Ana Sayfa 1998-2012 Türkiye, 29 Ekim 1930 Türkiye, Mart 2002

Türkiye, 29 Ekim 1930 Türkiye, Mart 2002

Bir an için hep beraber gözlerimizi kapayalım ve 72 yıl öncesinin 1930 yılı Ankarasına gidelim:

Tarih: 29 Ekim 1930, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin ilânının 7. yıldönümü kutlaması.

Yer: Ankara’daki Türk Ocağı genel merkez binası. O Türk Ocağı ki, Türk milliyetçiliğinin yoğrulduğu, Çanakkale ve İstiklâl Savaşlarına katılan on binlerce Türk evlâdının, Türk milliyetçiliği fikirleriyle yetiştirildiği ocak.

Konu: Türk ocağı binasında akşam saatlerinde Cumhuriyet kutlaması yapılmaktadır. Konuklar içinde bulunan Amerikalı genç bir bayan gazeteci Miss Ring ATATÜRK’e; Türkiye’nin ne zaman batılılaşacağını, Amerikanlaşacağını sorar. ATATÜRK’ün cevabı müthiştir: TÜRKİYE BİR MAYMUN DEĞİLDİR. HİÇBİR MİLLETİ TAKLİT ETMEYECEKTİR. TÜRKİYE NE AMERİKANLAŞACAK, NE BATILILAŞACAKTIR. O, SADECE ÖZLEŞECEKTİR.1

Şimdi gözlerimizi birlikte açıp bu günün acı gerçekleri ile yüzleşirsek, ATATÜRK’ün yukarıda verdiğimiz sözlerinin ne kadar kıymetli ve bu günleri bile kuşatan tespitler olduğunu çok iyi anlarız.

Sayın hocamız Prof. Dr. Ercüment KURAN’ın 1981 yılında yayınlanan bir makalesinden öğrendiğimiz ATATÜRK’ün Amerikalı bayan gazeteci Miss Ring’e verdiği bu müthiş cevap, 1930’lu yıllardaki yani cumhuriyetin ilk yıllarındaki kurucu iradenin fikrî temellerinin sağlamlığını ve millîliğini göstermektedir. 1930 yılında yaşanan bu olayın yer aldığı İngilizce kitaptaki aslından 1981-1982-1983 sayfalarının belgesini ekte veriyorum. EK-1, EK-2, EK-3.

Günümüzde gelişen olayların ışığında Atatürk’ün bu sözlerinin bazı kafalara çok iyi anlatılması gerekmektedir. Toplumumuzda son yıllarda giderek artan batı hayranlığı artık bir tutku hâline gelmiştir. Bu tutkunun şiddeti günümüzde Millî Devletimizi tehdit eder durumdadır.

Atatürk’ün yukarıda verilen altın değerindeki bu millî değer ve hedefler yüklü sözleri, kendinin ne olduğunu bilmez ve sürekli inkâr eden bazılarının suratına inen bir tokattır. Belki bu tokat onları kendilerine getirecek, düştükleri aşağılık duygusundan kurtulacaklardır. Unuttukları millî kimliklerini kendilerine hatırlatacaktır.

Bu müthiş tokata rağmen eğer bu temel konulardaki yanlışlar yapılmaya hâlâ devam edilirse, yabancıların her konuda oyuncağı olmaya devam ederiz. Üstelik bunu da ilerlemek, gelişmek, uygar olmak, çağdaş olmak, demokrat olmak, sanayileşmek adına yapıyoruz sanırız, çünkü bize öyle de sandırırlar… Kendi millî gücüne, millî kültürüne dayanmayan yani temeli bizden olmayan hiçbir şey bizim değildir. Neticesi de sonunda başkalarının emellerine hizmet etmek demektir. Başka ülkelerin amaçlarına ve oyunlarına âlet olmak demektir.

