İstanbul Baskını
30 Ekim1918’de Mondros Mütârekesi denilen teslimiyet ve esâret belgesi imzalandı. İmzadan iki hafta sonra 13 Kasım 1918’de İtilâf Devletleri(1) donanması, 55 gemiden oluşan bir filo hâlinde İstanbul Boğazı’nda demir attılar. Aynı gün karaya asker çıkararak şehri işgal ettiler.
İstanbul’a ilk defa 23 Kasım 1918 günü gelen düşman orduları başkumandanı Fransız general Franchet d’Esperey, 8 Şubat 1919’da İstanbul’a ikinci defa geldi. Bu gelişinde; dizginleri sağdan ve soldan iki askerle tutulmuş beyaz bir at üzerinde Beyoğlu’ndaki Fransız Sefârethânesi’ne gitti. Geçtiği yolun iki tarafından Osmanlı ekmeği – suyu ile beslenip domuz gibi semirmiş Rumlar ve Ermeniler alkış tutuyorlardı. Fransız general, sanki savaşarak fethettiği bir şehre giriyor gibiydi. Yüzündeki ifâde mağrurluktan, kibir ve gururdan çok pişkinlik duygularından izler taşıyordu. İstanbul sokaklarında en çok görülen nesne, Yunanistan ve Ermenistan bayraklarıydı. Özellikle Büyükada, tamamen Yunan bayraklarıyla donatılmıştı. Galatasaray Lisesi’ne ise Fransız bayrağı çekilmişti.
İşgalin Şiddetlendirilmesi
Târih kitaplarında İstanbul’un 16 Mart 1920 günü işgal edildiği yazılıdır. O tarihte İstanbul, zâten kuşatma işgal altında idi. 4 Mart 1920 günü, Londra Konferansı’nda alınan karar gereğince düzenlenen 16 Mart 1920 İstanbul Baskını, doğru bir değerlendirme ile: işgalin şiddetlendirilmesi olarak yorumlanabilir. İstanbul Baskını’nda Harbiye ve Bahriye Nezâretleri(2) ile Tophane binası ve başta Şehzadebaşı karakolu olmak üzere askerî kışlalar işgal edilmiş, her türlü toplantı yasaklanmış, toplantıya katılanların idam edileceği duyurulmuştur. İşgal sırasında yüzlerce kişi şehit edilmiş, daha fazla kişi ağır yaralanmış, bir çok vatansever aydın mezârethânelerde işkenceye tâbi tutulmuştur. Ertesi gün sıkı yönetim ilân edildi. Pek çok vatansever, Malta’ya sürgüne gönderildi. Türk Ocağı kapatıldı.
Türk Ocağı, İkinci Meşrutiyet’in ilk yıllarında, toplu da hissedilen kimlik bunalımını aşmak için Türk milliyetçiliği ekseninde yeni ve seçkin bir aydınlar topluluğu oluşturmak amacı ile kurulmuştu. İşgal kuvvetleri, işgali protesto eden mitingler(3) düzenlenmesine öncülük ettiği için Türk Ocağı’nı iki defa bastılar. Ocak, üç defa yer değiştirmek mecburiyetinde kaldı. Baskılar devam edince çalışmalar, Anadolu’ya kaydırıldı. Son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı da yine işgal kuvvetlerinin baskısı ile 11 Nisan 1920’de feshedildi. Fesih için; mebusların çoğunun İttibat ve Terakki Partisi’ne mensup oluşları ve parti ileri gelenlerinin 2 Kasım’ı 3 Kasım’a bağlayan gece Türkiye’yi terk etmiş olmaları gerekçe olarak gösterilir. Asıl sebep, işgal kuvvetlerinin istekleridir. Çünkü kapatılan meclis, 12 Ocak 1920’de Misak-ı Milli(4) adı altında millî hedefler belirlemiş ve bu hedeflere ulaşılabilmesi için bir mücâdele programı hazırlamıştı. Diğer taraftan Meclis, İstanbul Hükümeti ile Anadolu’da bulunan Kuvay-ı Milliye arasındaki ilişkileri düzenleme teşebbüslerini başlatmak üzere idi. Bütün bu gelişmeler ve oluşumlar, işgal kuvvetlerini tedirgin e diyordu. Onların tedirginliği emir hâline dönüştürüldü ve meclis kapatıldı.
İstanbul’un Milât öncesinden başlayan uzun târihi içerisinde en felâketli günler, 13 Kasım 1918 ile 2 Ekim 1923 târihleri arasında yaşandı. O günler hem çökmekte olan saltanatın son hükümeti adına, hem de denizaşırı bölgelerden gelip 500 yıldır Türk yurdu olan güzel İstanbul’umuzun üzerine, katran karası bulutlar gibi çöken işgal kuvvetleri adına utanç vericidir. Son hükümet adına utanç vericidir: Savunma amacı ile hiç bir şey yapılmamışp kurtuluş, teslimiyetçilikte aranmıştır. İşgal kuvvetleri adına utanç vericidir: Mondros Mütârekesi’ndeki taahhütlere uymamışlar, peşlerinde Yunan Askerlerini de getirmişlerdir. Hattâ İstanbul’u onlara teslim etmişlerdir.
