Ana Sayfa 1998-2012 Ülkemizin millî eğitim anlayışı - Orkun Teşvik Ödülü

Ülkemizin millî eğitim anlayışı – Orkun Teşvik Ödülü

ÜLKEMİZİN eğitim programları da ileri ülkelerde yapılan uygulamalara benzer özellikler arz etmektedir. Öğretmenin eğitimdeki rolü öğrencilere bilgi aktaran kişi konumunda olmayıp, öğrencilerin kendilerinin öğrenmesine uygun ortam hazırlayan kişi durumuna getirilmiştir. Öğretmenin ders anlattığı, öğrencinin pasif olduğu, sadece ders kitaplarına dayalı ezberci anlayışa son verilmiştir.

Küreselleşen dünyada rekabet ortamının arttığı, diğer ülkelerle her yönden yarışan ülkemizin başarısının iyi eğitilmiş bireylerle mümkün olacağı önem kazanmıştır. Öğrenci merkezli eğitim anlayışına geçen ülkemizde öğretmenin yönlendirmesi, öğrencinin de keşfetme ve öğrenme sorumlulukları vardır.

Eğitim sisteminde geçerli olan ilkeler bütün dünyada aynı olsa da, her ülkenin potansiyelini harekete geçirecek temel kriterler aynı değildir. Öğrenme tekniklerinden olan buluş yoluyla, sunuş yoluyla öğrenme, kavram haritalarından yararlanma gibi teknikler bütün dünyada geçerlidir. Öğrencilere bir şey anlatılırken, onlarda mevcut olan matematiksel, sosyal, müzikal, bedensel, uzamsal, özedönük gibi zekâ çeşitlerine hitap edecek şekilde ders anlatmanın yararı, bütün dünyada aynıdır. Ancak her ülkenin coğrafî yapısı, içinde bulunduğu koşullar aynı değildir.

Eğitim, ülke çıkarlarını ve milletin geleceğini sağlam esaslara bağlama sanatıdır. Ben de kendi ülkemin yararına olacak bir eğitim anlayışını, aşağıdaki şekilde belirtmeye çalıştım. Yararlı olması dileklerimle bu görüşlerimi açıklayacağım.

MİLLÎ EĞİTİM NASIL

OLMALIDIR?

1. MİLLÎ EĞİTİM SİSTEMİ, ÖNCE ULUSAL-SONRA DA EVRENSEL OLMALIDIR.

Eğitim sistemimizin başka ülkelerin eğitim anlayışlarını taklit eden değil, taklidinin yapılmasını gerektirecek orijinallikte bilim adamları, sanatçı ve sporcuların yetiştirilmesine hizmet edecek ilkeleri içermelidir.

Taekwando sporunun, Türkiye’de kaç tane temsilcisi olduğunu tahmin edebilirsiniz? Bu sporu Koreliler bulmuş ve bütün dünyaya yaymışlardır. Coca Cola ismini dünyada duymayan kalmış mıdır? Adidas marka spor elbiselerinin dünyadaki kalitesi tartışılır mı? Bruce Lee’nin ölümünden uzunca zaman geçmesine rağmen hâlâ unutulmadığını ve bu zamana kadar yerini doldurabilecek bir sporcunun yetişmediğini her hâlde bilirsiniz. 80 Günde Devrialem, Robinson Crusoe gibi kitapların yazarı Jules Verne ismini herhalde duymuşsunuzdur. Siyah beyaz perdenin sessiz kahramanı, komedyen Şarlo’nun filmlerini izlemişsinizdir. Bütün bunlar önce ulusal, sonra da evrensel değerlerdir. Önce kendi milletlerine faydalı olmuş, sonra da dünyaya açılarak, kendi uluslarının kalitesini artırmış birer güç unsurlarıdır. Bizim millî eğitimimiz de bu tip insanları veya bu tip markaları üretecek beyinleri yetiştirecek niteliklerde olmalıdır.

