Ana Sayfa 1998-2012 Tarihte Bu Ay :Türk Askeri Kore’de

Tarihte Bu Ay :Türk Askeri Kore’de

Türk Askeri’nin Kore Savaşı’na katılması, gerçekte; ellerinde doğru dürüst silah, üniforma, telsiz bile olmayan vatan evlatlarının Amerikan askerlerinin yaşaması için Çin Makineli tüfek ve havan topu ateşleri arasına atılmasıdır.

Eğer Dünya Kupası Kore’de yapılmasa ve futbol takımımıza, “Korelilerin bu sevgisi nereden geliyor?” sorusu ortalıkta dolaşmasa Mehmetçiğin Kore’ye gittiği hiç hatırlanmayacak…!

Evet… Komünist Kuzey Kore ordusunun Güney Kore’yi işgaline karşı Amerikanın yaptığı askeri yardım çğrısına 22 ülke olumlu cevap verdi ve bu ülkelerin 16’sı muharip birliklerle katıldı. Türkiye bu çağrıya 5000 kişilik bir tugay askerle katıldı. Türk Tugayının en büyük özelliği doğrudan doğruya bir Amerikan tümeni komutası altına girmeyi kabul eden tek Birleşmiş Milletler birliği olmasıydı.

Türk Tugayı İskenderun Limanından başladığı uzun gemi yolculuğunu bitirerek 17 Ekim 1950 günü Güney Kore’de Pusan limanında karaya çıktı. Askerlerimizin ezici çoğunluğu Doğu Anadolu’nun küçük köy ve kasabalarından geliyordu. Bu seyahat bu askerlerin köylerinden eğitim görecekleri askerî birliğin bulunduğu yere gidişinin dışındaki ilk seyahatti. Hayatlarında köyleri dışında bir şehir bile görmemiş gençler köylerinden çok uzakta bambaşka ve acayip bir çevrede savaşmaya gönderilmişlerdi. Çoğunluğu hayatlarında ilk defa Müslüman olmayan insanlar görüyordu.

Tugay komutanı General Tahsin Yazıcı Çanakkale savaşlarında komutanlık yapmış, Millî Mücadele’nin İstiklâl madalyalı deneyimli eski bir askerdi. O günkü durumda böyle bir harekâtta güven veren tek kişiydi.

General Yazıcı’nın bu üstün niteliklerine rağmen tek kelime bile İngilizce bilmemesi en büyük problemdi. Bir Amerikan Tümenine bağlı olarak savaşacak bir generalin tek kelime bile İngilizce iblmemesi savaşın ilerleyen safhalarında bu yetersizliği pek çok emri yanlış anlamasına ve kuvvetlerini yanlış yerlere intikal ettirmesine sebep olacak ve bu yüzden çok gereksiz kayıplar verecektik.

Türk Ordusu ile Amerikan Ordusu arasındaki koordinasyon, levazım ve en temel iletişim ihtiyaçlarında bile yaşanan uyumsuzluklar Amerikan Komutasını daha savaşın ilk günlerinde kara kara düşündürmeye başlamıştı. Cepheye gitmeden önce yapılan ortak tatbikatlarda bile bu farklılıklar yüzünden büyük sorunlar çıkmış ve gerçek bir muharebe ortamında nasıl felâketler doğabileceği işin başında gözükmeye başlamıştı.

Türk askerlerinin yemeklerinde domuz etinin ve bağlı ürünlerin kullanılamaması yüzünden Amerikan Tümeni Türkleri için özel yemekler çıkarmak zorunda kalıyordu.

Türk askerleri Kore’ye gelmelerinden sonra bir anda son derece popüler olmuşlardı. Türk askerlerinin sert bakışları, uzun bıyıkları ve bellerinde taşıdıkları süngüleri bir savaş muhabiri için hayallerinin gerçek olması demekti. Bu sebeple kısa bir süre sonra Dünya basını Türk askerlerini konu alan yüzlerce fotoğrafla doluvermişti. Amerikan ve Müttefik askerleri arasında Türk askerlerinin korkusuzlukları ve muharebede düşmana aman vermeyen yapıları sıkça konuşulan bir şeydi. Özellikle askerlerin taşıdıkları süngüler bütün müttefik askerlerinin ilgisini çekiyordu, Türk askerlerinin bu süngülerle beraber göğüs göğüse çarpışmalarda son derece etkin olduğu söylentisi yüzünden pek çok Amerikalı asker Türklerden uzak durmayı tercih ediyordu.

