Ana Sayfa 1998-2012 TÜRK TARİHİNİN KAHRAMANLARI LVIII: EBULFEZ ELÇİBEY

TÜRK TARİHİNİN KAHRAMANLARI LVIII: EBULFEZ ELÇİBEY

Prof.Dr. Saadettin GÖMEÇ

Kendisini Mustafa Kemal’in askeri olarak niteleyen, Türklüğe ve Türk Dünyasına karşı sevgisi sınırsız olan, böyle bir kişi Türk milletinin içinden ancak yüz yılda bir çıkar. Tarif etmeye çalıştığımız bu insan malum olduğu üzere Ebulfez Elçibey’dir. Ama, ne yazık ki bu büyük adamı milletçe sahiplenemedik.

Yüzlerce sene önce Türk milletinin başına gelen felaketler hususunda Kök Türk Yazıtlarında şunlar kayıtlı: “Tanrı şöyle demiş: Han verdim, hanını bırakıp boyun eğdin. Bunun için Tanrı öldürmüştür. Türk milleti öldü, mahvoldu, yok oldu”. İnsanlar arasında birlik ve beraberlik bulunmadığı, töreden ayrılındığı, idarecilerin düşüncesizliği ve milletin beyine sahip çıkmaması yüzünden Tanrı Türkleri cezalandırmıştır. Dolayısıyla bugün başımızda dolanan belaların sebebi nedir? Diye, söylenmeyelim. Nihal Atsız bir yazısında şöyle diyor: “Kişileri layık olmadıkları yere getiren devlet batar”. Anlayan için bu cümlede derin bir mana vardır. Ciğeri beş para etmeyen, Türklükten bihaber, Türk olup-olmamaları bir yana, bu devletin üst kimliği durumundaki Türk kelimesinden bile gocunan insanları baş tacı yaptığımızdan, Türk milletinin önü bir türlü açılmıyor. Onu büyük hedeflere götürecek ülkü adamlarının yerine popülist politikalarla günü-birlik hareket eden insanların peşi-sıra sürüklenmekteyiz.

Onun doğum yılıyla, en büyük Türk milliyetçisi Atatürk’ün ölüm tarihlerinin örtüşmesi ilginçtir. Tanrı bize zaman zaman fırsatlar sunuyorsa da, biz onları kendi elimizle geri çeviriyoruz. Türk milletinin 20. asırda yetiştirdiği üç büyük önder; Atatürk, Atsız ve Elçibey’in temel ortak özelliği de Türkçü olmalarıdır. Onlar, başkaları gibi selameti birtakım yabancı ideolojilerin, Türk olmayan insanların ve devletlerin ardından giderek değil de, bizzat kendimize dönerek bulabileceğimizin farkında idiler.

150 yıllık Rus hakimiyetinden sonra ki, bunun 80 senesinin komünist Rusya rejiminin baskıları ve propagandaları altında olduğunu hesaplarsak, Ebulfez Elçibey gibi bir adamın, bu sistemin istediği insan tipinin dışında olması, ancak üretim hatası diye düşünülebilir. Çünkü konuşmaya başladığı günden itibaren komünizmin nasıl güzel bir şey olduğunu fertlere söylüyorsunuz ve onlar da kendi topraklarının haricini bilmediklerinden, belki de öyle sanıyorlar. Sistemi kurcalayanlar veya girmek istemeyenlerin anında ortadan kaldırıldıklarını da biliyoruz. Gerçi Ebulfez Elçibey bir tarihçi olması nedeniyle diğer insanların anlayamadığı yahut da göremediği pekçok şeyi gençlik yıllarından itibaren hissedebilmiştir.

Nahçıvan’ın Ordubat kasabasında dünyaya gelen Elçibey, babasını II. Dünya Savaşı yıllarında yitirmişti. Kendi ifadelerinde, küçüklüğünde doktor olmayı düşünen Elçibey, biraz büyüyünce tarihe ilgi duymuş, 1957 senesinde Azerbaycan Devlet Üniversitesinin Doğu Bilimleri Fakültesinin, Arap Filolojisine girmiş idi. Fakülte çağlarından itibaren ülkesinin bir sömürge ve kendilerinin de esasında büyük Sovyet İmparatorluğunun eşit haklara sahip bir üyesi olmadığının farkına varan Elçibey’de Türkçü fikirler filizlenmeye başladı.

