Mebusu Muhittin Baha (PARS) Bey konuşması sırasında şair Namık Kemal’in:
VATANIN BAĞRINA DÜŞMAN DAYADI HANÇERİNİ
YOK MUDUR KURTARACAK BAHT-I KARA MADERİNİ
şiirini okur.
Bunun üzerine söz alan Mustafa Kemal Paşa (Ankara): “İşte ben bu kürsüden bu yüce Meclisin reisi sıfatıyla, yüksek heyetinizi teşkil eden bütün üyelerin her biri namına ve bütün millet namına diyorum ki:
VATANIN BAĞRINA DÜŞMAN DAYASIN HANÇERİNİ
BULUNUR KURTARACAK BAHT-I KARA MADERİNİ”
der. Bu sözler 1921 yılının Ankarasındaki millî iradenin tam bir göstergesidir. Yalındır, gururludur, tavizsizdir, kararlıdır, azimlidir. Gücünü de binlerce yıllık Türk tarihinden almaktadır.
Bugün 2003 yılı Türkiyesine İstiklâl Savaşı gazilerinin gözü ile baktığımızda görülen manzara ise yürek kanatıcıdır:
İstiklâl Savaşı’nda yurdumuzu işgale gelen batı ordularını yenen kahraman ordumuzdan tüm yurtta sadece ve sadece dokuz tane gazimiz bugün hayatta. Dokuz tane doksan yaşının üstünde, yaşlı, hasta, devletten yeterli ilgiyi göremeyen, kimi muhtaç ama hepsi gururlu, İstiklâl Savaşımızın bize yadigârları dokuz kahraman gazimiz.
Zaten onların sayıları bugün olduğu gibi dokuz değil de 1920’lerde olduğu gibi yüzbinler olsaydı, onlardaki millî şuur ve yüksek fedakârlık hissi bugünkü nesillerde, bizlerde de olsaydı bugün bu millet bu durumda olmazdı, diye düşünüyorum. Çünkü onların neslini, o eli öpülesi kahramanları yaptıklarından, bıraktıkları eserlerinden çok iyi tanıyoruz.
ORKUN’un Ekim sayısındaki yazımızda şimdi yaşayan dokuz gazimizin kahraman silâh arkadaşlarından olan Edremitli Koca Seyit’i, Ezineli Yahya Çavuş’u ve diğer binlerce şehit ve gazimizi hatırlamıştık. Onlar askerdiler, askerlik görevlerini yaptılar. Ama bir de İstiklâl Savaşı’nın kahraman, cefakâr anaları, kadınları var. Meselâ İnebolu’dan alınan cephaneyi Kastamonu üzerinden Ankara’ya cepheye kadar kağnısıyla ayakları çıplak taşırken, yağmurdan, kardan ıslanıp da zarar görür endişesiyle sırtında taşıdığı kundaktaki yavrusunun üzerinden örtüsünü alıp mermilerin üstüne örten Şehit Şerife Bacı unutulamaz. Şerife Bacı 1921-1922’nin çok çetin geçen kışında dondurucu soğukta cepheye ulaşmak için diğer kağnılar gibi köye sığınmayıp yoluna devam etmiş, ancak sabahleyin KASTAMONU Kışlası önüne kadar gelebilen kağnıya, Menzil Mıntıka Müfettişi Osman Bey, Devrekaneli Cemil ve Beşiktaşlı Rıfat Çavuş ulaştıklarında gördükleri manzara yüreklerini parçalamıştır; Şerife gelin ögenderesine (ucu demirli uzun bir sopa) dayanmış hâlde, kağnı arabasının önünde ayakta donarak can vermiştir, kağnıda ise yorganın altında ağlayan donmak üzere kız coçuğu ve otlara sarılı top mermileri bulunmuştur. Kastamonu’nun Seydiler köyünden Şehit Gelin Şerife Bacı ve diğer binlerce kahraman Türk analarının İstiklâl Harbi’ne katkıları işte budur… Yılmadılar, yıkılmadılar, görevde ve ayakta ölmek gerekti, öldüler. Bugün hayatta kalan dokuz gazimizden birisi Tv de geçen ay yaptığı söyleşide; “Bugün çağrılsam vatan için yine savaşırım” diye gürledi! 80 yılda bitmeyen, bitirilmeyen ve asla bitmeyecek Türk’ün millî şuuru işte bu.
