Ana Sayfa 1998-2012 Tarih Boyunca Türkçülük -Dilde Türk Birliği

Tarih Boyunca Türkçülük -Dilde Türk Birliği

Osmanlıca ve Çağatayca deyimlerini reddederek, dilimizin geniş bir coğrafyaya yayılmış tek bir dil olduğuna inanan Şemseddin Sami’nin, Kamus-ı Türkî’nin önsözündeki görüşleri, tamamen Türkçü fikirleri ihtiva etmektedir. Su önsözü, dilde Türkçülüğün bir bildirisi şeklinde yorumlamak dahi mümkündür.

19. yüzyıl Türk milliyetçilik hareketlerinde en belirgin husus, Türkçeye ve Türk tarihine verilen önemdir. Türkçenin “Osmanlıca” adı ile anılması ve bu alışkanlığın kökleşmiş bulunması, o dönem Türkçülerini, aksini ispat için uzun uğraşlara sevk etmiştir. Türkçeye karışmış Arapça ve Farsça kelimelerin tasfiye edilerek yerlerine Türkçelerinin kullanılması eğilimi, Türkçü yazarlar ve dilciler tarafından devamlı olarak teşvik edilmiştir.

Bu yolda Türkçeye (ve, Türkçülüğe) en büyük hizmeti yapanların başında Şemdeddin Sami gelmektedir.

Şemseddin Sami, Arnavutluk’un, Yanya’ya bağlı Fraşeri ilçesinde doğmuştur (1850). İlk öğrenimini önce özel olarak yapmış, sonra bir Rum okuluna devam etmiştir. Öğrenimi sırasında İtalyanca, Fransızca, Rumca ve eski Yunancayı öğrenmiştir. Ayrıca bir müderristen aldığı özel derslerle de Arapça ve Farsçayı elde etmiştir. Türkçe ve Arnavutça da hesaba katıldığında sekiz dil bildiği anlaşılır. Şemseddin Sami, 1872 yılında İstanbul’a gelerek matbuat kaleminde kâtipliğe başlamış, bir yıl kadar Trablusgarp’a sürgün edilmiş, daha sonra Rodos’ta, Yanya’da resmî görevlerle bulunmuştur. Bu arada Sabah gazetesinde makaleler ve tiyatro eserleri yazarak adını duyurmuş, askerî teftiş komisyonu başkâtipliğine tayin edilmiştir. Bu görevde hayatının sonuna kadar kalarak rahat bir çalışma ortamı bulmuş ve büyük eserlerini bu suretle meydana getirmiştir.

Şemseddin Sami’nin edebiyat çalışmaları arasında roman, tiyatro eseri ve tercümeler önemli yer tutmaktadır. Telif eserleri, orta derecede bir yazarın ürünleridir. Tercümelerle ise daha başarılı olmuştur. Ancak, onun asıl varlık gösterdiği alanlar ansiklopedi ve dilcilik alanlarındadır. İlk büyük eser i Kamus-ı Fransevî’dir. Bu eser Fransızcadan Türkçeye ve Türkçe Fransızcaya büyük bir sözlüktür. Bu sözlük, Türk yazı hayatında uzun zaman müracaat edilen bir kaynak görevi yapmıştır.

Şemseddin Sami’nin kaleme aldığı ikinci büyük eser Kamusü’l-A’lâm olmuştur. Bu eser, bir ansiklopedi niteliğindedir ve tarih, çoğrafya, biyografi konularını ele almaktadır. Kamusü’l-Al’âm’da, Avrupa’da yayınlanan ansiklopedilerde eksikliği görülen şarka ait bilgiler de verilmiştir. Su vasfı, vıllarca başvurulması gereken bir eser olmuştur.

Kamusü’l-Al’âm zikre değer kusuru, yazarının, Osmanlı büyüklerinden mühimce bir kısmını Arnavut asıllı göstermek hususundaki gayretidir. Bununla beraber, zamanı için büyük bir kazanç olmuş, ancak bugün için pek önemi kalmamıştır.

Yazar, Kamus-ı Arabî’ye de hazırlayarak formalar halinde yayımlanmıştır.

Şemseddin Sami’nin Türk dili ve Türk milliyetçiliği bakımından asıl büyük eseri Kamus-ı Türkî’dir. Bu eser, Türkçede yazılmış ilk büyük sözlüktür. Kamus-ı Türkî’de öz Türkçe kelimelere verilen yer ve değer, dikkatleri derhal çekmiştir. Kamus-ı Türkî’ye önsöz olarak kaleme alınan “İfade-i meram” da Şemseddin Sami şu görüşlere yer vermiştir:

Türkçe, Asya’nın bütün doğu kısımlarında konuşulan Turan dilleri zümresinden olup bir kolu da batıya doğru ilerleyerek, Avrupa ile Asya’nın birbirlerine uzattıkları iki büyük yarımadada, yani Anadolu ile Rumeli’de konuşulmaktadır.

Böylece başlayan önsöz de, Türkçe,doğu ve batı Türkçesi olarak iki bölümde ele alınmaktadır. Şemseddin Sami’ye göre, batı Türkçesi (Çağatayca) öç Türkçe bakımından daha zengindir. Bunların her ikisi de Türkçedir ve Türk dili tedvin edilirken Çağatay lehçesindeki kelimelerden yararlanmak lâzımdır.

Şemseddin Sami, kendisinin çıkardığı Hafta isimli dergideki makalelerinde de bu konudaki görüşmelerini daha etraflı olarak belirtmiştir. Yazar, bu makalelerinde, “Osmanlı” deyiminin bir devlet adı olduğu, halbuki Türk dilinin ve Türk milletinin, Sultan

Osman’dan önce de var olduğu görüşünü ileri sürmektedir; “Bu lisanla <konuşan kavmin adı Türk, dili de Türkçedir.”

