Ana Sayfa 1998-2012 Türkçülük ve Kazakistan’daki millî bağımsızlık hareketi

Türkçülük ve Kazakistan’daki millî bağımsızlık hareketi

KARDEŞ Kazakistan Cumhuriyeti bağımsızlığını ilân ederek Birleşmiş Milletler Teşkilâtına üye olalı 10 yılı aşkın bir süre geçti. Orta Asya Türklerinin bağımsızlıklarına kavuşmaları hiç kimsenin tahmin edemediği bir olgunun gerçekleşmesi, Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle mümkün oldu. Ancak bu bağımsızlık göründüğü gibi kolay elde edilmemiştir. Kazakistan’ın bağımsızlığına giden yol çok zor, uzun ve kanlı aşamalardan geçmiştir. Rusların Türkistan’da uyguladıkları soykırım ve ideolojik baskının en büyük kısmının Kazakistan’ın payına düştüğünü söylersek mübalağa etmiş olmayız. Sovyetlerin 1925-1933 yılları arasında Kazakistan’da uyguladıkları kollektivizasyonun gereği olarak halkın elindeki hayvanları zorla toplandı ve bunun neticesinde 4 milyondan fazla insan açlıktan kırıldı. Sıradan halka yapılan bu soykırımdan sonra toplumun beyni olan Kazak aydınlarının plânlı, programlı katliamına tanık oluyoruz. 1949’dan itibaren Kazakistan Sovyetlerin nükleer, kimyasal ve biyolojik silâh deneme üssüne çevrilmiştir. Nesillerdir uygulanan Ruslaştırma ve ideolojik baskı politikaları Kazaklara ana dillerini, millî kültürlerini ve dinleri unutturmaya başka bir ifadeyle mankurtlaştırmaya yönelik idi. Ancak bütün bu mezalime rağmen bağımsızlık hareketi, millî mücadele devam etti. Kazakistan tarihinin karanlık sayfasını oluşturan Rus baskısı altında geçen yıllar ve bu dönemdeki millî mücadele, esaslı ilmî çalışılmayı gerektiren bir konudur.

Kazakistan’ın bağımsızlığını ilân ettiği günden beri komünizm çehresi altına gizlenen sömürgeci, emperyalist Rus şovenizmi tarafından Kazaklara okutulan düzmece tarih millî değerler esas alınarak yeniden yazılmıştır. Günümüzde Kazakistan’da Rus boyunduruğu altında geçen yılları inceleyen bilimsel çalışmalar yapılmaktadır. Son yıllarda yapılan böyle çalışmaların içinden Türkistan coğrafyası ve bütün Türk dünyası için ortak değer atfeden bir çalışmadan ayrıca bahsetmek, ilgililere duyurmak ihtiyacı hissettik. Bu yazımız aynı anda Türkistan konusuna, dış Türklere ilgi duyan, bu dâvaya hayatlarını adamış ve bu sevdayla yanıp tutuşanlara müjde haberimizdir. Doktor Sabit Şildebay’ın “Türkçülük ve Kazakistan’daki millî bağımsızlık hareketi” adlı eseri Türkistan coğrafyasında çıkan, Türkçülük kavramını esas alan ve açıkça zikreden ilk kitap olma özelliğini taşımaktadır. Kitap, çarlık ve Sovyet Rusyası dönemlerinde “pantürkizm” kavramıyla kuşatılarak insanlık için tehlikeli ve zararlı bir akım olarak lanse edilen Türkçülüğün doğuşunu, gelişimini, bu akımın Kazakistan’daki millî bağımsızlık hareketine etkisini konu almıştır. Kazakistan’da basılmış olmasına rağmen çalışmada Türkiye dahil bütün Türk dünyasında konuyla ilgili olarak neşredilen tüm önemli kaynaklara ulaşılmıştır. Eserin genelinde dar milliyetçilik, kabilecilik hastalığından uzak, olgun Türkçü yorum tarzı dikkat çekmektedir. Her ne kadar kitabın adı “Türkçülük ve Kazakistan’daki millî bağımsızlık hareketi” olsa da çalışmada sadece Kazakistan ile sınırlı kalınmamıştır, kitap Sovyet ihtilâlinden önce ve sonra bütün Türkistan’da cereyan eden olayları kapsamaktadır. Ayrıca bu dönemlerde mücadele eden Türkçülerin kendi aralarındaki çekişmelere, düşmanlarıyla sürdürdükleri amansız mücadeleye ve aydınların Türkistan’ın geleceğine ilişkin fikirlerine yer verilmiştir. Bu çerçevede İ. Gaspıralı, M. Çokay, Z.V. Togan, Y. Akçora, T. Rıskulov, M. H. Sultangaliyev, M.E. Resulzade, A.Bökeyhan, Z. Gökalp, A. Baytursın, A. İshakî, M. Mehbudî, M. Karî gibi Türkçülük uğrunda, Bölünmez Ulu Türkistan yolunda mücadele eden aydınların eserlerinden istifade edilmiştir. Ayrıca Özbekistan ve Kazakistan devlet arşivlerinde son yıllarda çıkan ve Sovyet döneminin karanlık sayfalarına ışık tutan tarihî belgelerden de geniş ölçüde istifade edilmiştir. Yazar Z. Gökalp’ın 1924 tarihli Türkçülüğün Esasları adlı eserindeki tezlerin yorumunu yaptıktan sonra Türkçülük akımının çıkış yeri ve merkezinin Türkiye olduğu yönündeki kanaate karşı fikir beyan ediyor (s.6).