2. OKULLARDA VERİLEN EĞİTİM İLE GÜNLÜK HAYATTA KULLANILAN BİLGİLER BİRBİRLERİYLE PARALELLİK GÖSTERMELİDİR.

Evinizdeki televizyonunuz, buzdolabınız bozulduğunda veya milyarlarca değeri olan arabanız arıza yaptığında tamiri yapan kişi ve şahısların büyük bir çoğunluğunun ilkokul mezunu olduğu görülür. Yine aynı şekilde kuaför, su tesisatçısı. mermer döşemecisi, okul ve binaların reklâm yazılarını yazanların büyük bir çoğunluğunun herhangi bir okuldan mezun olmadan bir tamirci yanında yetişen ustalar olduğu bilinen bir gerçektir. Oysa ki bütün bunlar okullarından yetiştirilmelidir. En temel besinler olan ekmek, bal, yoğurt, kıyma gibi yiyecekleri de bizlere sunanlar bu konularda eğitim veren bir okuldan mezun değildirler. Günlük hayatta bizlere gerekli olacak işlerimizi yapanlar, bizlere buna benzer besinlerimizi sunanların eğitimleri okullarda yapılırsa, insanımıza daha yararlı ve kaliteli hizmet sunulacaktır.

EĞİTİM SİSTEMİNİN ÖZÜ, İNSANA HİZMET-İNSANA YARARLI BİR ŞEYLER SUNABİLMEK OLMALIDIR.

Evlerimizde otururken, işyerlerimizde çalışırken, bir sayfalık yazıyı fotokopi yaptırırken bile elektrikler kesildiğinde, elektriğin ne denli önemli bir buluş olduğu, elektriksiz hayatın çağımızda mümkün olmayacağı düşüncesinde hemfikir oluruz. Bunu düşünürken de elektriği bulan insana ve o millete saygı duyarız. Eğer bir kuduz aşısı olmasaydı, ne gibi acı durumlar ortaya çıkacağını herkes tahmin edebilir. Veya şeker hastaları için, insülin iğnesi bulunmamış olsaydı, acaba hayat nasıl olurdu? Bu buluşları bulan insanlar kıyamete kadar her zaman saygıyla anılacaklardır. Millî eğitimimiz de böyle buluşcu, insana yararlı bilgiler üretecek insanları yetiştirecek kalitede olmalıdır.

4. MİLLÎ EĞİTİM SİSTEMİ-KENDİ GENÇLİĞİMİZİ ETKİLEYECEK KAPASİTEDE FİKİR ADAMLARI YETİŞTİRMELİDİR.

Türk gençliğinin 12 Eylül öncesi ideolojik saplantıları ve bunların kalıntıları günümüze kadar devam etmiştir. Lenin, Mao gibi siyasîlerin görüşlerini ve ideolojilerini benimseyen bir gençlik… Bir zamanlar Humeyni’nin görüşlerini benimseyen İran yanlısı bir gençlik… Günümüzde de Hizbullah denilen şu an bile emniyet güçleriyle çatışmaya giren bir grup insanın varlığı bilinen bir gerçektir.

Niçin Türk gençliği kendi milletimizin dışındaki ideolojik akımlara kapılmaktadır? Mevlâna, Yunus gibi bütün insanlığa yararlı veya Nasreddin Hoca gibi bütün dünyayı güldüren hem de düşündüren fikir adamları yetiştiremiyoruz? Niçin bizim gençliğimiz yabancı ideolojik akımlara kapılarak önce kendilerine, sonra da milletimize zarar vermektedir? Bu soruların cevabı önce kendi gençliğimizi, sonra da dünya gençliğini etkileyecek kapasitede fikir adamları yetiştirecek bir eğitim sisteminin olması gerektiğidir.