Yüzlerce yıldır ayni şekilde yaşadıkları Anadolu köylerinden bir anda çıkarılıp üzerilerine basit bir üniforma geçirilmiş ve önce Türk ordusunda sonra da Amerikalı askeri danışmanlardan biraz eğitim almışlardı. Bugünkü standartlarımıza göre bu askerlerin eğitim düzeyi Kore Savaşı gibi geniş çaplı ve ortak bir mekanize operasyonu kaldıracak düzeyde olmak bir yana en basit askeri görevleri bile yapabilecek seviyede değildiler.

1951 yılbaşını zaferle kutlamanın hayali içinde BM birliklerinin komutanı Mac Arthur içinde 16 değişik ülkenin askerlerinin bulunduğu Amerikan 8. Ordusuna kuzeye yönelik genel bir saldırı emrini verdi.

Amerikan istihbaratı 8. Ordunun karşısında büyük çapta Çin kuvvetleri olduğunu, 8. Ordu komutanı General Willoughby levazımın yetersiz olduğunu, yabancı askerler (özellikle Türk askerleri) ve Amerikalı askerler arasındaki koordinasyon ve iletişim sorunlarının giderilemediğini u sebeple hücuma geçmeden önce biraz daha beklenmesini söylediyse de Mac Arthur emrinden dönmedi. Böylece şehit olacak Türk askerlerinin kaderi de belirlenmiş oldu. Büyük bir felakete doğru koşar adım gidiliyordu.

Her türlü aksiliğe ek olarak zaten kış iklimi çok sert olan Kore son kırk yılın en soğuk kışını geçirmekteydi. Soğuktan uyuşmuş ve titreyen zavallı askerler benzin tenekesinde yaktıkları ateşlerle ısınmaya çalışıyorlardı. İlk donma vakaları sıhhiye çadırlarına gelmeye başlamıştı. Askerlerin daha sonradan “soğuk cehennem” olarak adlandıracakları dönem başlamıştı. Her türlü ekipmanda soğuktan etkileniyordu. Motorlu araçların benzin borularını donmaktan korumak için benzinin içine alkol karıştırılıyordu. Yaralılara verilecek kan plazmaları da donmuştu, bunlar en az bir buçuk saat ısıtılmadan kullanılamıyordu ve bu sebeple pek çok asker kan kaybından ölecekti. Suyla karıştırılarak kullanılan ilaçlar donuyor hatta askerlerin ayaklarındaki ter bile kısa zamanda postallarının içinde donarak feci ayak donuklarına sebep oluyorlardı.

Türk Tugayı kutup savaş denilen çok soğuk iklimlede savaşacak teçhizata ve eğitime sahip değildi. Amerikan Ordusunun genel hücum yürüyüşle birlikte hedef bölgesine doğru intikal eden tugayımız bu zorlu ve yavaş ilerleyiş sırasında düşmandan çok soğukla uğraşıyordu. Pek çok yerde buz tutmuş nehirlerden yayan olarak geçmek zorunda kalan askerlerimiz bellerine kadar gelen buzlu sulardan geçerken pek çok asker dondu ve ağır zatürree vakaları sebebiyle savaş dışı kaldılar. Daha tek bir düşman askeriyle karşılaşmamışlardı. Geçtikleri her yer son derece garip bir şekilde ıssızdı. Karargâha gelen Amerikan İstihbarat raporları onları 40 ila 100 bin arası Çin ve Kuzey Kore askerinin beklediğini belirtiyodu.

Bu rakamın bile aslında son derece düşük bir tahmin olduğunu ilerleyen günler gösterecekti.

Çatışmalar başlıyor

Türk Tugayının bağlı olduğu 9. Kolordu General Walker yönetiminde ilerlemesini sürdürüyordu. Bu ilerleyiş aslında ağzını açmış bir düşman tuzağının içine doğru idi. Tam karşılarında Çin 4. Ordusundan 18 tümen ve 180 bin asker vardı. Doğu tarafında Çin 9. ordusunun 12 tümeni ve 120 bin askeri bulunuyordu. Çin kuvvetlerinin toplam gücü 300 bin asker dolayındaydı. Çinlilere ek olarak Kuzey Kore Ordusunun 12 tümen ve 65 bin askeri de son derece iyi mevzilenmiş bir şekilde onları izlemekteydi. Bütün bu düzenli düşman kuvvetlerinin yanı sıra 40 bin Kuzey Koreli Komünist gerillada cephe gerilerine doğru sessizce sızmıştı. Amerikan yüksek komutası kibiri ve vurdumduymazlığı yüzünden kendi askerlerini ve Türk Tugayını müthiş bir pusunun içine atmıştı.