İstiklâl Savaşı gazilerimizin çoğu bugün h yatta yoklar, iyi ki bu günleri görmediler, iyi ki yalınayak taşıdıkları mermilerle canları pahasına kovdukları o günkü düşmanın kapısında bizi ne olur “AB” ne alın diye kırk yıldır bekleşenleri, bu durumu “onurumuzla AB gireceğiz!!!” diye açıklayanları iyi ki görmediler. O kahramanların uğruna savaştıkları kutsalların, millî temel değerlerinin yerini ne yazık ki bugün basit maddiyatların, makam ve koltukların aldığı bir toplum olma yolunda hızla ilerliyoruz. Milletlerüstü yapılanmalara (AB gibi) milliyetçilik adına omuz veren mankurtları iyi ki görmediler.
Çanakkale’de saldırgan batının ordularına göğüslerini siper edip ölen 250.000 genç vatan evlâdı şehit düştü. Birkaç yıl önce Fethiye’de Ölü Deniz’de tanıdığım Yeni Zelandalı bir genç üniversite talebesi benden Gelibolu’ya nasıl gideceğini sormuştu. 20 yaşlarındaki bu gence niye Gelibolu’ya gitmek istiyorsun diye sorduğumda; “Anzak ordusunda olan dedemin öldüğü toprakları görmek ve hâtırasını anmak için” demişti. Bu onların yenildikleri bir savaştı ve onlar için haksız bir savaştı ama 80 yıl sonra bugünkü torunları dedelerinin mezarlarını üstelik de 10.000 km uzaktan gelip ziyaret ediyorlar. Onları takdir ediyorum. Gelelim bize; 250.000 şehidimiz Gelibolu’da, Arıburnu’nda, Çanakkale’de yatar, yattıkları yerler canları pahasına kurtardıkları, bugün yaşayan bizlere vatan olarak bıraktıkları topraklardır. Ama 250.000 şehidin bugün yaşayan evlâtlarından, torunlarından, akrabalarından onları hatırlayıp da senede değil ömürleri boyunca bir kez olsun Çanakkale’ye, Gelibolu’ya gitmemiş, kanla yoğrulmuş o toprakları görmemiş nice duyarsız onbinler, yüz binler hattâ milyonlar var. Öte yandan da yazları sahillere akın eden milyonlarca yerli gezgin (turist) var. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar geçen 80 yılda bütün bir Gelibolu yarımadasının “Türkün Açık Hava Müzesi” olarak düzenlenmesini düşünemeyen bir biri ardına gelen iktidarlar, yöneticiler, ama temelde asıl suçlu olan bizler. Üstüne üstlük bir de şehit kanının oluk oluk aktığı o topraklarda, o koylarda içkili müzikli KAFE-CAFEler!!!, müzikli eğlenceli RESTORANTLAR!!!, dükkânına İngilizce isim yazan iş yeri sahipleri, peki bunları yapanlar kim? Ne yazık ki o topraklarda yatan şehitlerin bugünkü yaşayan millî şuurdan yoksun top ve popla uyuşturulmuş yakınları, akrabaları belki de evlâtları!!!
Son yıllarda o hâldeyiz ki toplumu uyutan top ve pop artık yeterli gelmiyor. Toplumun bünyesi yeni, değişik ve daha çok uyuşturucu istiyor! Aynen, uyuşturucu bağımlılarının yeni arayışlar içinde olması gibi!.. O konuda da batı merkezli dış güçler hizmete hazırlar. Bulunup, hemen getirilen yeni yetişkin oyuncağı “oto yarışları.” Yalnızca oto ve sigara sanayisi olan batılı ülkelerin yararına olacak bu reklâm türünün, milletimize getirisi nedir? Tv karşısında yıllarca kim kimi nasıl geçti diye seyretmenin tek getirisi yalnızca zaman öldürmedir, hızlı araba kullanmaya teşviktir, hız özentisiyle artan kazaların sonucu da mal ve can kaybıdır. Özetle top ve pop yanında bir de “Oto yarışlarıyla” milletçe Tv karşısında vakit öldürülecektir.
