Dergimizin bu sayısındaki Türkçe özel bölümü için hazırladığımız anketin sorusu şudur: “Talim ve Terbiye Kurulu’nun 5-6 yaş gruplarına yabancı dil uygulaması kararını nasıl karşılıyorsunuz?” Anket cevaplarını, çerçeveler içinde bulacaksınız.
Nerde görülmüş ki, bir milletin insanları 100 yıl önce, hattâ 50 yıl önce yazılan dilini anlamasın?
Nerde görülmüş ki, insanların kullandıkları kelimelerin (sözcük de desen olur. O da Türkçe.) cinsine göre siyasî tavırları, bağlantıları, hattâ dine karşı tutumları belirlensin? Olamaz! Böyle garabetlere Türkiye’den başka bir yerde rastlamak mümkün değil!
Türkçe’nin başına gelenler, hızla gelmekte, getirilmekte olanlar, aynı zamanda Türk milletine neler yapılmış olduğunun, Türkiye’nin başına da neler gelebileceğinin birer açık seçik göstergesi. Onun için kendisini Türk sayan, bu kültürün mensubu olan, içinde hâlâ gerçek vatan, millet sevgisi olan herkesin artık pür dikkat kesilmesi, ufak tefek ayrılık gayrılıkları bir kenara bırakıp birkaç ana hedef konusunda birleşmesi gerekiyor: En önemli hedef, birinci kurtuluş cephesi, Türkçe. Neden mi? Unutmayalım: Türkiye’nin kurtuluşu Türkçe’nin kurtuluşuna bağlıdır; Türkçe giderse, ne Türkiye kalır, ne Türk Dünyası, ne de Türk (Yâni Türk Kültürü’ne mensup olanlar).
TÜRKÇE’NİN BAŞINA GELENLER
Bir dilin yaşayabilmesinin ilk şartı, eğitim dilinin tümüyle o dilden olması. Onun içindir ki, sömürgeleşmemiş her ülkede eğitim dilinin resmî dilden başka bir dilde olması ülke anayasasına aykırıdır. O kadar ki, Avusturya gibi ülkelerde yabancı öğrencilerin bile başka dilden eğitim görmeleri yasalara aykırı. Hele yabancı dilden eğitim anaokuluna kadar inerse o ülkenin dili bir iki nesil sonra toptan yok oluyor. İşte İngilizler bunu İrlanda’ya yaptı. Ama o zaman İrlanda, İngilizler’in İrlandalı’lara yaptığı envai çeşit zulümlerle tuzlanmış bir işgal altındaydı. Fransızlar da, Osmanlı-Türk devletinden kopardıkları Müslüman Kuzey Afrika ülkelerinde aynı siyaseti güttüler. Zulümler hâlen devam ediyor (kullanılan el alt yöntemlerine, iyi bakmak lâzım). Oralarda pek Arapça kalmamış. Bunun arkasında, Roma İmparatorluğu’nun eskiden Hıristiyanlaşmış eyaletlerini Müslümanlıktan sıyırıp yeniden Hıristiyanlaştırmak da yatıyor. Dil ve din yok edilirken bir yandan da Müslüman yer isimleri hep Hıristiyan Roma dönemi adlarına dönüştürülüyor. (Acaba bizim gençlerden artık kaçı “Libya”nın Osmanlı “Fizan”ı olduğunu biliyorlar; ya “Tripoli”nin “Trablus Garp” olduğunu? Çok uzaklara gitmeye gerek yok: “Göreme”, “Kapadokya”, hattâ “Cappadocia” olmadı mı? Behramkale resmen “Assos”, daha önceleri “Reşadiye” olan yer şimdi “Datça” değil mi? Hatırlayan kim? Hadi bunları da bırakın: TCDD, Haydarpaşa Garı’na öyle bir “Türkiye” haritası asmış ki -çoktandır orada- her köyün, her derenin adı bile Yunanca/Lâtince! Geçenlerde THY’nin “Skylife” dergisinde de benzeri bir harita gördüm.)
Türkiye’de İngilizce eğitim dilli ilk Türk okulunun Türk Eğitim Derneği’nin Yenişehir Lisesi’nin (benim okuduğum okul) İngiliz/Amerikan parmağıyla “Ankara Koleji”ne 1954’de dönüştürülen okul olduğunu kaç kere yazdım [Bkz. Turgay Tüfekçioğlu’nun hazırladığı “Oktay Sinanoğlu ve Türkçe” adlı kitaptaki 1970-1999 arası makalelerim Çelik Dağıtım, P.K.30. Gemlik, Bursa 2000 (IV. Baskı)]. Sonra bu oyun çorap köküğü gibi gitti: “Anadolu (yâni “Anatolia”; Roma eyaletinin adı) liseleri, kolejler, sonra ODTÜ, derken Boğazici Üniversitesi, yakınlarda da, şimdiki Y.Ö.K. eliyle nerdeyse tüm üniversiteler. İngilizce ile eğitim diğer Avrasya Türk ülkelerine de götürüldü. Nisan 2000’de sessiz sadâsız bir Talim-Terbiye (M.Eğ. Bk) kararı çıktı: 5-6 yaşındaki çocuklara İngilizce mecburî oluyor. İşte 40 yıldır korktuğum başımıza geldi. Bundan sonra bir nesil geçince (Kazakistan’da da Ruslar’ın yaptığı gibi) ana baba, çocuğuyla Türkçe konuşamayacak.