Şildebay kitabında Sovyet döneminde parti siyaseti doğrultusunda Türkçülüğe karşı çıkan tarihçilerin beyanatlarını hata değil baskıdan kaynaklanan mecburiyet olarak nitelendirmektedir. Çalışmada Türk dünyası dışındaki ABD, Çin ve Batı Avrupa devletlerine mensup tarihçilerin Türkçülük hakkındaki görüşlerine de yer verilmiştir (s.16). Bununla birlikte eserde 20. asrın başlarında Türkistan’da çıkan dergi ve gazetelerden de geniş ölçüde istifade edilmiştir. Kitabın ilk bölümünde genel olarak Türkçülüğün ortaya çıkış sebeplerine, önşartlarına yer verilmiştir. Bu çerçevede Rusların Türkistan halkına yönelik sömürgeleştirme faaliyetlerine değinilmiş, buna tepki olarak çeşitli zamanlarda toplanan Rusya Müslümanlarının Kurultaylarında tartışmalar üzerinde durulmuştur (s.39). Ayrıca Ruslaştırma ve Hristiyanlaştırma politikalarına karşı faaliyette bulunan usulü cedit okullarına ilişkin belgeler de yer almaktadır (s.44). Yazar Çarlık Rusya hükûmetinin Hristiyanlaştırma, Sovyet yönetiminin dinsizleştirme, ruslaştırma çalışmalarına ilişin arşiv belgeleri ile Türk boyları arasına fitne sokarak kardeşi kardeşe düşman etme, başka bir ifadeyle “parçala, böl ve yönet” anlayışına ilişkin somut örnekler veriyor. Rus emperyalizmine karşı Müslüman Türk boylarını birleştirici unsur olarak öne çıkan Türkçülük, zamanla baskı sonucu millî benliklerini kaybetmeye başlayan Türk boylarının tek ve son umudu olarak görüldü. Sömürgeciliğe karşı mücadele eden aydınların Türkçülüğe sarılmaları yüce Türk ruhunun ölmediğinin, asırlardır Türklerle özdeşleşen özgürlük ruhunun hâlâ kanlarda dolaştığının deliliydi (s. 45). Yazar Orhun kitabelerinde yer alan Türk birliği fikrinin tüm zamanlarda güncelliğini koruduğuna değinerek birliğin geleceğine ilişkin fikirlerini beyan ediyor (s. 49). Kitapta Türkçülük akımının gelişimi ve Kazak bozkırlarındaki sosyal, siyasî yapılanmaya etkisi ele alınmış, akımın mimarları ve ateşli savunucuları olan İ. Gaspıralı, M. Çokay, A. İbragimov, M.E. Resulzade, Y. Akçora, A. Topçubaşoğlu, Z.V. Togan gibi şahsiyetlerin fikrî faaliyetleri mukayeseli olarak incelenmiştir (s. 50-91). Türkçülük hareketinin o zamandaki gayesi Türk halklarının bağımsızlıklarına kavuşmasıdır. Bu gayeye ulaşmak için Türkçülerin kendilerine siyasî olarak daha yakın akımlarla ittifak kurdukları bilinen bir gerçektir. Kitapta Türkçülük hareketinin çeşitli dinî akımlarla etkileşim içerisinde olduğundan, Rusya’nın Türk olmayan sömürge topluluklarını kendi saflarına çekmek için bazen ortak değer olan İslâm bayrağı altında hareket ettiklerinden bahsedilmektedir. Bu bağlamda 1-12 Mayıs 1917’de toplanan Rusya Müslümanları Kurultayındaki çekişmelere, özellikle uniter Rusya’ya dahil olma yandaşı S. Maksudî, A. Salih, A. Ishakî, A. Tselihkati ve federe devlet içerisinde özerklik talep eden Z.V. Togan, C. Dosmuhammed, M.E. Resulzade grupları arasındaki mücadeleye tanık oluyoruz (s. 96). Şildebay söz konusu fikir ayrılığını ve özellikle Tatar aydınlarının özerkliğe karşı çıkıp bölünmez Rusya’ya dahil olma isteklerini, Türkçülük hareketi ile millî mücadeleyi yıpratan bir olgu olarak görüyor. Her ne kadar mesele özerklik yandaşlarının isteği doğrultusunda çözüme kavuştu ise de aydınlar arasındaki bu çekişme Türkçülük hareketine nifak sokmak isteyen Rus hükûmetinin işine yaradı ve dar milliyetçiliğin ön plâna çıkmasının nedeni sadece Türkçü aydınlar arasında boy gösteren anlaşmazlık değildir. Asıl sebep 20. asrın başında Rusya’da oluşan siyasî tablodur. Çarlık yönetimi dağılıyor, bir yandan savaş, öte yandan ihtilâl, tam bir anarşi ortamı, herkes kendi derdiyle uğraşıyordu. Türkçülük hareketini ayakta tutma ve tek bayrak altında birleştirme çabalarının neticesinde 10.12.1917 tarihinde Türkistan (Kokan) muhtariyeti kuruluyor. Ancak Mustafa Çokay’ın eseri olan bu oluşum Orta Asya’ya saldıran Ruslar tarafından dağıtılıyor. Bundan sonra 12.12.1917 tarihinde Kazak aydınları Alaş muhtariyetinin kuruluşunu ilân ederler.