Çin birliklerinin bu kadar sayıda askerini Amerikan istihbaratına sezdirmeden bölgeye yığabilmesi ve bu kadar etkin bir tuzağı hazırlayabilmesinin sebebi Çin ordusunun ilkelliğinde gizliydi. Çin birlikleri ulaşım ve ikmal için motorlu araçlar yerine hayvan gücü kullanıyordu bu sebeple hem dikkat çekmiyorlar hem de asfalt yollara ihtiyaç duymuyorlardı. Son derece ilkel yollardan bile rahatlıkla yol alabiliyorlardı.

İntikal zamanının büyük çoğunluğu yolları düzenlemekle geçmektiydi. Özellikle tank birlikleri için sarp Kore arazisi son derece zorlu bir ortam oluşturmaktaydı.

Amerikan Komutası tamamıyla ikinci Dünya Savaşı’nda geliştirdiği taktikleri kullanırken Çin Ordusu kendine özgü taktikler geliştirmişti. Çin askerleri kurutulmuş pirinç ve soya sosundan oluşan basit tayınlarından kendilerine 6 gün yetecek kadar miktarını üzerlerinde taşıyorlar ve böylece arkadan onlara yetişecek ikmal kollarına gereksinim duymadan son derece hızlı ve duraksız hareket edebiliyorlardı. Çin birlikleri genelde geceleri hareket ediyor ve bir gecede son derece fazla mesafeleri durmaksızın geçebiliyorlardı.

Gün ışıyınca bütün Çin askerleri kazdıkları tek kişilik siperlerde hareketsiz kalıyor ve keşif timleri dışında hepsi hareketsiz ve gizlenmiş bir halde geceyi bekliyorlardı. Sadece gün ışığında uçabilen Amerikan keşif uçakları bu sebeple Çin ordusunun yığınağını fark edememişti. Son derece kesin emirlerle Çin askerlerinin gün ışığında ortaya çıkması yasaklanmıştı öyle ki Çinli subayların bu emre karşı gelen askerleri hemen oracıkta vurmaya hakları vardı.

Çinlilerin kullandığı bu taktiği en az 150 sene önce Napolyon kullanmıştı. Tabii Amerikalıların modern taktisyenleri bu tip “eski” numaraları çoktan unutmuşlardı.

Ulaştırma kamyonlarına sahip olmadığı için yaya intikal eden ve bu sebeple son derece yavaş hareket edebilen Türk Tugayi Amerikan taarruzuna ayak uyduramadığı için 20 Kasımda Kunuri’de bulunan Amerikan Dokuzuncu Kolordusunun İhtiyat Kuvveti olarak görevlendirilmişti.

Dokuzuncu Kolordunun Kuzeye doğru yaptığı ileri harekâtın bir parçası olarak Türk Tugayi 21 Kasım’da kuzeye doğru ilerlemeye başladı. 22 Kasım 1950 de Türk birlikleri görevlendirildikleri ölgeye varmışlar ve bölgedeki Kuzey Kore devriyelerini etkisiz hale getirmişlerdi. Kunuri bölgesi genelde çamurlu ve küçük birkaç köyden başka yerleşim birimi olmayan son derece önemsiz bir bölgeydi. Amerikan birlikleriyle beraber ilerleyen Türkler Dokuzuncu ordunun yan cephesini koruyan Amerikan 2. Tümeninin sağ ve gerisini tutma görevi verilmişti. Emri alan Türk tugayının karargâhı Amerikalılardan karşılarındaki olası düşman kuvvetleri hakkında istihbarat talep etti fakat cevap böyle bir istihbaratın olmadığı yönündeydi. kısacası Türk Tugayi bilmediği bir arazide körlemesine hareket edecekti. 26 Kasımda pusuda bekleyen Çin birlikleri hücuma geçti. Amerikan ordusu önünde ilerleyen Güney Kore birlikleri neye uğradıklarını anlamadan bir anda bozguna uğradılar ve savunma hatları kısa sürede darmadağın oldu.

Genel Çin Taarruzu Amerikalı generalleri şoke etmişti. Panik içinde etrafa emirler yağdırmaya başladılar ve bu sırada Türk Tugayına sağ kanadı korumaları emri verildi. Amerikan Kamyonları Türk tugayına bağlı taburları acilen görev bölgelerine taşımaya başladı. Kamyon sayısı yetersiz olduğu için Türk askerlerinin bir kısmi da yaya olarak, koşturularak yola çıkarıldı. Son derece büyük bir karmaşa hüküm sürmekteydi. Emirler veriliyor, geri alınıyor sonra değiştirilip yeniden veriliyordu kimsenin tam olarak neyin nerede ve ne zaman yapılacağı hakkında bir bilgisi yoktu. Türk tugayına özellikle Unsong-Ni bölgesindeki anayolu tutması görevi verilmişti. Fakat bölge uzaktı ve havada giderek kararmaya başlamıştı.

Türk askerleri bölgeye ulaşıp tam olarak mevzilenmeden bir baskına uğramaları tehlikesi çok büyüktü. Daha da kötüsü ilerleyen Çin Ordusundan kaçan siviller bölgeyi karmakarışık etmişti. Kaçmaya çalışan binlerce kişinin arasına sızacak Kuzey Kore Gerillaları Türk Tugayına büyük kayıp verdirebilirdi.

Bu bölgeyi korumayla esas olarak görevli Amerikan ikinci Tümeni geri çekilirken bu görevi onlardan sayıca az Türk askerlerinin yapması bekleniyordu. Türk komutanların en büyük eksikliğide bölge hakkında birkaç harita dışında hçbir bilgi sahibi olmamalarıydı bütün bunların üstüne arazinin dağlık yapısı topların kullanılmasını da zorlaştırdığı için Türk Tugayına verilen görev bir çeşit İntihar görevi olmaya başlamıştı.

Bütün bu zorluklara rağmen General Yazıcı kuvvetlerini bölgeye ulaştırmayı başardı ve varır varmaz ağır düşman ateşiyle karşılaştılar. Düşman ateşi yüksek tepelere mevzilenmiş Çin kuvvetlerinden geliyordu. General Yazıcı Tugayı hemen hücuma geçirdi. Tank desteği olmayan bir kuvvetin yüksekçe bir yerde iyice mevzilenmiş bir düşmana karşı hücuma geçmesi büyük delilikti aslında ama Amerikan Karargâhı Türklere başka şans tanımamıştı. Büyük kayıplar verilerek düşman mevzilendiği tepelerden atıldı.

Türk Tugayının Amerikan kuvvetleriyle bağlantısı kesilmişti. O sırada Amerikan keşif uçakları yüzlerce Çin askerinin yavaş yavaş Türk Tugayına yaklaştığını genel karargâha rapor etti ama bu bilgiler Türk karargâhına ulaştıralamadı. Etraflarında neyin olduğunu bilmeyen General Yazıcı iki müfreze askeri keşif için çıkarmıştı bu askerler bir anda kendilerini izleyen Çinlilerin arasında kaldılar. Çin askerleri Karil Lyong geçidinde Türk müfrezelerini sıkıştırdılar ve hepsini imha ettiler. Amerikan ordusunun Türk Tugayına istihbarat sağlayamaması Türk kanının akmasına sebep oluyordu.

Çinliler Tugayımızın tuttuğu yolu ele geçirmek için taarruz üstüne taarruz düzenliyorlardı ve ağır kayıplar veriyorlardı. Türk Tugayi da iyice yıpranmıştı bu süreçte. Her taraf ölü ve yaralılarla doluydu. Türk Tugayını bu beklenmeyen direnişi Çin genel hücumunun hızını kesmişti ve Amerikalılar toparlanmaya başlamışlardı. Son ana kadar direnen General Yazıcı en sonunda Çinliler tarafından tamamen kuşatıldığını anladı ve geri çekilme emri verdi. Bu geri çekilme çok kolay olmayacaktı.

Türk askerleri sıfırın altında cehennemi bir soğukta açıkta kalmış ve Amerikan karargâhıyla bağlantıları kopmuş bir haldeydi. Çin ordusu düşman askerlerinin maneviyatını bozmak için değişik taktikler geliştirmişti buna göre gece boyunca Çinli askerler davullar, ziller, borazanlar kullanarak acayip sesler çıkarmışlar ve bağırma, gülme ve fısıltı gibi sesleri de kullanarak zifiri karanlık ve kesici soğuk içinde bulundukları mevzilerde sıkışan Türk askerlerinin psikolojisini bozmaya çalışmışlardı.

