Türk bayrağı taşıyan Bozkurt adlı kömür nakliye gemisi, 2 Ağustos 1926 gecesi Midilli Adası’nın 5-6 mil açığında Fransız bayrağı taşıyan Lotus adlı ticaret gemisiyle çarpışarak battı. Lotus gemisi, ikiye bölünerek batan Bozkurt gemisinden, aralarında kaptanın da bulunduğu 10 Türk’ü kurtardı, sekiz kişi ise boğuldu. Lotus 3 Ağustos’ta İstanbul limanına vardı. Çarpışma sırasında Lotus’un nöbetçi kaptanı olan Fransız uyruklu M. Desmond ile Bozkurt’un kaptanı Hasan Bey, açılan soruşturma üzerine tevkif edildiler. Yargılama sonunda Fransız kaptan 80 gün, Türk kaptan da 4 ay hapse mahkûm edildi. Fransız Hükûmeti Türk mahkemesinin yetkisizliğini ileri sürerek Desmond’un tutuklanmasına ve yargılanmasına itiraz etti. Türkiye’nin bu konuda kendisini yetkili sayması üzerine, ortaya çıkan uyuşmazlığın çözümü için Milletlerarası Adalet Divanı’na başvuruldu. Adalet Divanı’ndan şu iki noktanın çözüme bağlanması istenmekteydi:
1- Türk Hükûmeti, Türk yurttaşlarından sekiz gemici ve yolcunun ölümüyle sonuçlanan kaza sebebiyle, kendi kanunları doğrultusunda Türk gemisi kaptanıyla birlikte çarpışma sırasında Lotus’ta ki nöbetçi kaptanın aleyhine bağlantılı suç kovuşturması yapmakla, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması’nın ikamet ve adlî yetkiye ilişkin 15. maddesine aykırı hareket etmiş midir?
2- Türk Hükûmeti sözü edilen antlaşma maddesinin ilişkin olduğu milletlerarası hukuk kurallarını zedelemişse, Fransız kaptan lehine ne gibi bir tazmin yükümlülüğü altındadır?
Adalet Divanı dâvânın esasına girmeden önce şu noktaları belirledi:
1- Çarpışma iki ülkenin bayraklarını taşıyan gemiler arasında ve açık denizde olduğundan, olayda Fransa ve Türkiye’den başka bir ülkenin yargı hakkı söz konusu değildir.
2- Kovuşturma sırasında yapılan soruşturma, tutuklama gibi işlemler, bunları yapan devletin sorumluluğunun belirlenmesinde araştırma konusu olamayacağından, divanda görüşülmesi gereken konu yalnızca Türk Devleti’nin ceza yetkisinin bulunup bulunmadığıdır.
3- Fransız ve Türk kaptanları aleyhine bağlantılı suç kovuşturması yapılmıştır. Fransız kanunu da Türk kanunu gibi zaman ve yer birliği nedeniyle bağlantılı suç kavramını kabul etmiştir. İki geminin çarpışması, Türk ceza hukuku bakımından incelenmesi ve takdiri aynı yargı merciine bırakılması gereken bir bütün oluşturduğundan, Türkiye’nin hakkında kovuşturma yapma yetkisi itiraz götürmeyen Türk kaptanı aleyhine yaptığı kovuşturma ile Fransız kaptanı aleyhine yaptığı kovuşturma, haklı ve doğru olarak bağlantılı kabul edilmiştir.
4- Divanın araştıracağı ve çözüme bağlayacağı konu, milletlerarası hukuk ilkelerinin, Türkiye’nin kendi kanunlarına göre Fransız uyruklu kaptan aleyhine kovuşturma yapmasına engel olup olmadığıdır.
Türkiye’yi o dönemde Adliye Vekili olan Mahmut Esat Bey’in temsil ettiği dâvâda Milletlerarası Adalet Divanı 7 Eylül 1927’de şu kararı verdi:
1- Türkiye’nin, Türk kaptan ile birlikte Fransız kaptan aleyhine ceza kovuşturması yapması, Lozan Antlaşması’nın 15. maddesinin dayandığı uluslararası hukuk ilkesine aykırı değildir.
2- Ortada hukuka aykırı bir işlem bulunmadığına göre Fransız Hükûmetinin ileri sürdüğü, Türk Hükûmetinin Fransız kaptan lehine bir tazmin yükümlülüğü hakkında karar verilmesine de yer yoktur.
Bu dâvâ yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, milletlerarası bir kuruluşta elde ettiği ilk hukukî zaferdir. Bu zaferin kazanılmasında önemli başarısı olan Mahmud Esad Bey’e, soyadı kanunu çıkınca, Atatürk’ün isteği ile Bozkurt soyadı verildi.