Ana Sayfa 1998-2012 T.H.Y. Yabancılara Satılamaz

T.H.Y. Yabancılara Satılamaz

“İSTİKBAL GÖKLERDEDİR”

Türkiye Maastricht Antlaşması’nı 1992’de Hollanda’da A.T. üyesi ülkelerin dışişleri bakanları ile birlikte imzalamıştı. O zamanki dışişleri bakanı Mesut YILMAZ’ın da imzaladığı bu anlaşmayla topluluk A.B.’ne dönüştü. Şimdiye kadar yazılarımızda ısrarla belirttiğimiz gibi bu birliğe hiçbir zaman tam üye yapılmayacak olan Türkiye “Avrupa Birliği”nin giderek yeni bir devlete dönüştürülmesi ile her yönden bitirilmekte ve çökertilmektedir. Türkiye’nin kültürel ve iktisadî tükenişi daha önce de belirttiğimiz gibi “Avrupa Birliği Muhipleri” çevreleri tarafından hiç önemsenmiyor, hattâ kraldan fazla kralcı olan bu takım tarafından daha çok destekleniyor.

Kendilerine son günlerde bir de Beyaz Türkler adını takan bu entel çevrelerce kültürel açıdan Avrupalı kimliği Türk kimliğinden üstün tutuluyor ve bu uğurda her çabayı gösteriyorlar. Türk milletini bölme ve parçalama uğruna geçmişte her kılığa girenler şimdi bir de kendilerine Beyaz Türkler adını takıp yeni bir bölünmeyi tetiklemeyi denemektedirler. Yuvalandıkları basın kuruluşlarında yazdıklarıyla Türk devletinin küçülmesini ön şart gösterip milletin ortak kazanımlarını ve mallarını haraç mezat yabancılara satmayı uygun ve gerekli görüyorlar.

Türk devletini giderek yerel belediyeler hâline getirip küçültmek, siyasî parti kuruluşları yerine de sivil toplum kuruluşu diye iplerinin kimin elinde olduğu bilinmeyen yapılanmalar istiyorlar. Dünya eliti bu ve buna benzer yollarla Türkiye’yi ele geçirmek istiyor. Ele geçirmenin zahmetsiz olması için de çobansız sürü, bekçisiz köy istiyorlar. Bu düşüncelerle Türk devleti dediğimiz milletimizin ortak iradesinin en büyük maddî ve mânevî gücünü yok etmek, kurumlarını etkisiz ve işlemez hâle getirmek istiyorlar. Bunu yaparken de ağızlarında sürekli çiğnedikleri sakız devletin garson, hizmetçi devlet olmasıdır. Türk milleti ancak kendi güçlü devleti olduğunda hür yaşayacağını 10.000 yıllık tarihi geçmişi sonunda çok iyi bilmektedir. Bu tarih bilinci onda Çin’den Viyana’ya kadar uzanan coğrafya içinde onlarca komşu devletle yaptığı mücadelesi sonucunda gelişmiştir ve son şeklini Türkiye Cumhuriyeti’nde almıştır.

Gelelim Türk devletinin ekonomiden elini hemen ve neye mal olursa olsun, çekmesi gerektiği söylemine!

Aşağıda verilen çizelgeden bu iddianın içinin ne kadar boş, ne kadar mesnetsiz ve sığ olduğu görülecektir. 20 devletin içinde ekonomideki payı % 24’le en küçük olan Türk devletinin daha da küçültülmesini istemek aslında Türk devletine olan düşmanlık olarak görülmeli ve değerlendirilmelidir.

Tarih boyunca bağımsız olmamış bazı yarı sömürge Afrika devletleri ile devletimizi karıştırdıkları anlaşılan dış güçler iyi bilmelidirler ki, Türk milleti için Türkiye cumhuriyeti devleti ebed müddettir. Yani devletimizin ömrü sonsuza kadardır. Milletimiz ancak kendi devleti idaresinde mutlu ve hür yaşayabilir ve öyle de olacaktır.

Bu düşünceler ışığında bilinmelidir ki: Tahkim yasalarından başlayarak, Merkez Bankası’nı, bankaları, Türk tarımını sonuçta yabancılara teslim edecek olan şeker, tütün, buğday… gibi yasalara ilâveten devletin ana gelir kaynaklarını sağlayan ve millî varlıkları olan Telekom, Tekel ve Hazine arazilerinin yabancılara satılması kanunları ile iktisaden Türk devleti çökertilmektedir. Yakın tarihimiz bir defa daha tekrarlanmaktadır. Şöyle ki; Osmanlı 1838’de İngiltere’yle yaptığı serbest ticaret antmaşmasını 1839 Tanzimat Fermanı, 1856 Islahat Fermanı ve en son 1867’de yabancılara toprak satışını mümkün kılan kanun takip etmişti. Neticede İngilizler yalnız İzmir civarında 2.600.000 dönüm çiftlik arazisi, Almanlar da Adana bölgesinde büyük topraklar satın almışlardı. Milletimiz bu hatalardan dönüşün bedelini Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da yüzbinlerce şehit Mehmetçiğin kanları ile ödemişti. Hazine arazilerinin yabancı devletlere de satılabilmesini mümkün kılan en son Derviş kanununa da evet diyenlerin kulakları çınlasın!

