Prof.Dr. Saadettin GÖMEÇ
Türk milletinin başına son iki yüzyılda gelmedik bela kalmadı. Hem Türkiye’nin, hem de Türkiye’nin dışındaki Türk yurtlarında pek çok ihanete, saldırıya, haksızlığa uğradı. İşte milletimizi bu zor günlerinde birtakım ilim ve fikir adamlarıyla, askerler omuzladılar. Beş senedir devam eden bu yazılarımızda Batı Türklüğü içerisinden çıkan büyük adamlara yer verdiğimiz gibi, zaman zaman da Doğu Türklerinin yaşadıkları sıkıntıları ve onların kahramanlarını da anlatmaya çalışıyoruz. 1887 senesinde, Doğu Türkistan’ın Kulca ilçesinin bir köyünde doğan ve 1952’de türlü cefalar çektikten sonra vefat eden Mesut Sabri Bey de onlardan birisi olup, karşımıza iki özelliğiyle çıkmaktadır. Bunlardan biri onun siyasetçi tarafı, diğeri ise fikir adamlığı ve eğitimci yönüdür.
Mesut Sabri’nin Türkiye ve Türkçülük fikriyle tanışması İstanbul’daki askeri tıp talebeliği yıllarına dayanmaktadır. O da, belirli bir dönem, ne olursa olsun Türk camiasının en gelişmiş ülkesi olan Osmanlı Devletine gelerek, burada aldığı eğitim ile Doğu Türkistan’daki insanlarına faydalı olmayı düşündüğünden, daha çocuk yaşlarında kısa bir süre de olsa Türkiye’de bulundu. Ülkesine döndükten sonra vaziyetin çok kötü olduğunu gören Mesut Sabri kollarını sıvayarak, okulların ve eğitim sisteminin ıslahı için gayret etti. Özellikle Osmanlı Devletinin I. Dünya Harbi esnasında bölgeye gönderdiği subay ve eğitimciler ile çeşitli yollarla Doğu Türkistan’a gelen yabancılardan azami şekilde yararlanmaya çalıştı. Büyük bir Türk milliyetçisi olan Mesut Bey, buna binaen öldürülmek için peşlerinde Rus ve Çin casusları bulunan Türk istihbarat elemanlarına yardım etmekten de geri durmamıştır.
Bilindiği üzere daha I. Dünya Savaşı’nın öncesinde, Doğu Türkistan coğrafyasında Türkçülük hareketleri başlamış idi. Bu oluşum 1931 yılında, Kumul’da (Hami) bir isyanın patlak vermesiyle neticelendi. Ardından 1933’te Doğu Türkistan’da “Milli İhtilal Komitesi” teşkil edildikten sonra, Şarki Türkistan Türk-İslam Cumhuriyeti kurulmuştu. Fakat bu cumhuriyet üç cephede savaşmak zorundaydı. Bir yanda Çinliler, bir yanda Ruslar, bir yanda da Müslüman Dunganlar vardı. Dunganların kullanılarak Türklere karşı bir katliama girişilmesi ve Rusya’nın 20.000 kişilik orduyla, zırhlı araçları Çinlilerin emrine vermesi, bu hareketin sindirilmesine yardımcı oldu. Daha sonra özellikle Doğu Türkistan’daki Kazak Türklerinin büyük bir kısmının Rusya ve Hindistan’a doğru kaçtığını görüyoruz. Yukarıdaki hareketin içinde de bulunan Mesut Sabri Bey Çin’e gelip, İsa Yusuf (Alptekin) ve Mehmed Emin (Bugra) ile irtibata geçmiş, 1935 yılında Çin’in devlet konseyi üyeliğine kadar yükselmişti. Mesut Bey, mümkün olduğu kadar Çin’in Doğu Türkistan’ı sömürme politikalarına karşı çıkmış, hatta Çin hükümetinin Doğu Türkistan’a asker ve göçmen gönderme faaliyetine karşı arkadaşlarıyla beraber hükümete 28 maddeden oluşan ve aralarında Doğu Türkistan’daki halka Türk denilmesi ve özerklik verilmesi yolunda şartlar bulunan bir muhtıra sunmuştur.
II. Dünya Savaşının sonlarına doğru Türkler bir teşebbüste daha bulundular ve 1944’te Müstakil Şarki Türkistan Cumhuriyeti ilan olundu. Fakat bu sırada savaş Rusların lehine dönmekte, maalesef Türkiye’de de Türk Dünyasının manevi lideri ve babası Atsız Beg hapse atılmaktaydı. Ruslar, Doğu Türkistan’daki bu olaylara da müdahale ettiler. 1946’da, Türk milliyetçileriyle Çinliler arasında bir barış yapıldı. Cumhuriyetin başındaki Ali Han Töre kaçırıldı ve sonra da öldürüldü. Bu esnada Dr. Mesut Sabri Bey Doğu Türkistan’da umumi vali, İsa Yusuf da genel sekreter olmuştu. Bu hükümet için herkes elinden gelen gayreti göstermesine rağmen, ne yazık ki yine Türklerin tam manasıyla bir araya gelemedikleri görüldü. Türk milliyetçileri herşeye karşın ilk icraatlarını eğitim ve kültür alanında yaptılar. Türk halkının bilinçlendirilmesi, milli ruhun aşılanması için çalışmalara başlandı. Türklerin ata yurdunun Türkistan olduğu, adlarına Türk denildiği gibi yüce değerler öğretildi.
Ancak bu mutlu günler de uzun sürmedi. 1949’da Çin’deki iç çekişmeyi kazanan komünistler, Doğu Türkistan’ı yeniden işgal ederek, binlerce Türk’ü öldürdüler. Yüzbinlercesini ana vatanlarından sürdüler. Komünistlerin Çin’de hakimiyetinden 1953 yılına kadar, aralarında Mesut Sabri gibi aydın ve ileri gelenler de olmak üzere yüzbinden fazla Türk çeşitli işkencelere maruz kaldılar veya öldürüldüler.
Mesut Sabri Bey’in evvelce de söylediğimiz gibi, diğer bir özelliği fikir adamlığı ve eğitimcilik yönüdür. Türk kültürüne ve anlayışına uygun olarak, Türkiye’de bulunduğu sürece Türkçülük akımının tesiriyle, bazı mefhumların izahında ve toplum hayatına yerleşmesinde büyük gayret göstermiştir. Bunlar millet, ülke, din gibi kavramların etrafında yoğunlaşmaktadır. Türk milletinin geleceği hususunda son derece ümitlidir. Çünkü o zamanlar 100 milyonluk Türk Dünyasının, Adriyatik Denizi’nden Çin Seddi’ne (Türk Seddi demek daha doğrudur) kadar Türkçe konuştuğunu ve bu büyük kitlenin bir araya gelmesi halinde önünde hiçbir gücün duramayacağını anlamış ve bunu göstermeye çalışmıştır.
Millet ve devlet bilinci konularında O, Atsız Beg ile aynı düşüncelere sahiptir. Mesut Sabri, “bir milletin ülkesinde cesur bir milli bilinç olmazsa, o millet zayıf ve güçsüzdür. Tanrı’nın yasası böyle milletlere cezasını vermektir. Bu yasa, ezmeyen ezilir, diyen yasadır”, demiştir. Atsız Beg de ondan biraz önce, “büyümek istemeyen millet küçülmeye mahkumdur” ve “kan dökmeyi bilenler hükmeder topraklara” demiyor mu? Dr. Mesut Sabri Bey; “bir milletin varlığını devam ettirmesinin en önemli unsurlarından birisinin diline sahip olmak olduğunu; Türk çocuğunun dilini, milletini, Türklüğünü sevmesi ve bunlarla gurur duyması gerektiğini” her zaman dile getirmiştir. Yine büyük ülkü adamlarının tek düşüncesi onda da hakimdir. “İnsanın kendi hayatının geçici olduğu, herkesin ölerek mezara gideceği, ancak kahramanların ölmeyeceğini” söylemektedir. Yani o da bir anlamda Atsız Beg gibi;
“Yurt ve şeref uğrunda sen seril de yerlere,
Varsın hiçbir dudakta anılmasın er adın” demektedir.
Mesut Sabri Bey, bir milletin kalkınmasında en önemli şeyin eğitim ve kültür seviyesinin yükseltilmesi olduğunu bildiğinden, Doğu Türkistan Türklerinin eğitim meselelerinin de gönüllü işçisi olmuştur.
Bugün Türkiye ve Türk milleti zor günler yaşıyor. Adeta içerimizden ve dışarımızdan düşmanlarla kuşatılmış gibiyiz. Türk Tanrısı’nın Türk’e kızgınlığı var. Ne zaman ki, Türk gibi olur, Türk gibi davranırsak üzerimizdeki felaketler kalkacaktır.