Ana Sayfa 1998-2012 Tarih Boyunca Türkçülük: Siyasi Türkçülüğün Gelişmesi

Tarih Boyunca Türkçülük: Siyasi Türkçülüğün Gelişmesi

Bir önceki yazımızda, Yusuf Akçura’nın kaleme aldığı “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı eserin genel çizgileri üzerinde durmuştuk. Hatırlanacağı üzere, Yusuf Akçura, Osmanlıcılık, İslâmcılık ve Türkçülük konularını ele alıyor, bunların uygulanabilirliğini tartışıyordu. Siyaset tarzlarının bu şekilde sınıflandırılması, o zamana kadar yapılmış değildi. Dahası, bu tarzların birbirleriyle karşılaştırılarak, Osmanlı Devleti için hangisinin daha uygun olacağı üzerinde de düşünülmemişti.

Akçura’nın görüşleri, kısa zamanda yankı buldu. Dönemin tanınmış yazarlarından Ali Kemal, Üç Tarz-ı Siyaset’i eleştiren bir yazı yayımladı. Ali Kemal, “Cevabımız” başlığı taşıyan bu yazısında, her üç fikri ayrı ayrı ele alıyor ve tenkid ediyordu. Ali Kemal’e göre “Ahaliyi, aralarındaki din ve mezhep ihtilâflarına rağmen yekdiğerlerine karıştırarak ve temsil ederek, Amerika Birleşik Hükûmetleri’ndeki gibi müşterek vatanla birleşmiş yeni bir millet, Osmanlı milleti meydana çıkarmak tasavvuru pek gariptir. Çünkü Osmanlı halkı ve hükûmeti, Amerikan halkına ve hükûmetine hiç benzemez. Böyle bir benzerlik farz etmek, tarihin havsalasına, hakikatlerin alanına girmeyen bir tesavvurdur.”

Ali Kemal, İslâm birliği fikrine de sıcak bakmıyordu. Bu, garip bir tasavvurdu, hiçbir zaman kuvveden fiile çıkamamıştı, hattâ buna teşebbüs bile edilmemişti. İslâm birliğinin kurulabilmesi için, kalabalık Müslüman tebaaya sahip bulunan Fransa, İngiltere, Rusya gibi devletlerin hepsine meydan okunması gerekir. Halbuki, Osmanlı Devleti, ancak kendisini savunmaya çalışmaktadır, taarruza değil. Rumeli Müslümanlarını elde tutamamışken, Hindistan Müslümanlarını ele geçirmeye çalışmak hayâle bile sığmaz. Asya’nın, Afrika’nın, Avrupa’nın Müslümanlarını birleştirerek bir İslâm Devleti kurmak, tantanalı fakat boş bir hayâldir. Müslümanların yaşadığı uzak coğrafî bölgeleri göz önüne getirmek bile bu fikrin imkânsızlığını ortaya koyar.

Türkçülüğe gelince… Ali Kemal “İlâhi, diyor, Tatarlar ile, bir nevi Türklerle meskûn iken Kırım’ı muhafaza edemedik de şimdi bütün Asya’nın Türklerini mi birleştirmeye çalışacağız?” Böyle bir ham ha yâle kapılıp, Türk olmayan vatandaşlarımızı mı feda edeceğiz? Hem, bu acayip fikri yaratanlar kimler. Ahmed Vefik Paşa, Necib Âsım, Şemseddin Sami mi? Ahmed Vefik Paşa “geldim” yerine “geldüm” yazdığı için mi; Necib Âsım, Türk’ün yazılışına bir “vav” harfi ilâve ettiği için mi Türkçü? Şemseddin Sami ise esasen Arnavut. Ancak Osmanlılık itibariyle Türklüğü idrak edebilir, öyle Türklerin birliği gibi acayip fikirlerle uğraşamaz.