1963-1964 yıllarında Mısır’da tercüman olarak çalıştığı sıralarda siyasi tutum ve davranışlarından dolayı, ülkesine döndüğünde soruşturma geçiren Elçibey, üniversitedeyken Azerbaycanlı Türk gençleri arasında da milli istiklalin uyanması için elinden gelen gayreti gösterdi.

1969’da hazırladığı “Tolunoğulları Devleti Tarihi” ile doktor unvanını kazanan Ebulfez Elçibey, üniversitedeki bağımsızlık yanlısı tavırları yüzünden 1975 tarihinde tutuklandı ve bu vaziyet 1976 Aralığına kadar sürdü. Belki burada Elçibey’in doğumuyla, Atatürk’ün ölümü dolayısıyla kurduğumuz bağı, onun tut uklanması ile Türk Dünyasının manevi önderi Atsız Beg’in ölümüyle de örtüştürebiliriz.

Nihayet 1980’li yıllardan itibaren Sovyetler Birliğinin genelinde parçalanmaya giden, hürriyet istekli faaliyetler sıklaştı. 20. yüzyılın sonlarında Azerbaycan’ın bağımsızlığını sağlayan faktör, “Halk Cephesi Hareketi” ve elbette ki onun başında bulunan Elçibey oldu. Karabağ olayları daha krıtik bir döneme girmediği sıralarda, 1988 yazında, Baku Aydınlar Derneği çatısı altında Azerbaycan Halk Cephesi’nin tohumları atılmıştı. 16 Haziran 1989’da Baku’da, 30 il ve ilçeden gelen delege ve 240 müşahidin iştirakıyla ilk illegal toplantısını yapan Halk Cephesi başkanlığına, tarihi ilimler adayı (doktor) Ebulfez Elçibey seçildi.

Azerbaycan Halk Cephesi ilk iş olarak ülkenin çeşitli köy, kasaba ve şehirlerinde hereketin gelişmesini ve korunmasını sağlamak maksadıyla Dayanak Kolları teşkil etmeye başladı. 13 Mart 1989 tarihinde Azerbaycan Yüksek Sovyetine başvurularak Azerbaycan Halk Cephesi’nin tanınması istendi. Ancak bu talep o vakit geri çevrildi. Rusya’nın Yukarı Karabağ’ı Azerbaycan’dan koparmaya kalkışması üzerine Halk Cephesi, 16 Ağustos 1989 günü ülke çapında bir genel grev ilân etti ve bu grevi bir haftalık başka bir iş bırakma izledi. Böylece 23 Eylül 1989’da toplanan parlemento, Halk Cephesi’nin baskısı sebebiyle Azerbaycan SSC’nin egemenliğini tanıyan bir kanunu onayladı. 5 Ekim 1989 tarihinde ise, hükümet Azerbaycan Halk Cephesi’ni tanımak zorunda kaldı.

Azerbaycan’daki bağımsızlık hareketinin diğer yerlerdeki gibi kontrol edilememesi üzerine, 19 Ocağı 20 Ocağa bağlayan gece, Rus tanklarının Ermeni özel komando timleriyle beraber Baku’da Türklerin üzerine yürümesinden sonra, Halk Cephesi yeraltı faaliyetlerine girdi. 26 Ocak 1990 günü toplanan yönetim kurulu 40 günlük bir genel grev çağrısında bulundu, fakat ülkenin kötü vaziyeti göz önüne alınıp, 5 Martta yine Halk Cephesi’nin direktifi ile grev durduruldu.