Bu sırada son derece şanssız bir olayda meydana geldi. Çin taarruzu sırasında Çinlilerin önünden kaçan müttefik Güney Kore askerleri kaçarken yönlerini şaşırıp yanlışlıkla bizim Tugayımızın tuttuğu mevzilerin üstüne düştüler ve onları Çinli sanan askerlerimiz durum anlaşılana kadar yüzlerce Güney Kore askerini öldürdü.

Bu olay aslında sık sık Amerikan askerlerinin de başına geliyordu çünkü Batili bir göz Koreli ve Çinlileri biri birinden ayırt edemiyor ve karanlıkta üniformalarda seçilemiyordu. Bu olayların üstü savaş sonrasında sessizce kapatıldı.

Çinliler yeni takviyeler almışlar ve bu sefer bütün Tugayi kuşatmaya başlamışlardı. General Yazıcı durumun vahametini anlamıştı. Buna rağmen geri çekilmeye devam etti bu sırada Çinliler Türk hatlarını yarmaya çalışıyorlar ve büyük kayıplar veriyorlardı. Çinliler verdikleri kayıplara bakmadan saatlerce saldırdılar.

Türk Tugayı bu geri çekilme sırasında o kadar kayıp verdi ki 30 Kasım günü artık savaş değerini kaybetmiş ve iyice güçten düşmüştü. Bu sırada Amerikalılar yardım için sadece birkaç tank ve birkaç kamyon gönderdiler çünkü o sırada kendi askerlerini kurtamaya çalışıyorladı ve Türklerin canı kimsenin umurunda değildi.

Bu çatışmalar sırasında Çinliler pek çok defa tugayımızı çevirmeyi başardılarsa da imha edemediler. Türk askerleri her defasında çemberi yarıp çıktı. Geri çekilme sürecinde Türk tugayının bütün ağırlıkları geride kalmıştı. Geri çekilen Tugayın arkasındaki 400 asker Çinlilerle göğüs göğse çatışa çatışa bir dağın eteğine sıkışmış ve Tugay çemberi yarana kadar direnip sonrada teslim olmuştur. Türk tugayının bütün zorluklara rağmen inatla direnmesi ve Çin Taarruzunu kendi kanları pahasına yavaşlatması Amerikan Kuvvetlerinin güvenle çekilebilmesini sağladı. Kısacası Amerikan Komutası kendi kuvvetlerini imhadan kurtarmak iin Türk askerlerini ateşin önüne sürdü. Bu çatışmalarda Türk Tugayi resmi rakamlara göre 741 ölü, 2068 yaralı, 163 kayıp ve 244 esir vermiştir. Savaş sonrasında yaşanılan felaketin büyüklüğünün gizlenmesi için gerçek kayıpların ve verilen esirlerin sayısının çok daha fazla olduğu ortaya çıktı. Pek çok Türk esiri sırf bu yalan ortaya çıkmasın diye geri alınmadı ve bu zavallılar vatanlarından çok uzakta çalışma kamplarında birer birer öldüler.

Türk askerleri ile beraber savaşan Amerikalılar Türk askerinin performansından son derece etkilenmişler ve bu Türkiye’nin NATO’ya alınmasında büyük faktör olmuştur. Savaş hakkında ilginç bir anekdotla yazımı noktalamak isterim. Çatışmalar sırasında Türk karargâhından Amerikan merkez karargâhına verilen durum raporlarında Türk askerlerinin düşmana verdirdikleri kayıp rakamları ortalamalardan çok yüksek çıkınca Amerikalı generaller Türk komutasını yalan söylemekle suçlamışlardı. Bunun üzerine türk askerleri öldürdükleri düşman askerlerinin getirebilirlerse vücutlarını eğer getiremeyecek durumdalarsa kulaklarını keserek kararghahlarının bahçesine üst üste yığmaya başlamış ve Türk komutası da Amerikan Merkez komutanlığına raporlarla beraber bunları yollamaya başlayınca Amerikalı generaller Türklerin dürüstlüğüne inandıklarını fakat bu uygulamaya son vermeleri gerektiğini acilen belirtmişlerdi.

Kore savaşındaki Türk Tugayı’nın geçirdiği tecrübeden 3 ana ders çıkmaktadır.

1) Amerikan Komutası altında savaşa girmek felaket getirir.

2) İstihbaratı Amerikalılardan sağlamak felaket getirir.

3) Levazım ihtiyaçlarını Amerikalılardan karşılamak felaket getirir.

 

Orkun'dan Seçmeler