Hâlâ çıkıp “Yâni çocuklarımız İngilizce öğrenmesin mi?” diyecekler var mı? Gerçi, bu ayaklara artık pek gerek kalmadı. İç düşmanlar, dış düşman ortada gözükmeden, aldı başını gidiyor, pervasızca bir gidiş, gidiş değil tasallut, Türk’ün her değerine korkunç bir saldırı. Çocuklar, her ülkedeki gibi önce kendi resmî dilini (yâni çoğunluğun anadili) iyice, eskisiyle, yenisiyle, lehçeleri ile hele bir öğrensin, mesleğini, işini gücünü Türkçe ile yapabilir olsun, ondan sonra gereken yabancı dil veya dilleri ayrıca, yabancı dil kurslarında (her ülkedeki gibi) ve yeteri kadar öğrenebilir. Yalnız ve yalnız sömürgelerde, âmir ülkenin dilini bilmeyen adamdan sayılmaz, iş bulamaz. Zaten sömürgeleşince yaratıcı düşünmeyi, kafa yormayı gerektiren işler, meslekler kalmaz ki. İş sahaları sadece yabancının “hamburgerci”sinde, “pizzacı”sında, yabancının eline geçmiş toprağında ırgat olarak çalışmak, en kabadayısı yabancı malları pazarlamak, reklâmını yapmaktan ibâret kalır. Ne oldu sanayileşmeye? Ne oldu modern tarım ve hayvancılık geliştirmeye? İşte size bir tavuk mu, yumurta mı, önce hikâyesi: Yabancı dille eğitim, kafaları, ruhları sömürgeleştirir. Böyle kendi ulusuna yabancı gibi yetişenler de sömürgeci vahşi Batı’nın bütün telkinlerine sarılıverirler. Ne sanayin kalır, ne tarımın, sonunda ne de toprağın. Derken sömürgecinin hâkim kıldığı bu vatansız sınıf, eğitim dilini yabancı sömürgeci diline çevirmede, tarihine küfretmede, yer isimlerini düşmanın diline çevirmede gemi azıya alır; ve bir fâsit dairedir, kısır döngüdür gider. Bunlar yalnız ülkemizde oluyor zannedilmesin. Bütün sömürgelerde aynı şeyler olmuştur.
Tersine, kalkınan ülkeler ise (“Asya Kaplanları” gibi), bu sömürgeliştirilme tuzağına düşmemiş, Batı’nın, IMF’nin dediklerine direnmiş, bağımsız bir tutum içinde ve haysiyetlerini, kendilerini koruyarak Batı ile etkileşimlerini sürdürmüşlerdir.
Görülüyor ki “Türkçe” derken, iktisat dâhil, hayatın her unsuru için içine giriyor.
Türkçemize sahip çıkmanın, onun için de en başta yabancı dille eğitime karşı durmanın artık bir hayat-memat, ölüm-kalım meselesi olduğundan kimsenin şüphesi kalmasın. Bu konuda tüm vatanseverler birleşmeli. Ancak bu birleşmeyi engelleyen bazı mânâsız engebeler oluşturulmuş. Bunlara başka bir yazıda göz atacağız inşallah. Türkçe’nin başına gelenler arasında bunlar da var. Bu ara unutmayalım:
Türkçe olmadan Türk Kültürü olmaz,
Türk Kültürü olmadan Türk Kimliği bulunmaz,
Kimliksizin öz güveni, özüne itibarı yoktur,
Özüne itibarı olmayanın haysiyeti olur mu?
Türk dediğin haysiyetsiz yaşamaz.
NE DİYORLAR?
BU GİDİŞLE TÜRKÇEYE GEREK KALMAYACAK
Bu öğretim İngiltere’de başka bir dil için yapılıyor mu? Bu gidişle Türkçeye gerek kalmayacak demektir. Anayasamız neyi emretmektedir? Buna da bakmalıyız.
Prof. Dr. Kemal YAVUZ
(İst. Ün. Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Öğretim Üyesi)
NE DİYORLAR?
TÜRKÇE BİLİM DİLİ OLARAK YETERLİDİR
5-6 yaş grubu için tamamen olumsuz karşılıyorum. İlköğretim 3. ve 4. sınıflarında -Türkçe öğreniminin önüne geçmemek şartıyla- yabancı dilin öğrenilmesi bakımından faydalı olabilir. Ama Türkçe öğretimine gereken önem ve ağırlık verilirse.
5-6 yaş grubu, önce kendi diline saygı ve sevgiyi öğrenmelidir.
Fen bilimlerinde yabancı dille öğretime karşıyım. Kendi dilimiz bilim dili için yeterlidir. Aksi hâlde müstemleke memleketlerin ikinci sınıf dili durumuna düşer.
Orta öğretim ve yüksek öğretim kurumlarında bilim dalı olarak yabancı dil kompleksi duymaya gerek yok. Önceleri öyle düşünüyordum ama şimdi şartlar değişti diye kimse kendini kandırmamalı. Herkes bu konuda aynı düşünmeli.
İskandinav ülkelerinde çok iyi dereceyle İngilizce öğretildiği hâlde, Norveç’te, İsveç’te İngilizce öğretim veren tek bir üniversite yoktur.
1843’lerde Derviş Paşa, devletin adı Osmanlı olmasına rağmen, bu ülkede Rumca, Ermenice, Arapça konuşanlar var demedi, Türkçe’yi savundu. Usul-i Hikmet-i Tabiiye ve Usul-i Kimya adlı kitaplarını yazdı. O tarihlerde Namık Kemal bile Fransızcayı savunuyordu. 1870’lerden sonra özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında bu kompleks yenildi. Türkçe, bilim dili olarak yeterlidir.
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi
(İst. Ün. Cerrahpaşa Tıp Fak. İç Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı)