En eski Türk dili Sumercedir. Her ne kadar gerek yabancı gerekse yerli akademisyen dil bilimcileri Sumercede bulunan Türkçe kelimeleri “alıntı” olarak kabul etseler de biz 500 kelimeye kadar Sumerce kelimenin ve Sumer gramerinin Türkçe olduğunu gösterdik (Diker 1996, 1999; 2000). Bu kelime sayısını 1000’e çıkarmak mümkündür. Halbuki mesalâ Çekoslovak Yahudisi Hrozny tek bir wada (“su”) kelimesi ile Hititleri Hint-Avrupalı yapmıştı. Yabancı Sumerologlar “uygarlığımızın temelleri Sumer’e dayanır” derler, ama Sumerlileri kaybolmuş bir millet olarak belirtiler. Zira asırlarca barbar diye niteledikleri Türklere medeniyeti yakıştırmazlar.
Mevzuumuza dönersek, en eski Türkçe kelimeleri Sumercede aramak gerekir. Bu arada ayaklarımız sağlam temellere dayanmaktadır. Kâzım Mirşan, Halûk Tarcan gibi araştırmacıların aslında Türkçe olmayan ve ön-Türkçe adını verdikleri çok daha eski bir dili Türk tamgalarında aramaları bilimsel olmaktan uzaktır. Böyle bir ön-Türkçe fonetiği ile yapılan transkripsiyonlar ve dolayısıyla tercümeleri tümüyle tartışmalıdır. Meselâ, Tarcan’ın Mirşan’dan naklen verdiği Tun-huang’da bulunan bir yazıtın (Tarcan 1998, s. 79, 311) transkripsiyonunda geçen at otuk (namın yakılmış olması) ifadesi aslında Türkçe bir şahıs adı olan Tutuk (Diker 2000; Diker Mart 2000) kelimesi olup birçok anlama gelir: tutug/tutuk “rehin, tutulan kimse” (DLT), ki tut- “tutmak” fiilinden, Türkçe sıfat/isim yapan-uk eki ile türetilmiştir. Keza, tutuk “enenmiş, iğdiş edilmiş” anlamına da gelir (DLT I, 280); ve tutug “efsun, büyü tutması” (DLT I, 373), “sihir, büyü” (REDH; KT.). Yine aynı yazıtta geçen ve Tarcan tarafından verilen İSİZ uYıBIZ KUL (dilimizin hizmetkârı, rahip kul) ifadesi (Tarcan 2001, s. 14) İSİZ YaBIZ KUL (“kaba, yavuz kul”) şeklinde okunmalıdır (Diker 2000; Diker Mart 2000). İkinci bir yazıtta, Tarcan’ın “İlk Din Felsefe Kitabı” diye takdim ettiği ALTI YARIK TİGİN (Altı Işık Nasibi) de aslında muhtemelen şehit düşmüş bir kumandanın adı olup “Altı-ışık Prens; Altı-nurlu Prens” veya “Altı-zırh(lı) prens” anlamındadır. Tercümemiz gösteriyor ki Tun-Huang’da bulunmuş olan bu (Tarcan 1998, s. 81) ve daha önceki yazıt Tabgaç Türklerinin herhalde Göktürklerle yaptığı savaşlarla ilgili olup birincisi basit bir savaş raporu, ikincisi de savaşta şehit düşmüş kahramanlar için yazılmış bir ağıt mahiyetindedir. Bu ikinci yazıtta geçen BOLTI (“oldu”) fiilini Mirşan bir isim olarak kullanmış ve boltı’lar “dinsel inançlar ve kaideler” anlamını vermiştir (Tarcan 1998, s. 77-78). Halbuki BOLTI kelimesinin altı defa geçtiği bu yazıttaki: OTKA öKÜNMİŞ KILıÇ ÖZİKE YaRLıg BOLTI. KÜLÜG URuNGUKA BİR YaRLıG BOLTI. KÖPİ YaRIK ÜÇÜN BİR YaRIK YaRLıG BOLTI cümleleri ve “ateşten pişman olan kılıç özüne akîde (yarlıg) oldu, ünlü savaşçıya bir akîde oldu; bütün zırhlar için (tek) bir zırh akîde oldu” tercümemiz kelimenin “oldu” şeklinde kabulünü gerektiriyor. Bu yazıtlardaki alfabesinin hemen hemen Göktürk alfabesinin aynı olduğu, sadece daha işlek ve süslü bir karaktere sahip olduğu görülür. Tam teşekkül etmiş alfabe yapısı ve içeriği itibariyle de bu “Tabgaç” yazıtları sekizinci yüzyıl başına ait Göktürk-Orhun âbideleri ile yaşıttırlar. Mirşan’ın (ve Tarcan’ın) Göktürk yazıtlarını İsa’dan öncesine, Tun-huang yazıtlarını da Musa’dan öncesine yaşlandırmaları bilimsellikten uzaktır.
Talat Tekin, bilhassa Ramstedt ve onun talebesi N. Poppe’den naklen, Altay grubunun en büyük temsilcisi olan Türkçe’nin genelde şu devirlerden geçtiğini belirtmektedir:
Ana Altay > Ön Türkçe > Ana Türkçe > Eski Türkçe > Orta Türkçe
Ön Türkçe, devrinin ilk yarısında bir r ve l dili idi. İkinci yarısında, Türk dili iki diyalekte ayrıldı, r/l diyalekti, z/ş diyalekti. Tuna ve Volga Bulgarcası, bugünkü Çuvaşça, bu eski r/l diyalektinden, diğer bütün Türk dilleri de z/ş diyalektinden gelişmi şlerdir. Ana Türkçe, bir z/ş diyalekti idi. Ortak Altay ve ana Altay dili, bilhassa Türkçe y- ve Moğolca d-diyalektikleri bakımından Türk ve Moğol dillerinin çıkış noktaları sayılırlar. İki diyalekt de bir Ana-Altay d- veya d- diyalektinden doğmuştur. Meselâ, Türkçe yagı “düşman” ve Mon. dayin “düşman” < Ana Altay *dagı (Tekin 1976). Bizce, dayin kelimesi klâsik Moğolca cuyin "düşman" [<Türkçe yagın(-ı) (akuz.)] anlamındadır. Bu cuyin kelimesi literatürde yanlış tercüme edilerek bir halkın adı olarak gösterilmiştir. (Dr. A. Temir, Moğolların Gizli Tarihi, TTK, Ankara, 1948, Parag. 53, 247, 248, 266). Burada kök kelime cuyi/cagı (< Türkçe yagı "düşman") olup Türk diyalektlerinde görülen normal c < y transformasyonu kuralına uyar (Diker 1996, 1999, s. 12, 97, 98; Diker 2000, s. 8, 51, 54).
Hakikatte, burada bir Ana-Altay diyalektini aramak zorunluluğu olmayabilir. Zira, Sumer dilinde taga/[daga] ‘düşman’ (Deimel) kelimesi mevcuttur ki Prof. Tuna bunun Türkçe yagı “düşman” olduğunu göstermiştir. Tuna, Landsberger’den esinlenerek bu ve bunun gibi birçok Türkçe kelimelerin Sumerce’ye giren yabancı alıntı kelimeler olduğunu kabullenmiştir (Tuna 1991, s. 49).
Böylece, Ural-Altay Dil Grubu yerine bir Türk Dil Grubu’ndan söz edebiliriz; ve bu dilin gelişmesindeki şu bağlantıyı gösterebiliriz:
Ana Türkçe (d-diyalekti) > Muhtelif d/ş ve z/ş ve r/l Türk diyalektleri > Eski Türkçe (Göktürkçe) > Orta Türkçe (Kaşgarî Türkçesi)
Diğer Türklerin d- ve r- diyalektlerine karşın Oğuz Türkleri z/y diyalektini kullanmışlardır. Kıpçak ve diğer bazı dillerde kelime başındaki y sesi c’ye dönüşür: Kıpçak cincü < yincü "inci" (DLT I, 31). Aynı c diyalektini Çingiz Moğollarında görüyoruz (cat < Türkçe yat "yabancı"). Bugün, Çuvaş [çire/cire (< yüre(k)] "yürek, kalp" (PaÇŞS 18); ve çımır/cımır (< yumru, yumru(k)) (PaÇŞS 15)], Kazan [cir (<yir/yer)], Kazak ve Kırgız [col (< yol), cıl (< yıl)] dillerinde, asılları Kazak ve Kırgız olan Dobruca – Kırım Türkleri'nde (ÜIDKT), yine bir Kırgız boyu olan Hakaslar'da (DeHHYT, s. 1573) c- diyalekti kullanılmaktadır.
SUMERCE’DE ANA TÜRKÇE D- DİYALEKTİ
Rasonyi Ana Türkçenin İsa’nın doğumuna yakın yıllarda kullanıldığını yazar (Rasonyi 1971). Halbuki, Sumercede Ana Türkçe d- diyalektinin mevcudiyetini şu Sumerce kelimelerde buluyoruz (Diker 1996, 2000, Bölüm 17):
Sumerce gud ‘sığır; öküz’ [Ana Türkçe *ogud “öküz”]: Çok muhtemelen Ana Türkçeye yakın olan *ogud veya *öğüd şeklinde söylenmiş olmalıdır. Kelime, muhtelif Türk diyalektlerinde muhafaza edilmiştir: Çigilce ve Uygurca ud, O. Türkçe ve Arguca ud, Dobruca-Kırım Türkçesi oguz (ÜIDKT 56, 196), Orta ve Mod. Türkçe öküz. Keza, bir Ana Ogurca (Pelasgca?) *ogur (< *ogud) kelimesi de, Macarca ökür, Çuvaşça vıgır/ogur, Moğolca ukur/ukor, eski Yunanca our (.us) ("yabanî boğa"), Lâtince ûr (.us) (yabanî öküz") şekillerinde; ve Türkçe z- diyalektiyle öküz kelimesi de Anglo-Cermen dillerinde ox (oks/okz), oxo ve ohso şekillerinde ortaya çıkmıştır. Keza, Ana Türkçe gud/ogud, Ermenicede hod ("sürü") olarak yaşamıştır. Genelde öküz anlamına gelen bu Türkçe kelimelerin karşılığı olan asıl Hint-Avrupa kökenli kelimeler şunlardır: Sanskritçe anaduh, Yunanca bodi (vodi) ve Lâtince bos.
Sumerce kid/kud ‘yarmak, parçalamak, kesmek’ ‘(Deimel; Landsberger; Gordon) > kıd-/kıy- “kıymak, eğrilemesine doğramak; zarar vermek; tahrip etmek” (Tuna 1991).
Sumerce kid/[küd] ‘güneş’ ‘ŞAMAŞ’ (Deimel) > kün “güneş, gün” (Tuna 1991) [d ve n fonemleri Ana Türkçe diyalektini temsil ederler].
SUMERCE’DE OGURİK R/L-DİYALEKTİ
Sumerce’de Ogurca (Ogurik Türkçe) (r/l <Normal Türkçe z/ş, d/ş) kelimeler de mevcuttur:
gir (giri/iri) “ayak” [g = sıfır: gir > ir > iri > arı > ara < Ogurca ara(k), Çuv. ara/ura Mod. Türkçe ayak (Diker 1996, 2000)]. Kelime Urartu dilinde kuri “ayak” (Melikishvili 1971) [<urı < Ogurca ara(k) <Türkçe adak "ayak" (Diker 2000)] şeklinde mevcuttur.
ur ‘köpek’ (Ertem, s. 149) [Ogurca ır (keza Fince koiraa “köpek” <koir(a) Ana Ogurca *hır), ıd> E-O Türkçe ıt “köpek” (Diker 1996, 2000)].
har ‘kazmak’ (Prince), < Türkçe kaz- "kazmak" (Tuna).
sar ‘yazmak’ (Landsberger; Gordon) > yaz- “yazmak” (Tuna).
gur ‘kırmak’, parçalamak, ayırmak’ (Deimel) [> kır- “kırmak, tahrip etmek; bir şeyi kökünden çıkarmak” (REDH; DLT); Türk, kıy-) “kıymak, eğrilemesine doğramak; tahrip etmek”].
SUMERCE’DE C- DİYALEKTİ
Son yaptığımız araştırmalar sonucu, burada ilk defa yayınladığımız üzere, Sumer dilinde c- diyalektinde Türkçe kelimelere de rastlamış bulunuyoruz. Mahmut Kaşgarî’ye göre Kıpçak dilinin bir özelliği olan bu c- diyalektini biz Urartu dilinde yaygın şekilde bulmuştuk (Diker 2000). Aşağıda verdiğimiz Sumerce kelimelerin de Urartular’ın atalarından Sumer Türkleri’ne geçmiş olması mümkündür.
·aa (Sum.) ‘tutsak’ (HalLSL). [caa < cağa < yağa < Türkçe yagı "düşman" (Dobruca-Kırım Türkçesi cav, caw (ÜIDKT) "düşman")].
·aggina, ·aggin, ·agina (Sum.) ‘askerî vali’ (HalLSL) [saggi < caggı < Türkçe yabgu],
·ar (Sum.) ‘yazmak’ (HalLSL) [car < Ogur Türkçesi yar- < Türkçe yaz- "yazmak"].
·eg (Sum.) ‘yağmur’; yağmak (Gordon) [cağ- <Türkçe yağ- "yağmak"].
·ér, ·ir, ·ur (Sum.) ‘parlamak’ (HalLSL) [cér/cir/cur < carı- (Dobruca-Kırım Türkçesi carı-k "ışık" (ÜIDKT 47, 72), <Türkçe <yarı- "ışımak, parlamak"].
·e· (Sum.) ‘ağlamak, yas tutmak’ (HalLSL) [caş < Türkçe yaş "göz yaşı"].
·ir, ·ur (Sum.) ‘şarkı; şarkı söylemek” (HalLSL) [Dobruca-Kırım Türkçesi cır “türkü” < Türkçe yır "şarkı", Kumanca ır "şarkı, türkü" Çuvaşça yır- "sessizce ağlamak"].
·ul (Sum.) ‘genç; genç adam’ (Adapa; HalLSL) [Ogur Türkçesi cul/cal, < Dobruca-Kırım Türkçesi caş "genç" (ÜIDKT), < Türkçe yaş "yaş, taze, yeşil"].
·urim (Sum.) ‘yarım [curim < carım < Türkçe yarım].
·us (Sum.) ‘örtmek’ (HalLSL) [caş < Türkçe yaş- "örtmek, saklamak" (DLT].
u·ar (Sum.) (dişi) arkadaş’ (HalLSL) [ucar < Türkçe uyar "uyan kişi"].
SUMERCE’DE Z- DİYALEKTİ
Her ne kadar Sumerce’de bütün Türk diyalektlerini bulmak mümkün ise de, genelde z- diyalekti yaygın görünüyor (Diker 1996, 2000). Meselâ:
az/azı (< normal Türkçe y- diyalekti ayı).
gaza ‘parçalamak, kırmak’ (< Türkçe kazı- <Ana Türkçe *kadı- "kazımak").
zi veya izi “ruh” (< Ana Türkçe idi "tanrı").
Ziggurat veya Izık-kır-at (<Ana Türkçe Iduk-kır-at "kutsal tepeler");
Ziusudra (Hz. Nuh’un Sumercesi) veya İzi-suta(n)rı (< Ana Türkçe İdi-sub-tengri "Rab, su-tanrısı").
Sumer dilindeki bu özel sınıflandırmadan sonra Sumerleri ve Sumer dilini daha geniş bir çerçeve içinde kısaca inceleyelim:
Sir Henry Creswicke Rawlinson’un 1852 yıllarında ilk defa Sumer dilini ‘Turanî bir dil’ olarak tanımladığı dönemde Sumer medeniyeti henüz keşfedilmemişti. Bilim adamları onların, büyük Sâmi medeniyeti içinde yaşayan geri bir toplum olduğunu düşünüyorlardı. Daha sonra, arkeolojik araştırmalar Sâmi medeniyetinin asıl dayanağı olan büyük Sumer gerçeğini ortaya çıkarınca, Batı bilim çevreleri Sumerlilere atfedilen ‘Turanî’ yani ‘Türk’ damgasını bırakıp onların ‘bilinmeyen bir dile ve ırka’ sahip oldukları tezini ortaya attılar. Bu temayül bugüne kadar da devam edegelmiştir.
Eski Yunan çağında yaşayan Babilli tarihçi Berossus M.Ö. 280’de Yunan dilinde yazdığı tarih kitabında kendi zamanında bilinen önemli bütün şeylerin Sumerliler tarafından icat edildiğini veya tatbik edildiğini yazıyordu. Ve çağımızın bir İngiliz arkeologu, Sir Leonard Woolley, bunu şu sözlerle destekliyordu:
“Sumer medeniyeti, ilkel barbarlığa gömülmüş bir dünyaya ışık saçan bir ‘ilk sebep (illeti-asliye)’ mahiyetini taşıyordu. Artık bütün sanat ve bilimlerin Yunan’a dayandığı düşüncesini aşmış bulunuyoruz. Deha tomurcuklarının nasıl Lydialılardan ve Hititlerden, Fenike ve Girit’ten, Babil’den ve Mısır’dan beslendiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Fakat kökler daha gerilere dayanıyor: bütün bunların arkasında Sumer yatıyor” (Woolley, Leonard, Ur of the Chaldees, Penguin Books Ltd., 1938).
Sumer dili ise, Tevrat yazarına göre, ‘bütün dünyanın dili’ idi.
“Ve bütün dünyanın dili birdi… Ve vaki oldu ki, onlar [Hazreti Nuh ve oğulları] doğuya doğru gittikleri zaman, Şinar (Sumer) diyarında bir ova buldular; ve orada yerleştiler… Ve Tanrı buyurdu: ‘işte!, onlar tek bir kavimdirler, ve hepsinin tek bir dili var”(Tevrat-Tekvin 11.1-2; 11.6).