Mart ayında Azerbaycan’da cumhurbaşkanlığı seçimi söz konusu oldu. Halk Cephesi, Ermeni saldırıları ve Rus entrikaları karşısında bu seçimi kabul etti. Cumhurbaşkanlığı oylamasını herkesin bildiği gibi, çeşitli dalevereler sonucunda Ayaz Muttalibov kazandı. Daha sonra Amerika ve Rusya’nın baskılarıyla Halk Cephesinden bazı ayrılmalar olduysa da, Elçibey’in karizmatik yapısı sayesinde Cephe dimdik ayakta kalmayı başardı. Çünkü ne Amerika, ne de Rusya bu Türk milliyetçisine söz geçiremediği halde, o gözünü sadece Türkiye’ye çevirmişti. 26 Kasım 1991’de 50 kişilik Milli Şura meydana geldi. Aralığın 25’inde Milli Şura Latin alfabesine geçilmesi kararını aldı ve ardından yapılan referandurumda halkın % 95’i bağımsızlıktan yana oy kullandı. Bu açıdan bakıldığında da, Azerbaycan oldukça ilginçtir. Onlara göre, milli dilin resmileşmesi, bir anlamda bağımsızlıkla eş değerdi.

25 Şubat 1992’deki Şuşa ve Hocalı katliamları üzerine Muttalibov görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Daha sonra Şuşa’nın düşmesi üzerine parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimi gündeme geldi. 9 Nisan günü Elçibey adaylığını resmen açıkladı. Aslında Elçibey’in seçimlere girmesi erken olmuştu. O da bunun farkındaydı, fakat iktidarın eski komünistlerin veya azınlıkların eline geçmesi Azerbaycan’ın geleceği için çok tehlikeli olduğundan, ister-istemez seçimlere katılmak zorunda kaldı. Ancak 14 Mayıs’ta parlamentoda toplanan komünistler Muttalibov’u tekrar cumhurbaşkanı ilân ettiler. Bunun üzerine Halk Cephesi yapılanın hukuka aykırı olduğunu söyleyerek, Muttalibov’a bir ültimatom gönderdi. Halk cumhurbaşkanlığı sarayına doğru yürüyüşe geçti ve Muttalibov Moskova’ya kaçtı. Böylece 7 Haziran 1992 günü yapılan seçimi Azerbaycan Halk Cephesi lideri Elçibey kazanarak, cumhurbaşkanlığı görevine başladı. Azerbaycan’ı yine Resulzade gibi, bir öz evladı ve Mustafa Kemal’in askeri hürriyete taşıdı. Ama Türkiye ve Türk dünyası, onun büyük ülküsünü ne yazık ki anlayamadı.

Elçibey, onurlu bir Türkçü ve düşünür olması hasebiyle geleceğe dönük fikirlerini de açıklamadan sakınmadı. Umumiyetle onun bu noktada strateji hatası yaptığı söylendi. O, Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’ı kendi topraklarına asla katamayacağını, Dağlık Karabağ’ın bir Türk toprağı olması sebebiyle buradaki özel idarenin derhal ortadan kaldırılmasını, Stalin döneminde Azerbaycan’dan koparılarak Ermenilere verilen Dilcan, Gökçe Gölü Havzası, Zengezur-Kafan koridorunun Azerbaycan’a iade edilmesini ve hatta İran Azerbaycan’ı hususunda da İran’ı tehditleridir ki, bu yüzden başına Ermenileri sardılar. Onun bütün bu konularda yalnız bırakılmasının cezasını, Türkiye’nin ileride çekmesi kaçınılmazdır. Belki tarih o zamanki idarecileri suçlayacak, ama faturayı gelecek nesiller ödeyecek.

Bağımsız Azerbaycan, dünya devletleriyle yeni ilişkilere girdiği gibi, Türk topluluklarına da yakınlık göstermede geri durmadı. Elçibey, Tataristan parlamentosunun kabul ettiği yeni anayasa vesilesiyle, Tataristan Devlet Başkanı Mintimer Şaimiyev’e gönderdiği tebrik telgrafında; Tatar halkını Türk soyunun en eski kollarından biri olarak tanımlayarak, Tataristan’ın bağımsızlığına atıfta bulunmuştu. Bundan dolayı Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin’in siyasi danışmanı Sergei Stankeviç, Elçibey’i Pan-Türkist bir politika izlemekle ve Rusya devletinin iç işlerine karışmakla suçladı. Elçibey bütün dost bildiği ülke ve şahısların düşmanlığına rağmen haklı davasında sonuna kadar mücadele etti. Belki de Türkiye’nin yıllar öncesinden yapması gerektiği şeyleri, kendine bir görev bildi.