Avcılar anlatır ki; ceylan vuran avcı, ceylanın ölürken o güzelim, o derin bakan gözlerine üzülür, bakamazmış. Avcı çareyi vurulan ceylanın gözlerini yanındakilerin taşıdığı bezle örtmekte bulurmuş. Bu bez örtme işini de gönüllü bazı hevesli işbirlikçiler avcıdan önce, ceylanın yanına koşturup yaparmış. Türk milletini ceylan yerine koyarsanız, canını almak isteyen avcı da eli silâhlı saldırgan bütün Türk tarihinden bildiğimiz batıdır. Ceylanın gözlerini örtmek için bez koşturucu işbirlikçi de 1918‘lerdeki mütareke basınını hiç ama hiç aratmayan, bugünün bir kısım besleme işbirlikçileridir. Bizim benzetmemizdeki avcı hikâyesinden önemli bir fark da bizdeki yerli işbirlikçilerin avcıdan önce işgüzarlıkla, davranıp ceylanın gözünü daha vurulmadan örtme gayretidir. Günümüzdeki, batıdan çok batı yanlısı yalakalar bunlardır. Çünkü onlar avcıdan çok ceylanın bir an önce öldürülmesi peşindedirler.
İşbirlikçiler bu milletin gözünü top, pop ve oto yarışları ile örtmek istemektedir. Milleti sürekli cambaza baktırmakta, gerçeklerin görülmesini engellemekte, kurulan tuzakların fark edilmesini önlemek için milleti oyalamaktadır. İşbirlikçi açıkça avcının sadık av köpekliğini yapmaktadır. Bütün bunların sonunda “AB’nin tam üyeliği” için, “IMF” adına…. özetle batılı olmak, Avrupalı olmak gibi kişilik, kimlik değiştirmek uğruna adım adım elden çıkan TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİDİR. Devlet kaybı yasal yoldan ağır ağır olmaktadır “İkiz yasalarla”, onbeş günde aceleyle AB adına çıkarılan “onbeş yasayla” , “ulusal program” ve buna bağlı gelen “ilerleme raporları” ve onun öngörüleriyle hazırlanan “uyum yasaları” ile oluşmaktadır. AB gençlik programlarının bir biri ardına uygulamaya konulması ile Türk gençliği bu AB programlarının ana amacı olan “Avrupa vatandaşlık bilincinde gençler olarak yetiştirilecektir.” Böylesi önemli bir konuya başta Türk gençliği olmak üzere tepki oluşmaması uyuşmanın bünyede ne denli ağır ve yaygın olduğunu göstermektedir.
Bütün bunlara ilâveten Türkiye’yi federasyona sürükleyecek yapıdaki yeni “yerel yönetimler yasasıyla” yapılacakların satır başları ile ne olduğu tasarıya göre açıkça şunlardır:
– Devlet “yerellik” ilkesine göre yeniden kurulacaktır.
– Bölge kalkınma ajansları kurulacaktır.
– Millî eğitim, sağlık, tarım, ulaştırma, sanayi, enerji, kültür, orman, adalet, millî savunma, dışişleri bakanlıklarının taşra örgütleri kaldırılarak, yerel yönetimlere devredilecektir.
– 1.250.000 kamu görevlisi yerel yönetimlere devredilecektir.
– Devir ve tasfiyeler, yasa çıkış tarihinden başlayarak 1 yıl içinde bitecektir.
– Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 3 ay içinde tasfiye edilecektir…
Ve en sonunda bilmem kaçıncı uyum paketinde sıra gelecek Anayasaya, millî egemenlik devrine, bayrak, millî marş, başşehir kaybına ve nihayet BÜYÜK MİLLET MECLİSİ yetkilerinin AB’ne devrine kadar varacaktır. Türk milletinin evlâtları artık görmelidir ki bu ölümcül macera daha fazla devam edemez, hemen son bulmalıdır. İstiklâl Savaşımızın şehitlerinin, gazilerinin çocukları kendilerine yakışanı yapmalıdırlar. Gün siperlerden çıkma günüdür. Gün kurşun atma günü değil, vatan için fikir üretme, yazma, okuma, bilme, bilmeyene de bildirme, Türk milletini aydınlatma günüdür.