Kamus-ı Türkî’nin hazırlanmasında yeni bir anlayışın belirtileri görülür. Üç ayrı dilden meydana gelmiş addolunarak, Türkçeye, o zamana kadar Osmanlıca denilmesi âdet olmuştu. Şemseddin Sami, bu tabiri ypanlışq bulmakta ve hazırladığı sözlüğe Türkçe adını vermektedir. Böylece, kendi dilimize, içinde ne kadar yabancı kelime bulunursa bulunsun “Türkçe”den başka bir isim verilemeyeceğin açıkça ortaya koymuştur. Ayrıca, yazı dilinde o gün kullanılan Arapça ve Farsça kelimelerden çoğunun tasfiyesine gayret etmiştir. Böylece, yazı dilinde kullanılmaz olmuş yabancı kelimelerin sınırlandırılması fikri, Şemseddin Sami’nin sözlüğünde uygulama alanı bulmuştur.

Şemseddin Sami, Türkçenin kelime hazinesini bütün zenginliği ile meydana çıkarmanın asıl hedefi olduğunu ifade etmektedir. Bu sebeple, anadolu’da konuşulan Türkçenin eski ve unutulmuş kelimelerine de sözlüğünde yer vermiştir. Böylece, dili eski kaynakları ile temasa getirerek zenginleştirme yolunda ilk önemli adamı atmıştır.

Şemseddin Sami, ayrıca, dil ve edebiyatımızı, sadece Osmanlı sahası içinde ele alan görüşü de benimsememiştid. Ona göre, dil ve edebiyataımızın kaynağını Orta Asya’daki asıl köklerinde aramak lâzımdır. Osmanlıca ve Çağatayca deyimlerini reddederek, dilimizin geniş bir coğrafyaya yayılmış tek bir dil olduğuna inanan Şemseddin Sami’nin Kamus-ı Türkî’nin önsözündeki görüşleri, bu bakımdan Türkçü fikirleri ihtiva etmektedir. Bu önsözü dilde Türkçülüğün bir bildirisi şeklinde yorumlamak dahi mümkündür.

Şemseddin Sami, Orta Asya’da konuşulan Türkçeyi, oradan getirdiği kelimelerin çoğunu kaybedip yerlerine başkalarını koyan batı Türkçesine tercih etmektedir. Bunun sebebi doğu Türkçesinin daha saf kalmış olmasıdır. Dilimizin zenginleşmesi ve güzelleşmesi için, doğu Türkçesi adı verilen Türk lehçesine müracaat edilmesi ve onun kaynaklarına inilmesi isabetli olacaktır.

Sadece dil değil, edebiyat alanında da Orta Asya kaynaklarımızın dikkatle değerlendirilmesi gerektiğine inanan Şemseddin Sami, ve ediblerin eserlerinin Türkiye’deki okullarda ders olarak okutulması fikrini savunmuştur,

Bu ünlü yazara göre, doğu ve batı Türkçeleri arasındaki yakınlaşma, hattâ birbiriyle kaynaşarak tek bir lehçe hâline gelme düşüncesi gerçekleşirse, daha ilerde siyasî bir kuvvet ve faydayı da getirecektir.

Bu ise, ancak İstanbul Türkçesi etrafında birleşmeyle mümkün olabilecektir. Eğer ayrılıklar devam eder, hattâ daha da derinleşirse, bu gelişme bütün Türklük için tehlikeli sonuçlar verebilecektir.

Şemseddin Sami’nin, Kamusü’l-A’lâm’da Turan, Turaniye ve Türk maddelerinde, Türklüğü yalnız Osmanlı çevresine inhisar ettirmekten çıkararak, Türklerin tarihte ve hâlihazırda yaşadıkları bütün coğrafyaya yayması da, ondaki Türkçülük şuurunu göstermektedir.

Şemseddin Sami, son yıllarında eski Türk diline olduğu gibi, Türkçenin ilk verimlerine de ayrı bir özen göstermiştir. Radloff’un neşrinden yararlanarakOrhun Yazıtları’nı o günün Türkçesi ile yayına hazırlayan da Şemseddin Sami’dir. Aynı şekilde Kutadgu Bilig’in izahlı tercümesini, ayrıca Kıpçak Türkçesinin genel sözlüğünü hazırlamıştır. Ancak bunlar yayın sahasına çıkamamıştır.

Arnavut aslından geldiğini unutmayan Şemseddin Sami, o sıralarda ortaya atılan Arnavutluk’un Osmanlı Devleti’nden ayrılması görüşüne de karşı çıkmıştır. Sultan II Abdülhamid, onun bu fikirlerini değerlendirerek, İstanbul’da kurulan Arnavut Cemiyeti-i İlmiyesi’nde görev almasına izin vermiştir. Ayrıca, sarayda bir vazifeye tayin ederek, çalışmalarını ömrünün sonuna kadar, (1904) rahatça yürütecek şekilde kendisini desteklemiştir.

19. yüzyıl sonunda birçok Türkte görülmeyen Türklük şuurunun Arnavut asıllı bir bilim adamında ortaya çıkması, Türkçülük tarihinin dikkat çekici noktalarından biridir. Şemseddin Sami, bu şuurun yerleşmesi bakımından kalıcı tesirleri görülmüş bir şahsiyet olarak tarihteki yerini almıştır.
 

Orkun'dan Seçmeler