1989 yılının son günlerinde İran-Azerbaycan sınırındaki karakol direkleri yıkılarak Güney Azerbaycan Türkleri ile Kuzey Azerbaycan Türkleri, Aras kıyılarında kucaklaştılar. Rusya bu duruma iyice sinirlendi. Komünist Parti Baku’ya asla ordu sokulmayacağını ilân etmesine rağmen, evvelce de söylediğimiz üzere 19 Ocağı 20 Ocağa bağlayan gece, aralarında 3000 Ermeni silahlı asker bulunan 8000 kişilik Kızıl Ordu birliği, tanklarla Baku’ya girdi. Kadın, çocuk, ihtiyar, genç demeden 150’ye yakın Türk öldürüldü.

Azerbaycan Türk Cumhuriyetinin ilk devlet başkanı olan Elçibey, 7 Haziran 1992 günü cumhurbaşkanlığına seçilmişti. Daha önce Azerbaycan’ın başında bulunan Muttalibov bir Rus ajanı olup, Azerbaycan’ın zora düşmesinde en başta gelen sorumlularındandı. O, 1991 Ağustosunda Moskova’da meydana gelen başarısız darbeyi desteklemekle de bunu ispatladı. Bugüne kadar millî bir Azerbaycan ordusunun oluşmasını engelleyen Muttalibov, Hocalı katliamından sonra mecburen halkın baskısı sonucu bir ordu meydana getirmiş, savunma bakanlığı kurulmuş, fakat bu kez de orduya alınanlar savaşçı sınıftan ziyade, geri hizmetlerde çalışan insanlar olmuştu. Ordunun başına getirilen Rahim Gaziyef ise, bir matematikçiydi ve ilk başlarda bazı muvaffakiyetler aldıysa da, düzenli Ermeni ve Rus kuvvetleri karşısında fazla bir varlık gösteremedi. Eğitimsiz ve teçhizatsız birliklerden çok şey beklendi. Bu yüzden Şubat 1993’te istifa etmek zorunda kaldı. Zaten yetkililerin zaman zaman “Rus halkının çıkarlarını korumak için güç kullanacağını” bildirmesi, Azerbaycan’a karşı ikinci bir Rus saldırısının olabileceğini akla getirmekte idi. Rusya hiçbir vakit Baku petrollerinin elinden çıkmasını kabul etmedi ve kabullenmeyecektir. Şu veya bu şekilde sonuna kadar Azerbaycan Türkü ile mücadelesini sürdürecek.

Türkiye ise çoğu meselede olduğu gibi, Azerbaycan için de “bekle ve gör” politikası yürüttü. Ama en azından bir Kıbrıs ve Batı Trakya siyaseti gibi, Azerbaycan konusunda da bir strateji yürütmesi lazımdı. Bu herşeyden önce Türkiye’nin milli menfaatleri gereğiydi.

Azerbaycan’ın Türk dünyası için önemi bütün herkesçe bilinmektedir. Bu bölgedeki güçlü bir Azerbaycan, Karadeniz’in kuzeyindeki bütün Türk toplulukları ile beraber, Türkistan’daki Türk Cumhuriyetleri için de örnek olacaktı. Ayrıca Azerbaycan’ın durumu Rusya Federasyonu’ndaki cumhuriyetleri de yakından ilgilendirmekteydi. Rusya’ya ve dünyaya karşı, yarın-birgün bütün cumhuriyetlerin gerçek bağımsızlıklarını kazanmaları buna bağlıydı. Fakat emperyalist dünya, Azerbaycan’ın hürriyet hareketini çeşitli entrikalarla engelleyerek, diğer ülkelerin de ümitlerini söndürdü.