Bu endişelerin ne kadarı doğrudur diye şüphelenen, olayların sonucu neye varır diye merak edenler varsa, 4 Şubat 2002 Pazartesi serbest bırakılan IMF borç dilimini alabilmek için, ve yeni niyet mektubunda da istenen, IMF tarafından Türkiye’ye ön şart olarak koşulan, Bankacılık Kanunu, Vergi Sisteminin Geliştirilmesi ve Türkiye’de Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Reformu Programı prensip kararlarının çıkarılması olayını incelemek yeterlidir. (Cumhuriyet gazetesi 3 Şubat 2002 tarihli Banu SALMAN’ın “IMF İstediğini Yaptırıyor” haberi). Bilindiği gibi 4 şubat 2002’ye bankacılık yasası yetiştirilmiş ve çıkartılmıştır. Diğer çıkması istenen iki yasa ise zaman ve ortamın hazırlanması açısından yetişmediği için 03.02.2002 tarihinde Bakanlar Kurulunun tamamının imzaladığı prensip kararları olarak IMF’ye teslim edilmiştir. Bu prensip kararları ne Bakanlar Kurulundan çıkmış kanun hükmünde kararnâmedir, ne de TBMM’nin ve ürk kamuoyunun içeriği hakkında bilgisi olduğu konulardır. Söylenenler odur ki, söz konusu prensip kararları Amerika seyahatinde başbakandan yabancı yatırımların kolaylaştırılması çerçevesinde istenen değişikliklerdendir. Yine söylenmektedir ki:

Türkiye’de Yatırım Ortamını İyileştirme Reform Programı adı altındaki prensip kararının doğuracağı neticeler şu senaryoları karşımıza çıkarabilir. Meselâ: Adana ilimizde Yumurtalık bölgesinin özel nitelikli serbest bölge olarak ve Doğu Karadeniz’de Rize bölgesinin özel nitelikli serbest bölge olarak Ermenistan’a ihraç limanı olacak şekilde açılması düşünülüyor mu? Ve bu bölgelerimizin Amerikan sermayesine stratejik ortaklık adı altında 5 yıl tüm vergilerden muaf olarak, sendika lokavt yasağı da getirilerek, üstelik her türlü devlet teşvikinden yararlandırılarak bu bölgeleri yatırıma açmak neticesini doğuracaksa, (hattâ bu takdirde buna açmak bile denmez tahsis etmek denir.) bu durum hangi millet menfaati ile izah edilebilir? Üstelik bu sözde reform programı adı altında, Yumurtalık bölgesinde GAP bölgesinin tarımsal yapısının değerlendirilmesi, Yumurtalık’ta atom santralinin kurulması, Manavgat suyunun kaynağı dahil İsrail’e verilmesi gibi senaryolar söz konusu mudur? Bütün bunlara ilâveten Mersin ve İskenderun limanımızın kullanım haklarının da bu çerçevede düşünülüyorsa verilmesi millî menfaatler açısından tartışılması gerekli bir uygulama değil midir? Yumurtalık-Kerkük boru hattının Yumurtalık kısmındaki petrol boru hattının vanasının geleceği ne olacaktır? Bakü-Ceyhan boru hattı projesinin Ceyhan bölgesi Adana özel nitelikli yatırım bölgesi içinde mi kalacaktır? Sonuçta enerji bölgelerimizin kontrolünü ve iktisadî geleceğimizi yabancı ellere altın tepsi içinde teslim mi ediyoruz? Söz konusu Bakanlar Kurulunun prensip kararındaki yatırım promosyonu eğer bu senaryoları içermiyorsa, neyi ifade etmektedir? Bu prensip kararları sonucunda aceleyle oluşturulmakta olan (YOİKK) Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyonu Kurulu da Türk Devletini Büyük Millet Meclisi’nden idare etmek yerine kurullar ve komisyonlar vasıtasıyla yönetme düşüncesine bir yenisini mi ekliyor? Hazırlanmakta olduğu duyulan “Nitelikli Serbest Bölge” kanunu veya prensip kararı ile nelerin gelip nelerin gittiğini ne zaman öğreneceğiz? Bu nasıl bir demokrasidir ki, Türkiye’de alınan hayatî kararları en son Türk milleti duymaktadır, her şey oldu bittiye mi gelmektedir? Türkiye için meselâ Amerikalı ALAN LARSON’ların bildiklerini bizler çok sonraları zorluklarla öğrenebilmekteyiz. Bunun adı kapalı rejim değil de nedir acaba?

Evet ülkemizde giderek artan bir hızla akıl almaz şeyler oluyor ve sanılmasın ki bunlar yalnız bizde oluyor. Düne kadar örnek sanayileşmiş ülke gösterilen Japonya’da da akıl almaz gelişmeler olmakta. 2002 başında Japon bankacılık sisteminin batık iç krediler toplamı 138 milyar $ olarak açıklandı. Her birinin sanayi ortaklıkları da olan bu bankaların gerçek batık kredilerini örtülü verdikleri, bu iç ortaklıklardaki batık kredileri ile birlikte gerçek rakamların 138 milyarın çok üzerinde olduğu da ayrıca belirtiliyor.

Yani Japonya’nın iç borç toplamı millî gelirin % 140’ını aşmış durumda. Tüm dünyaya sanayi malı satan Japonya’da işsizlik de tarihinde ilk defa % 5.7 oranına çıktı. 1991’den beri Japonya’da giderek iktisadî yapı bozulmaktadır. Özetle bilelim ki, Türkiye’nin başındaki kara bulutlar bize has değil, tüm dünyada millî devletler temellerinden sallanıyor. Bu da küreselleşme aldatmacası adına yapılıyor. Hedeflenen küreselleşmeden kârlı çıkan da küresel kraliyetçiler mi olmaktadır?

Türk milleti olarak en kıymetli varlığımızın Millî Bağımsız Türk Devletimiz olduğunu çok iyi bilelim ve anlayalım. Avrupa Birliği gibi küreselleşmenin ara safhaları olan serapların millî devletimizi kendi ellerimizle bize yıktırmak olduğunu bilelim. Son 40 yılın yaşananları bize göstermektedir ki, AB’ne Türkiye’nin girmesi söz konusu değildir, ama Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye girmesi tehlikesi çok açıktır. Batı’nın AB maymuncuğunu kullanarak, milletimizin kültürünü yıkarak, vatanını parçalayarak, ekonomisini esir alarak yani özetle Türkiye’yi her mânâda bitirerek tarihten silmesi tehlikesi artık bütün çıplaklığıyla ortadadır. Aklı hür, vicdanı hür her Türk bunu bütün açıklığı ile görmektedir.

Türkiye’yi kuşatan tüm bu olumsuzlukları ve tehlikeleri şeytan üçgenine alınmış Türkiye olarak tanımlıyorum. Yunanistan, İsrail ve Ermenistan, Türkiye’nin üç köşesindeki şeytan üçgenini meydana getiren üç ülkedir. Bu üç ülke de tarihten gelen emelleri doğrultusunda Türkiye ile uğraşmaktadırlar. Bu ülkeleri dışından kuşatan, Avrupa Birliği’nin Hristiyanlık misyonunu anlatan 12 yıldızıdır. Türkiye şeytan üçgeni ile çapraz ateşe alınmış, tuzağa düşürülmüştür. Millî Türk Devletimiz Avrupa Birliği havuzu ile içinden dinamitlenmek isteniyor, içinden yıkılmak isteniyor. İktisadî krizin kökeninde Avrupa Birliği uğruna yapılan Gümrük Birliği ile gelen beş yıllık uygulama sonucunda 52 milyar $ zarar vardır. Başta AB ülkelerinin her türlü destekleri neticesinde bize 30.000 cana ve 150 milyar dolara mal olan PKK olayı da vardır. 2002 Türkiyesinde de başta AB kaynaklı Türkçe dilinden başka dilde eğitim ile kültürel yapımızı parçalama plânını günümüzde ibretle izlemekteyiz. Bu gibi olumsuz yüzlerce gelişmeyi belirtmek mümkün ama ayrıntıda boğulmayıp ana yapıyı görmeli ve ana yapıyla mücadele etmeliyiz. Çünkü zaman kısaldı, enerjimiz de sabittir. O hâlde Türk milleti olarak sabit enerjimizi önümüzdeki belirli zaman diliminde Millî Devletimizi, Cumhuriyetimizi kollama ve korumaya harcayalım. İşte o zaman bir Türk, tarihte olduğu gibi bin işbirlikçi acenta kafalı sömürge ajanına bedel olacaktır.