Ali Kemal, sonuçta, ne kadar muhteşem olursa olsun, Osmanlı milletinin birliği, İslâm ittihadı, Türklerin birleştirilmesi gibi fikirlerin benimsenmesini imkânsız görüyor. Bunlar belirsiz ve dolayısıyla imkânsız emellerdir. Böyle boş işlerle uğraşılamaz. Bunlar bir netice vermez. Çıkar yol, içinde bulunulan durumu muhafaza etmek, Osmanlı Devleti’nin vatandaşlarını teker teker ilim, irfan, meslek sahibi yaparak yükseltmektir. İşte o zaman devlet de güçlü hâle gelir.

•••

“Üç Tarz-ı Siyaset” üzerindeki tartışmaya, Ali Kemal’den sonra Ahmed Ferit (Tek) de “Bir Mektup” başlıklı yazısı ile katılmıştır. Ahmed Ferit, bu yazısında, hem Ali Kemal’in görüşlerine hem de Yusuf Akçura’nın bazı fikirlerine karşı çıkmaktadır. Ona göre, İslâmcılık, tarihî bir gelenekten hiç de yoksun değildir. Yavuz Sultan Selim’inArap ülkelerini alması, Mısır’ı devletine katması, halifeliği Osmanlı pâyitahtına getirmesi, İslâmcı siyasetin göstergeleridir. Hicaz’ın korunmasını Anadolu’nun korunmasından önce tutan II. Abdülhamid’in takip ettiği siyaset de bu anlamda İslâmcılığın ta kendisidir.

Ahmed Ferit, Osmanlılık konusunda da Ali Kemal’in bazı gerçekleri gözden kaçırdığını düşünmektedir. Tanzimatın tek amacı, bir Osmanlı milleti yaratmak değil miydi? Batıdan yeni hukuk sistemi alınmış, buna dayanılarak yeni bir yönetim şekli meydana getirilmişti. Cemaat topluluklarından bir Osmanlı tabiiyeti yaratılmış, Hristiyanlar devlet memurluklarına alınmış, eğitim programlarına Türkçe dersleri konulmuş, Mithat Paşa’nın hazırladığı anayasada Türkçe resmî dil olarak kabul edilmişti. Bütün bunların anlamı, bir millet oluşturma teşebbüslerinin delilleriydi.

Ali Kemal’e yönettiği bu tenkidlerden sonra, Ahmed Ferit, Yusuf Akçura’nın da bazı görüşlerini kabul etmiyor. Bir kere, Osmanlı milleti yaratmak imkânsız değil, pekâlâ mümkündür. İslâm birliğini meydana getirmenin ise, ne o zaman ne de ondan sonrası için olabilirliği vardır. Bu bakımdan İslâm birliği ile Türk birliğini eşit tutmak doğru değildir. Türk birliği siyaseti, belki o günler için imkânsızdır, ama gelecekte takip edilme şansını taşımaktadır. Osmanlılık siyasetinin geleceği ise parlak ve ümit verici değildir, fakat içinde bulunulan şartlarda (1904’te) izlenmesi en kolay ve yararlı siyaset de budur.

•••

1904’e kadar Türkçülük üzerinde yapılan çalışmalar, daha çok dil, edebiyat ve tarih üzerineydi. Türklerin siyasî birliği hakkında bir fikir ileri sürülmemişti. Bu konudaki ilk adım, Yusuf Akçura tarafından “Üç Tarz-ı Siyaset” ile atılmıştır. Akçura, Türk birliğini “tevhid-i Etrak” veya “azim bir millet-i siyasiye” olarak belirtiyor. Böyle bir birliğin kurulmasını mümkün kılan şartlar bulunmaktadır. Türkler, büyük milliyetler arasında varlıklarını korumuşlardır. Bu büyük milliyetler, 19. yüzyılın ürünüdür (yani, o zaman için yenidir) ve Alman birliği, İtalyan birliği gibi millî birliklerin kurulmasını sağlamıştır. Osmanlılık veya İslâm birliği, güçlü bir siyasî birlik meydana getirme şansına sahip değildir. Şu hâlde, yegâne çözüm, Türk siyasî birliğindedir.