5. MİLLÎ EĞİTİMDE-MİLLETİN ÇIKARLARINI KENDİ ÇIKARLARININ ÜZERİNDE GÖREN GENÇLİK YETİŞTİRİLSİN.

Bankanın içini boşaltan bir yönetici, önce kendi yakınlarını işe sokan bir milletvekili, bakanlık bütçesini kendi çıkarı için zarara sokan bir bürokrat, defterdarlığın bütçesi ile kendine disko açan bir memur, Kızılay’ın çadırlarını bıçaklayıp defolu gösteren, sonra da satan bir başkan… Buna benzer haberleri basında sıkça duymaktayız. Milletimiz bu insanları belli makamlara uygun görmüşse, bu kimselerin geceli gündüzlü çalışıp, milletimizin sevgisini kazanak yerine, önce kendi şahsî çıkarlarını tatmin etmeye çalışmaları utandırıcı bir durumdur. Bebeğinin üzerindeki battaniyeyi alıp, yağan kardan ıslanmasın diye cephanenin üzerine örten bir Türk annesinin fedakârlığını bu insanlar duymadı mı? Onca zenginliklere sahip olan ülkemizin ekonomisinin IMF’nin verdiği kredilerle ayakta kalması bu insanların hatasından değil midir?

Millî eğitimimiz, devletin ve milletin çıkarlarını kendi çıkarlarının üzerinde gören bir gençlik yetiştirecek niteliklere sahip olmalıdır.

6. MİLLÎ EĞİTİMİMİZLE, KÜLTÜRÜMÜZÜ DİĞER DÜNYA ÜLKELERİNE YAYABİLECEK ÖRNEK ŞAHSİYETLER YETİŞTİRMELİYİZ.

Bir zamanlar piyasalarda bolca bulunan Tommiks, Teksas, Zagor gibi çizgi film kahramanları ile günümüzde de devam eden, Süperman, Betman, Örümcek Adam gibi hayâlî kahramanların filmlerini izlemişsinizdir. Bunlar hayâlî kahramanlar olduğu gibi Robin Hud, Rambo gibi gerçek hayatta yaşamış sonra da filmleşmiş şahsiyetler de mevcuttur. İşte bizde de bu gibi karakterler ön plâna çıkmalıdır. Tarkan, Karaoğlan gibi gerçek hayatta yaşamış veya hayâlî olan kahramanlar ortaya çıkarmalıyız. Bu tip değerler film ya da çizgi film hâline getirilip, önce kendi milletimize sonra da dünya gençliğine sunulabilmelidir. Bu tip şahsiyetler ister gerçek hayatta, isterse sanal âlemde oluşturulsun evrenseldir. Bütün dünya gençliğine hitap ederler. Kendi milletlerinin kültürlerini hiçbir erozyona uğramadan başka milletlere de kolayca kanalize edebilirler. Bizlere kot pantolonlarını sevdiren, Amerikan kovboyları ile Red Kit gibi çizgi filmlerdir.

Bu gibi şahsiyetler bir milletin kültürünü başka milletlere yaymakla kalmayıp o millete has unsurların ekonomik alanlarda da değerlendirilmesini sağlarlar.

7. MİLLÎ EĞİTİM POLİTİKASI, BİLİM ADAMLARI VE MUCİDLERİ DESTEKLER NİTELİKTE OLMALI

Kalaşnikof silâhının ilk mucidinin Karadenizli bir Türk olduğunu, ancak buluşunu kabul ettiremediği için, Rusya’ya sattığı, bir Rusun ismiyle dünyaya yayıldığı söylenmektedir. Yine bir şahsın bitkilerden elde edilen kalıcı ve solmayan bir boyayı Türkiye’de kabul ettiremediği için yurt dışına patentini devrettiğini duydum. Yenilik ve buluşlara açık olmadığımız için veyahut da buluşcu insanlara kıskançlık duyguları içinde yaklaşıldığından, bilimsel buluşlara ve mucitlere gerekli kolaylıklar sağlanmamaktadır.

Her yeni buluş, dozajı artan eleştiri bombardımanından dolayı veya maddî destek sağlanamadığı için yurt dışına gitmekte orada patent alarak ülkemize gelmektedir. Eğitim sistemimiz bilim adamları ve mucitleri kollayan genç nesiller yetiştirsin. Bunlar da devlet yönetiminde milletvekili veya bakan gibi kadrolara geldiklerinde öncelikle kimlere sahip çıkılması gerektiğini bilsinler.