İşte ilk İngilizce kitabımın başlığını da buradan aldım.
Samuel Noah Kramer’e göre: “Sumerce tam anlamıyla anlaşılmış bir dil değildir; ve zamanla şimdiye kadar yapılmış olan tercümeler değiştirilecek ve daha da geliştirilecektir”. Ayrıca, bir çivi yazısının transkripsiyonunu yapmadan önce Kramer’in şu ihtarını da hatırlamak gerekir:
“Dr. Edward Hincks (bir Anglikan rahibi), Babil çivi yazılarını çözerken, onların en önemli bir özelliği olan ‘polifoni’yi keşfetti; yani, bir çivi işareti birden fazla ses veya anlam taşıyabiliyordu.”
Biz, örneklerle Sumercedeki Türkçe kelimelerin iddia edildiği gibi alıntı olmadığını, Sumerce olarak kabul edilen kelimelerin, kral isimlerinin ve ayrıca Sumer gramerinin de genelde Türkçe olduğunu ispat ederek göstermiş bulunuyoruz. Böylece yazılı Türk tarihini 5000 yıl kadar önce Sumer’de, Tevrat’ın ağzı ile Şinar’da başlatırken, kayıtlı Türk tarihini pekâlâ on binlerce yıl öncesine de götürebiliriz. Zira, Sumerliler yazılarında, Tufan’dan önce binlerce yıllık sülâlelerinden söz ederek Kral Listeleri hazırlamışlardır. Sumerolog Kramer tarafından tercümesi yapılan bir Sumer epik şiirinin şu kısa bölümünde, Tufandan önce kurulmuş beş büyük Sumer şehrinden şöyle söz edilmektedir:
[Tanrılar] An, Enlil, Enki ve Ninhursag
Kara-başlı halkı [yani Sumerlileri] yarattıktan sonra,
Krallığın …’si gökten indirildikten sonra,
O, âyinleri ve ilâhî kanunları mükemmelleştirdi…,
… temiz yerlerde beş tane şehir kurdu,
Birincisi olan Eridu şehrini, liderleri Nudimmud’a verdi,
İkincisi Badtibira’yı [Kral Dumizi]’ye verdi,
Üçüncüsü Larak’ı Endurbilhursag’a verdi
Dördüncüsü Sippar’ı kahraman Utu’ya [Ata “Güneş Tanrısı”] verdi,
Beşincisi Şuruppak’ı Sud’a [Adem’in oğlu Şît?] verdi.
[Sonra] Tufan ….,
Sonra, [Sumerlilerin?] paşişu Kral Ziusudra [Hz. Nuh],
Dev bir …. inşa etti;
Yedi gün ve yedi gece,
Tufan memleketin her tarafını sardıktan sonra,
Kral Ziusudra [Türkçe İsi-su-ta(n)rı “Rab, su-tanrısı”], Utu’nun önünde diz çöküp dua etti,
Kral bir öküzü ve bir koyunu kurban kesti.
Böylece görüyoruz ki, Tufan geleneği, mukaddes kitaplardan önce Sumer’de oluşmuş, ayrıca Gılgamış destanında kaydedilmiştir. Burada, Utanapişti (Hz. Nuh’un Babilcesi; Sumerlilerin Ziusudra’sı), torunu Gılgamış’a tufandan nasıl kurtulduğunu anlatır. Tufan’ın oluşu, arkeolog Sir Leonard Woolley’nin eski Ur şehrinde yaptığı arkeolojik çalışmalarla keşfedilmiştir. Woolley burada satıhtan oldukça derinde, iki Sumer yerleşim seviyeleri arasında yaklaşık 2.5 metrelik (8 ft.) bir kil tabakası bulmuştur. Tufan, o zamanda bile ilerlemiş bir Sumer medeniyetini inkıtaya uğratmış fakat yok edememişti.
Sumer çivi yazılarının okunmasındaki hatalardan birkaç örnek vereyim:
Sumerce a (“su”): Farsça ab (“su”) okunmalıdır.
Sumerce e (“ev”): Türkçe ev/eb (“ev”) okunmalıdır.
Akkadca lehu “tablet”: > levhu > Arapça levha/levh “levha, tablet” denklemi bu iki Sumerce kelime için yaptığımız analizin doğruluğunu isbat eder.
(Bu yazının son bölümüne önümüzdeki sayı devam edeceğiz.)