Düşünce olarak parlaktır ama, Türk birliğini gerçekleştirmenin önünde bazı önemli engeller de bulunmaktadır. Türkler arasında, millî birlik için gerekli ortam henüz oluşmuş değildir. Müslümanlıktaki güçlü teşkilâtlar ve coşkun heyecan, Türkler arasında görülmemektedir. Üstelik, Türklerin büyük çoğunluğu millî tarihlerini unutmuşlardır. Bütün bu sebeplerle, yapılması gereken ilk iş, bir millî şuur uyandırmaktır.

Türk birliğine giden yol, Yusuf Akçura’ya göre dört aşamadan ibarettir. Önce, Osmanlı Devleti’ndeki Türkler arasında ırk bağı, din duygusu gibi kuvvetlendirilecektir. Daha sonra, aslen Türk olmayan fakat bir dereceye kadar Türkleşmiş olan Osmanlı topluluklarının Türkleştirilmesine sıra gelecektir. Bunu Türklükten etkilenmemiş ama millî şuura da sahip olmayan toplulukların Türkleştirilmesi takip edecektir. Böylece, Osmanlı Devleti, bir Türk devleti, Osmanlı halkı da Türk milleti hâline gelecektir. O takdirde, Osmanlı Devleti, Türk birliğini gerçekleştirme imkânını elde edecektir. Bu birlik, Osmanlıların önderliğinde olmalıdır. Çünkü, bütün Türk toplulukları arasında, Osmanlı Devleti bünyesindeki Türkler en ileri, en gelişmiş ve en güçlü olanıdır.

•••

Yusuf Akçura’ya göre (1904’te) Türkçülük fikri henüz çok yenidir. Bunun işlenmesi, yaygınlaştırılması ve uygulamaya konulması uzun zamana ihtiyaç gösterecektir. Bundan yılmamak lâzımdır.

Akçura, bu görüşünde haklıdır. Aradan yüz yıla yakın zaman geçtiği hâlde siyasî Türk birliği gerçekleşmemiştir. Hattâ Türklük şuuru bile, bütün Türk topluluklarını heyecanla sarsacak ve kabile ayrılıklarını ortadan kaldıracak seviyeye erişmemiştir. Buna karşılık, Türkçülük fikri geliştirilmiş, yaygınlaştırılmış ve kökleşmiştir. Milletlerin binlerce yıllık hayatları göz önüne alındığında, bu gelişmeyi küçümsememek lâzımdır.

Kaldı ki, Yusuf Akçura’nın savunduğu fikirler, on-onbeş yıl içinde, bütün hayâlleri aşacak şekilde benimsenmiştir. İktidarı Sultan II. Abdülhamid’den devralan İttihad ve Terakki, bir süre Osmanlıcılık ve İslâmcılık siyasetlerinden medet ummuştur. Fakat Balkan Savaşı ve Ermeni isyanları, Osmanlıcılığın; Arnavut ve Arap isyanları ise İslâmcılığın çöküşünü hazırlamıştır. İttihat ve Terakki, özellikle Birinci Dünya Savaşı’na girdikten sonra bu iki siyasetten hayır gelmeyeceğini anlamış ve Türkçülük siyasetini tercih etmek zorunda kalmıştır. Demek ki, Yusuf Akçura, görüşleriyle, bir devletin yakın geleceğinde etkili olmuş, ona âdeta istikamet göstermiştir. Bu sebepledir ki, yabancı yazarlar ve araştırmacılar, Yusuf Akçura’yı Türkçülüğün asıl önderi ve yayıcısı olarak tanıtmışlardır. Bu teşhisteki isabet payı elbette yüksektir. Ülkücü yönünün coşkunluğunu ve bilim adamı olmanın soğuk kanlılığını bağdaştırabilen Yusuf Akçura, Cumhuriyet dönemindeki Türkçü uygulamaların da destekçisi ve yol göstericilerinden biri olmuştur.
 

Orkun'dan Seçmeler