8. BULUNAN ORTAMIN ÖZELLİKLERİNİ, FESTİVAL VE KARNAVALLARA DÖNÜŞTÜREBİLECEK BİR NESİL YETİŞTİRMELİYİZ.

Brezilya’daki Rio karnavalının, Meksika’daki boğa güreşlerinin Amerika’daki kış oyunlarının, Cannes’daki film festivalinin o ülkeye ne kadar turizm geliri sağladığını, bu faaliyetler sırasında o ülkeden dışarıya ne kadar ürün satıldığını tam olarak bilmiyorum. Bir Türk genci de Edirne’deki yağlı güreşlerin, Karadeniz’deki yayla şenliklerinin ne kadar turist çektiğini bilmez. Kendi yöresinde nelerin festivallere veya karnavallara dönüştürülebileceğinin araştırmasını yapmaz.

Amasya’nın üç tarafı dağlarla çevrili olmasına rağmen, dağlar arasında bir teleferik uygulaması bu zamana kadar yapılamamıştır. Bu konu bir zamanlar Amasya basınında geçmiş, zaman içinde unutulup gitmiştir. Eğer eğitim sistemi, bulunan coğrafyanın özelliklerini karnavallara dönüştürmeye eğitimli gençlik yetiştirmiş olsaydı, bu durum sürekli gündemde kalır, bu yönde çalışmaların yapılması için sürekli kamuoyu oluşturulurdu.

9. KÜLTÜREL, SPORTİF VE MÂNEVÎ ALANLARDA DÜNYACA KABUL EDİLEBİLİR ULUSLURARASI MARKALAR ÜRETECEK NESİL YETİŞTİRMELİYİZ.

Konfüçyüs, Buda, Shakespeare gibi isimler birer uluslararası markadır. Amasya milletvekili, Adnan Uçaş’ın TBMM’sindeki bir konuşmasında, “Hep bizlere yükleniyorlar. 70 yıldır dünyada kabul edilebilir bir Türk markası üretemedik” sözleri şu an bile hafızamda. Brezilya’da çıkan ve bir anda bütün dünyayı kasıp kavuran Lambada modasını herhalde duymuşsunuzdur. Amerikalıların görünmez hayalet uçaklarını, Apaçi helikopterlerini, Marlboro sigarasını… İngilizlerin SAT komandolarını, İsrail’in MOSSAD’ını, Japonların NİNJAlarını, İtalyanların Baretta adı verilen ve Türk polisinin belinde taşıdığı 16’lık tabancaları bilirsiniz. Türk döneri, Türk hamamı, Türk lokumu gibi dünyaca kabul edilebilir uluslararası markaları günümüzde niçin üretemiyoruz? Günümüzde de niçin Adalı Haliller, Koca Yusuflar, Mimar Sinanlar yetişmiyor?

Bulgaristan’daki elbise imâlatçısı bir Türk’ün itirafı şöyle: “Yıllarca Türk olduğumuzu gizledik, müşteriler dükkâna geldiklerinde (satış yerine) geldiklerinde kendi aramızda kesinlikle Türkçe konuşmuyorduk. Ürettiğimiz markaları yabancı etiketlerle satıyorduk. Türk ismi kalitesizlik, üçkâğıtçılık veya hileli mal anlamına geliyordu”. Bugün bile, Kuşadası, Bodrum gibi turistik bölgelerde turistlere satılan, Türk tişörtleri Lotto, Adidas gibi isimlerle turistlere pazarlanmaktadır. Bu tişörtler Türk ismi ile alıcıya sunulduğunda satılmamaktadır, denilmektedir.

Uluslararası alanda kabul edilebilir bir Türk markası niçin yok? Öyleyse bütün dünyada kabul edilebilir Türk markası üretmenin zamanı gelmiştir. Yeni yetişen nesil, bu konunun önemini bilerek yetişmelidir.

Yarışmada Teşvik Ödülü

Kazanan

BEKİR KAYA

Amasya’da Hürriyet İlköğretim Okulu biyoloji öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Taekwando sporunu geliştirerek Türk döğüş sporu olarak yurt dışına tanıtmakta ve bu spor dalının resmen tanınarak topluma açılabilmesi için uğraş vermektedir.

 

Orkun'dan Seçmeler