Elçibey, gerçekten çok zor şartlardaki bir Azerbaycan’ın başına geçmişti. Ermenilerin son saldırıları karşısında yalnız başına ve çaresizlik içerisinde kalan Elçibey’i bir darbe ile düşürmek için gayrete girenler dahi olmuşsa da, halkın ve Türkçülerin sayesinde bu ilk darbe hareketi önlenmişti.

Daha sonra Halk Cephesi’nde parçalanmalar oldu. Elçibey’in sağ kolu iken ve Türkiye’de Elçibey’in adamı olarak önem verilen İtibar Mehmedov’un Azerbaycan Milli İstiklâl Partisi ciddi bir muhalefet oluşturdu. İtibar, Amerika’ya gittikten sonra Elçibey’den doksan derecelik bir dönüş yaptı. Eski komünist ve Rusya’nın ajanı Haydar Aliyev’in olumsuz tutumunu da unutmamak gerekir. O başa geçmek için her türlü menfi dolabı çevirdi. Arkasına Türkiye’yi ve Rusya’yı alan Haydar Aliyev bu sayede prestij kazandı.

Bu sırada 1993 yılında, Gence ordularının başında bulunan ve eski bir mafya üyesi olan Suret Hüseyinov bir ayaklanma başlattı ve Başbakan Penah Hüseyinov’un istifasını istedi. Daha sonra Suret’in isyanının gerisinde Rusya’nın olduğu görüldü. Suret’in ayaklanmasının hemen ardından Elçibey’in 15 Haziran 1993’te rubleyi tedavülden kaldıracağını söylemesi, Rusya’yı daha da sinirlendirdi. Eski komünistler ve Rusya bir araya gelerek Haydar Aliyev’in başa geçirilmesi için bir plan hazırladı. Türkiyede bu plana bilmeyerek destek oldu. Elçibey’e karşı hazırlanan darbenin arkasında tıpkı, 1920’deki komünist işbirlikçileri gibi Haydar Aliyev, Suret Hüseyinov, İtibar Mehmedov, Ayaz Muttalibov ve Rahim Gaziyef gibi gaflet ve hiyanet içinde bulunanlar vardı. Neticede Haydar Aliyev, Azerbaycan Parlamentosu Milli Meclisine başkan seçildi. Türkiye ise Elçibey’e destekten vazgeçti.

Elçibey ve Halk Cephesi yalnız Azerbaycan’da değil, öteki Türk Cumhuriyetlerinde de Türklüğe bağlı, Türkiye Cumhuriyeti’ni kendilerine gerçek model alan, laik, demokratik ve milliyetçi bir çizgiye sahip kuruluşlara örnek oluyordu. Elçibey’in yakasında altın bir Atatürk rozeti taşıması, Anıtkabir’deki deftere “senin askerin” diye yazıp, manevi huzurunda eğilmesi, Türk milliyetçilerini derinden etkiliyordu. Böyle bir lider, ülkesinde zorluklarla boğuşurken ve bir komployla görevinden uzaklaştırılırken, Türkiye gibi kendisini bağrına basması gereken kardeş devletin, Aliyev gibi kaypak bir diktatörün sözlerine kanarak tavır değiştirmesi hem ahlakî açıdan, hem de uzun vadeli çıkarlarımız bakımından yanlıştı. Türk dünyası Elçibey’i kaybetmekle, çok şeyleri yitirdi. Türk milletinin önüne yüzyılda bir çıkan böyle bir fırsat maalesef değerlendirilemedi. Türk milleti bunun zararlarını sonraları herhalde çok fazlasıyla ödeyecektir.

Ebulfez Elçibey 22 Ağustos 2000 tarihinde ölene kadar, Türklük sevgisini ve Türk birliğini özünde hissetmiş bir liderdi. O, herşeyden önce Türk milletinin milli menfaatleri açısından Türklerin birleşmesi gerektiğini söylerken, bu işte özellikle Türkiye-Azerbaycan-Tataristan ve Özbekistan aydınlarına önemli görevler düşeceğini belirtiyordu.

 

Orkun'dan Seçmeler