Alaş Orda hükûmetinde A. Bökeyhan, M. Dalat’la birlikte dağılan Türkistan Muhtariyetinin liderleri M. Çokay ve M. Tinişbay’ın yer alması ayrıca devletin adı olarak da Türkistan Türklerine ortak Alaş adının seçilmesi bu devletin kabilecilikten uzak, bütün Türkistan’ı kucaklama amacı güden bir oluşum olduğunun ispatıdır (s. 118). Sovyet ihtilâlinin başarıya ulaşması Türkçü camia için bir umut ışığı olmuştu. Bolşeviklerin “azınlıklara kendi kaderlerini tayin hakkı verilecektir” sloganı millî komünizm görüşüne önem kazandırmıştır. Millî yani Türk komünizmi, komünizm ilkeleri ile Türkçülüğü esas alan kombine bir akımdır. Millî komünizm eksenli fakat Orta Asya’daki Türk boylarını bir araya getirecek Türkistan devletini oluşturma fikri T. Rıskulov ve M. Sultangaliyev tarafından ortaya atılmıştır. Türkiye’de yeni yeni bilinmeye başlayan Turar Rıskulov ve M. Sultangaliyev’in millî komünizm esaslı Türkistan devleti kurma yolundaki mücadelesi Şildebay’ın eserinde ayrıntılı olarak incelenmiştir. Bu bağlamda T. Rıskulov’un başkanlığında kurulan ve Türkleri devlet kademelerine, yönetimine çekme, eğitme amacı güden Müslüman Bürosuna ilişkin bilgilere de yer verilmiştir (s. 123). Müslüman Bürosunun Sovyet Müslüman coğrafyasında gün geçtikçe artan popülaritesi Rıskulov ve arkadaşlarını Rus şovenistleriyle karşı karşıya getirmiştir. Türkistan’da yönetime çoğunlukla Türklerin yerleştirilmesi elbette ki Rusların tepkisini çekmiştir. Rusların şovenistik ve sömürgeci tavırlarının açıkça ortaya çıkmaya başlamasıyla Müslüman Bürosu Türkistan halklarının ortak tarihî değerlerini muhafaza etmek ve halklar arasındaki kardeşliği pekiştirmek amacıyla “millî ülkü” arayışına girmiştir. Bu millî ülkü Türkçülük, bölünmez Türkistan ülküsünden başkası olamazdı elbette. Bu ülkünün gereklerinin yerine getirilmesi için iki yol belirlenmiştir. İlki Türkistan coğrafyasında yaşayan halkları Türkçülük ülküsü etrafında toplamak suretiyle, mevcut Türkistan Cumhuriyeti’ni gerçek ve hukukî anlamda bir Türk Cumhuriyeti yapmaktır. İkinci bir yol Türkistan halklarının ayrı ayrı kuracakları millî cumhuriyetleri Türk Devletler Konfederasyonu bayrağı altına toplamaktır (s. 136). Söz konusu düşüncelerin Türkistan’daki aydınlar tarafından desteklendiğini görüyoruz. Örneğin Capparov, Za Partiyu dergisinde şunları yazmaktadır: “Türkistan’da yaşayan Özbek, Kazak, Kırgız, Türkmen ve diğerleri başlı başına birer millet değildirler, hepsi de bölünmez Türk ulusundan, Türk milletindendirler”. Türk boylarını Türk Sovyet Cumhuriyeti olarak adlandırılan bir devlet çatısı altında toplama fikri RKP (b) merkez komitesi tarafından soğuk karşılanır. Rıskulov bu durumu derhal Lenin’e bildirerek açıklama talep eder. Zira Türkistanlılar onun diğerlerinden farklı, Rus şovenizmiyle kirlenmemiş biri olduğunu düşünüyorlardı. Ancak Rıskulov ve arkadaşları yanılgıya düşmüşlerdir. Lenin cevap yerine Frunze komutasında asker gönderir Türkistan’a. Rıskulov da Sovyet yönetiminin pantürkist, panislamist, ırkçı burjuva suçlamalarına maruz kalır ve 22.07.1920 tarihinde görevden uzaklaştırılır (s. 138). Şildebay’ın kitabında millî komünizmin bir diğer önemli temsilcisi M. Sultangaliyev’in fikirleriyle faaliyetine de geniş bir yer ayrılmıştır. Yazar, Sultangaliyev için “1920’li yıllardaki Sovyet Türkleri tarihinde önemli rol oynayan büyük lider, o dönemlerde muammaya dönüşen milletler meselesiyle uğraşan devlet adamı” ifadesini kullanmıştır (s. 143).

Sultangaliyev’in Sovyet idaresi altındaki Türklere uygulanan Stalin politikasına açıkça karşı çıkması, Stalin’le Sultangaliyev arasındaki çekişme detaylı bir şekilde incelenmiştir (s. 144). Çalışmada ortak amaca hizmet eden Rıskulov-Sultangaliyev-Togan üçlüsünün Sovyet idaresi ve Rus şovenizmiyle mücadelesi de çeşitli yönleriyle ele alınmıştır (s. 145). Sovyet döneminin başlangıcında millî ülkü için mücadele eden Rıskulov ve Sultangaliyev gibi komünist Türkçüler amaçlarına ulaşamadan iki yüzlü Sovyet yönetiminin terörüne maruz kaldılar. Her ikisi de pantürkist, panislamist, Türkiye casusu suçlamalarıyla idam edildiler.

Şildebay’ın eserinde Sovyet zulmünden kaçarak kurtulan ve Türkistan ülküsü yolundaki mücadelelerine gurbette devam eden muhacir Türkçülerin faaliyeti de bir bölüm hâlinde incelenmiştir. Bu bölümde Türkistan liderleri M. Çokay, Z.V. Togan, A. Ishakî, F. Tohtar, M.E. Resulzadelerin Türkiye ve batıda yürüttükleri millî bağımsızlık mücadelesi ele alınmıştır. Kitap hakkında bir genelleme yapmak gerekirse Şildebay Çarlık ve Sovyet Rusyasının sömürgeci baskısına maruz kalan Türkistan Türkçülerinin millî bağımsızlık mücadelesini ve bu kutsal mücadeledeki Türkçülük ülküsünün rolünü araştırmıştır. Çalışmanın bu konuda yazılan ilk eser olmasına karşın son derece başarılı olduğu kanaatindeyiz. Kitabı okudukça Sovyetlerin dağılmasının bir rastlantı olmadığı. Türkistan’da o çetin günlerde bile Türkçülük adına her düzeyde mücadele edildiği gerçeğini kavrıyorsunuz. Türkçülüğün zor ve çileli bir dâva olduğunu ancak bu yollardan geçenler bilir. Kazakistan’da Türkçülük üzerine bir kitap çıktığını duyduğumuzda ve hele o kitabı ilk defa ele aldığımızda yazarın Turgut Özal’ın başlattığı büyük öğrenci projesi çerçevesinde Türkiye’ye gelip eğitim alan kardeşlerimizden olduğunu düşündük. Zira Türkçülük aşısı ancak yıllardır Türklüğün tek bağımsız karakolu olan Türkiye’den temin edilir kanaatindeydik. Rus mezaliminden yeni kurtulan Orta Asya Türklüğü henüz buna hazır değildir diye düşünüyorduk. Ama çok şükür ki yanılmışız. Sabit Şildebay, damarlarındaki asil kanın çağrısına kulak veren (hiçbir zaman Türkiye’ye ayak basmamış) bir Kazak Türküdür.

Bu kitap Türkistan Türklüğünün dirilişinin, şanlı geçmişimize dönüşünün alâmetidir. Kazakistanlı kardeşlerimizi tüm kalbimizle kutlar, başarılarının devamını dileriz.
 

Orkun'dan Seçmeler