İşgal günlerinde medenî Avrupa’nın şımarık ve saldırgan insanları İstanbul’u hoyratça kullandılar. Son model otomobillerle, elleri korna düğmesine yapışmış olarak son süratle geziyorlar, kimseye yol vermiyorlardı. Atlı askerler, altlarındaki hayvanlar kadar bile nâzik olamıyorlardı. Herkesin gözü önünde sergilenen bu kabalıklar, çirkinlikler dört duvar arasında vahşete dönüşüyordu. İçki ve kumar masalarında, balolarda azgınlaşan istekler, sınır tanımaksızın tatminler arıyordu.
İstanbul’un işgal günlerini Vera durmesil, 1946 yılında Brüksel’de yayınlanan İşgal İstanbul’u isimli kitabında şöyle yazıyor: “Dolmabahçe’de kural filan yotur. Altında uyuyacağı bir çatısı olmayan herkes gelip kalabilir. Kalacak kişi soruyor: ‘Uygunsuz kişiler de mi?’ Cevap ‘Evet’tir. Çünkü işgalciler o kadar uygunsuzdur ki, ‘uygun’ olanı seçme yetenekleri bile yoktur.’Böyle bir ortamda rezâletler sokaklara taşmaktadır. Yine yazar anlatıyoır: “Belli saatte pencereleri açıp barınağı havalandırmak mı? Belli saatte pencereler kapatılabilse, inanın çok daha iyi olurdu.”
İşgal kuvvetlerinde görevli subayalrın eşlerinin derdi-sıkıntısı ise farklıdır. Durmesil’in kitabında, o bayanlardan birinin acı kaderi (?!) sergileniyor:
– Şekerim, terzim bir zamanlar Rusya’da soylu bir hanımmış. Çarın sarayında bulunmuş. Çok iyi yetişmiş bir sanatkâr. Elbise süslemelerinde hiç fanteziye kaçmaması, benim için ne büyük talihsizliktir, bilemezsiniz.”
Kitabın başka bir yerinde Ermenilerden söz ediliyor: “Pera sosyetesinde göz kamaştıran kadınlar var. Bunlardan biri de Madam Siniossoglan. Herkes vücudunu saklamak için giyinirken bu kadın, çıplak olmak için giyiniyordu. Ermeni kadınların en büyük arzuları, Fransız zannedilmekti. Fakat aksanları ve gözlerinin yağ akıntısı hissini veren bakışları, onları hemen ele veriyordu. Tâlihli bir Ermeni kızı, Fransız elçiliğinde çalışan bir memurun metresi olmuştu.”
Karanlık Gecelerin Aydınlık Sabahı
İşgal İstanbul’unda işgalciler bu hayatı yaşarlarken Anadolu insanı, canını dişine takmış vatanı kurtarmaya çalışıyordu.
19 Mayıs 1919’da Samsun’da başlayan kurtuluş mücadelesinin ilk başarılı sonuçları Afyon’dan geldi. 29 Ağustos 1922’de şehir düşmandan geri alınmıştı. 9 Eylül 1922’de İzmir düşmandan temizlendi. 18 Eylül’de son Yunan askerî birliği, Çeşme’den vapura binip geldikleri yere döndü. 30 Eylül 1923’te Trakya düşmandan teslim alındı.
Takvimler 1923 yılında Ekim ayının başladığını gösterdiklerinde İstanbul’da artık işgal kuvvetlerinin her isteğini emir telâkki edip uygulayacak bir hükümet yoktu. 16 Mart 1920 Salı günü, İstanbul baskını ile şehrin üzerinde biriken kirli-kara bulutlar, 3 yıl, 6 ay 16 gün sonra dağıldı. 2 Ekim 1923 Salı günü Dolmabahçe meydanının iki yanında dalgalanmakta olan bayrakları selâmladıktan sonra İtilâf Kuvvetleri’nin askerleri, rıhtıma yanaşmış olan gemilere binip gittiler. 1 yıl 4 gün sonra, 6 Ekim 1924’te Kuva-yı Milliye askerleri İstanbul’a girdi Bu sebeple İstanbul’un kurtuluşu, 6 Ekim günlerinde kutlanır.
“16 Mayıs 1920’de İtilâf Devletleri’nin yaptığı ile, 29 Mayıs 1453’te Fâtih’in yaptığı, biri birinin aynı olan olaylardır.” Diye yazıp söyleyenler için de 6 Ekim 1924 kara bir gündür.
(1) İtilâf Devletleri: Birinci Dünya Savaşı’nda Fransa, İngiltere, Rusya, İtalya, Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri’nin oluşturduğu ittifak.
(2) Harbiye ve Bahriye Nezâretleri: Millî Savunma ve Denizcilik bakanlığı
(3) Protesto mitinglerinin birincisi; 15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi üzerine 23 Mayıs 1919’da, İkincisi; 19 Mayıs 1919’da Fatih’te ve Üsküdar’da, Üçüncüsü; 20 Mayıs 1919’da Sultanahmed Meydanı’nda düzenledi. Sultanahmed Meydanı’ndaki mitinge 100.000’den fazla insan katıldı. Fatih ve Sultanahmet mitinglerine Halide Edip (Adıvar) Hanım da katılmış ve ateşli bir konuşma yapmıştı.
(4) Misak-ı Millî: Son Osmanlı Mebuslar Meclisi’nin aldığı karar. Bu kararda, Erzurum ve Sivas kongrelerinde yayınlanan beyannâmeler kabul edildi. Millî And olarak da anılan, 6 maddeden oluşan belgede, Türkiye Devleti’nin sınırları belirlendi.