Özetle, bu yazının ana fikri olan ATATÜRK’ün bu konunun özüne ait tarihî tespitini yeniden bir, evet bir daha belki de, onlarca defa okuyalım, hattâ evlerimize, iş yerlerimize, duvarlarımıza yazalım ki, son yıllarda basın yayınla yapılan beyin yıkamalara karşı gençlerimizi, milletimizi bu sözlerdeki mânevî zırhla koruyabilelim. Ve Atatürk’ün baş tarafta verdiğimiz sözlerini bir defa daha hatırlayalım:

TÜRKİYE BİR MAYMUN DEĞİLDİR. HİÇBİR MİLLETİ TAKLİT ETMEYECEKTİR. TÜRKİYE NE AMERİKANLAŞACAK, NE BATILILAŞACAKTIR. O SADECE ÖZLEŞECEKTİR.

1. Josahp C. Grew’s Diarles, MS. Am 1687. c. 49 s. 1981-1982, Houghlon Library, Cambridge, Mass.

EK:I

-1981.sayfa

considerable length about his theories concerning the origins of the Turks, Ellis finally being reduced to complete silence by the crudition displayed by the Gazi. The next day Colonel Tevfik, the Gazi’s secretary, told me that the President was much impressed by Ellis’s background and had found him a very “substantial” person; Finally the Gazi proposed to Ellis and to me – the Gazi having pulled me into the group – that we drink a glass of champagne to the friendly relations of Turkey and the United States whereupon Ellis remarked flatly and with emphasis that he never touched “liquor” or words to that effect, in the downright tone of the usual fanatic on the subject. If these people would only say “I’II touch my lips to the glass but you must excuse me from drinking on account of my principles” the world might have more sympathy for them. The G. Looked a bit startled but finally suggested that Ellis might quaff lemonade while he and I did the honors in good solid champagne – which we did. I them ran the risk of straining the G’s good temper by introducing Miss Ring of the ASSOCIATED PRESS for whom I have for the past three years been trying in vain to get an interview. He greeted her pleasantly enough and said that his feeling for the U.S. was one of affection and admiration but was a little taken aback when she posed her first question: “In what respects does Turkey wish to be Americanized?”. Then his eyes flashed and he replied pretty emphatically that Turkey is not a

EK:II

-1982.sayfa

monkey and doesn’t wish to copy any nation; Turkey isn’t being Americanized or westernized but “purified”. The interview lasted hardly five minutes and I gathered the next day that the G. wasn’t particularly pleased with Miss Ring’s question. Meanwhile the diplomats and the Gazi’s entourage looked on at a respectful distance with expressions which said quite clearly to me “How dare you take up so much of the great one’s precious time?”.

But Miss Ring got her long desired audience and was profoundly grateful and she sent off the following telegram to the A.P.:

“Tonight Mustapha Kemal Pasha spoke for American public first time many years. Receiving Associated Correspondent during ball celebrating Turkish Republics eighth anniversary Ghazi “Conqueror” said in Turkish “My feeling toward America is one of affection and admiration” But questioned what respects he would like Turkey Americanized Kemals blue eyes flashed “Turkey isnt trying copy any nation” He said emphatically “Only monkeys copy. No nation can try be like another. Nations can progress solely through developing own racial gifts own special culture and thats what Turkey is doing” Kemals achievement past eight years in light this declaration is stimulation long undeveloped aptitudes Turkish race – so long undeveloped that occident prone disbelieve their existence. Occident says Kemal abolished Sultanate Caliphate fez polygamy

EK:III

-1983.sayfa

Arabic alphabet Kemal established Republic separation church state emancipation women education masses – its all Kemal but Kemals answer is “Not eye but development Turkish peoples own aptitudes made this progress possible” Kemals eyes Turkey isnt being Americanized or westernized. Shes being purified. Cleared of stultifying Islmanic traditions Islmanic mental handicaps she emerges pure Turkey not “Monkey” imitator occident” What remains for Turkey to do” Ghazi concluded “Is nothing new. Its simply to develop further and further every field where development already begun”

Alice left the party early on account of the crowds and the heat. The girls had a good time and danced continuously. Got home about 2, to bed at 3 and up at 8 for another strenuous day. But I shan’t be sorry when the week is over.

Thursday, October 30. Angora.

Began the day with a good walk with Anita; how I am going to miss her when she goes to Berne:

Received the visit of the new Minister of Iraq Nadji Shevket Bey. As he doesn’t speak any known language he brought his secretary to interpret. I hope that as a result of the visit the relations between Iraq and the United States are not going to be unduly strained but the trush is that, as on all such occasions, I offered my
 

Orkun'dan Seçmeler