Birçok millî Türk aydını bugün Türk milletini aydınlatma görevinin nöbetindedir. Böyle yiğit bir Türk aydınına bir örnek verelim. Türk Ekonomi Bankası (TEB) Baş Ekonomisti sayın Selim SOMÇAĞ yazılarıyla ekonomik kıskaca alınan Türkiye’ye çok önemli millî açılımlar getirmektedir. (www.selimsomcag. org) örütbağ (İnternet) sitesindeki yazılarında görüleceği gibi IMF, Dünya Bankası, AB, ABD ile Türkiye ilişkileri hiç de “tele vole iktisatçılarının” millete gösterdikleri gibi toz pembe değil. Türkiye’nin en son alacağı 8.5 milyar dolar kredinin millî güvenliğimizi ipotek altına alan askeri şartlarla birlikte dayatılması inanılacak, kabul edilecek hâdise değildir. ABD tarafından para karşılığı ve Irak’ın güneyinde Şiî bölgesinde konuşlanması istenilen askerimizin ilerdeki ABD plânlarını engellememesi için rehin alınacağı görülmüyor mu? Bir adım sonrasında Şiîlerden gelmiş gibi örtülü yapılacak saldırılarla Mehmetçik sürekli can kaybına uğratılırsa, katillerin arkasına da İran resmi konursa yakın gelecekte İran’la sıcak savaşın eşiğine gelinmesi nasıl önlenecek?
Tek dil, tek bayrak, tek millet, tek devlet, tek vatan temelinde 1923’de kurulan Türk Devleti AB sürecinde tam da bu temellerinden teker teker dinamitlenip yıkılmak istenmektedir.
Tek dil temelinde Mustafa Kemal’in fikir ufkunun derinliğini gösteren bir misâl verelim: Mustafa Kemal yurt gezisinde 16 Şubat 1931 Adana’dadır. Çarşıda gezerken birtakım insanların Türkçe’den başka bir lisanla konuştuklarını duyar ve bundan çok rahatsız olur. Akşam Türk Ocağında, Türk Ocağı gibi bir kuruluşun, Türk kültürünü güçlendirici, vatandaşlık bağlarını geliştirici çalışmalarının olmasını isteyen şu konuşmayı yapar:
“Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden önce ne olursa olsun Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk düşüncesine bağlı olduğunu iddia ederse, buna inanmak doğru olmaz… Eğer Türk Ocağı buna müsamaha gösterirse gençleri , siyasal ve sosyal bütün kuruluşlar bu durum karşısında duyarsız kalırsa, en aşağı yüz seneden beri devam ede gelen bir durum, daha yüzlerce sene devam edebilir! Bunun neticesi ne olur?
Efendiler!
Herhangi bir felâketli günümüzde bu insanlar, başka dille konuşan insanlarla el ele vererek aleyhimize de hareket edebilir… Bunlar Türk vatandaşlarıdır.
Bugün ve yarın talihimiz ve kaderimiz birdir.”
(Çukurova Tarihi – Cezmi Yurtsever, s-194)
Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN Türkçe hakkındaki bu sözleri 1931 yılındaydı. Şimdi 72 yıl sonra 2003 yılındayız. Bazı yakası ATATÜRK rozetliler de dahil olmak üzere AB tam üyeliği yollarında çok dilliliğe ve çok kültürlülüğe evet denilen yıllardayız!!! Sonuç olarak gözüken o ki:
Vatanın dün bağrına hançer dayayanlar, bugün yine geldiler, yine aynı dayatmadalar, vatanımızı, bağımsızlığımızı… yani canımızı istiyorlar. Yerli işbirlikçileri, muhipleri, yalakaları her devirde olduğu gibi yine bol miktarda var. Ama bugün de dün olduğu gibi vatanını kurtaracak kahraman evlâtları elbet bulunacaktır. İşte o, biz, onlar, ellerini birbirine kenetleyip göğe kaldıran Leventler Mehmetler ve onlar gibi daha nice on binler, yüz binler, milyonlar, milyonların meydana getirdiği tarihe sığmayan koca bir dev millet TÜRK MİLLETİ.