Türk milletinin temel yapısı olan maya (kültür) ve ahlâk konularındaki bozulmalara, başta “İngilizce eğitim” yanlışı gibi konulara şimdilik giremeyeceğim ama yazının konusu olan ve yukarıda özetlediğimiz Türkiye’yi iktisadî yönden çökertme girişimlerinin en önemlilerinden birisi de T.H.Y.’nın yabancılara satılmasıdır.

T.H.Y. en az BOR madenlerimiz kadar önemlidir. Ummaktayım ki BOR madenlerimiz konusunda uyarılarımız nasıl şimdilik hedefine ulaştıysa istikbalimiz olan millî havacılık şirketimiz de yabancılara satılmayıp millî varlığımız olarak kalmaya devam edecektir. (Sayın Mustafa ÇINKI’nın “BOR GERÇEĞİ” Ankara Ticaret Odası yayınının mutlaka okunmasını tavsiye ederim).

T.H.Y. Atatürk devrinin getirdiği millî kazançlarımızdandır ve en önemlilerindendir. 20 Mayıs 1933 tarihinde 2186 sayılı kanunla “HAVA YOLLARI DEVLET İŞLETME İDARESİ” adıyla ve 180.000 TL sermaye ile kurulmuştur. 1933’te uçulan meydanlar sadece Ankara-Eskişehir-İstanbul’dur ve uçak sayısı sadece 5, koltuk toplamı 28’dir, taşınan yolcu sayısı da sadece 460’tır. Şimdi 2001 yılındayız yalnız yurt içi uçuşlarında T.H.Y. 30 meydana sefer yapmaktadır. Yurt dışında, doğrudan ve ortaklaşa gerçekleştirdiği seferler 78 ayrı meydanı bulmaktadır. Toplam uçak sayısı 68, yolcu taşıma kapasitesi 12 milyondur. Yani 1933’te doğan çocuk, büyük emekle, zorluklarla bu günlere kadar büyütüldü, kâr eden kuruluş hâline getirildi, şimdi ise ben yiyemedim sen ye der gibi yabancılara en kârlı olduğu bu dönemde peşkeş mi çekiliyor?

T.H.Y.’nin 1933’te kurulduğundan bugüne kadar geldiği yer dünyanın en iyi havayollarından biri olmasıdır. T.H.Y. birçok açıdan Türk devleti için çok önemlidir. İktisadî konuların çok öncesinde şu bilinmelidir ki: Türk devletinin bayrağını yalnız ülke içi uçuşlarında değil yurt dışı uçuşlarında da taşıyan bizi dünyanın her ülkesinde göklerinde temsil eden T.H.Y. bir anlamda bayraktarımızdır, millî şerefimizdir, millî gururumuzdur.

Türk devleti, topraklarına, onu çevreleyen denizlerine ve üzerindeki hava sahasına sahip oldukça vardır ve egemendir. Kendi ülkesinde hava sahasını para karşılığı başkalarına satan bir millet olmamız asla düşünülemez ve kabul edilemez.

T.H.Y. cumhuriyetimizin iradesiyle, milletimizin vergi gelirleriyle bu günlere geldi. Pilotların ve tüm diğer personelin yetiştirilmesi yanında, havaalanlarının yapılmasını, alınan uçakların bedelini hep Türk milleti ödedi. T.H.Y. 2001 yılında bütün bu yatırımlar sonunda kâr eden, döviz kazandıran ve gelecekte diğer milletlerin hava yollarının korkulu rüyâsı iken bu millî varlığımızın yabancılara haraç mezat satılmasını isteyenler kimlerdir? Kime niye satılacaktır? Ne kazanç sağlayacaktır?

Türk milleti şunu çok iyi anlamalıdır ki, satılmak istenen yalnız T.H.Y.’nın uçakları değildir. Bundan çok daha önemli olan, Türk Hava sahasıdır, yani en önemli egemenlik alanlarımızdan birisidir. Çünkü 21. yüzyılda ülkeler havadan savunulur, hava sahasına sahip olmayan bağımsız ülke düşünülemez.

“İstikbal Göklerdedir” diyen büyük Türk milliyetçisi ATATÜRK’ün 1930’larda gördüğünü, milletin önüne istikbal olarak koyduklarını 2001’de görmeyen siyasîler olabilir mi? Bunlara devlet adamı denebilir mi? Yabancıların Tür kiye’deki işbirlikçileri olanlar tabiî ki yabancılara her şey satılsın isteyeceklerdir, onlar için tek önemli husus almayı düşündükleri komisyonlardır. Viyana’da köşklerde oturup bu konuyu takip edenleri iyi biliyor ve izliyoruz. Göklerdeki istikbalimizi, yani T.H.Y.’nı kim yabancılara satabilir? Bu ihanet değil de nedir?

Bizler kendi millî havayolu uçaklarımızın gövdesinde Türkçe T.H.Y. yazmadığından şikayetçi iken, Türkçe yerine “Turkısh Airlines” yazmasını hazmedemezken tamamının yabancılara satılmasını da mı görecektik?

Türkiye uçak sanayiini ATATÜRK zamanında Nuri DEMİRAĞ tarafından 10 Şubat 1937’de hizmete açılan İstanbul’da Beşiktaş Uçak Fabrikası ile kurmuştur. Bu fabrikada Türk uçak mühendisi rahmetli Selahattin ALAN gözetiminde 10 adet T.H.K. için eğitim uçağı üretilmiştir.

Şehirlerarası ilk deneme uçuşu da 11.02.1944’te aynı fabrikamızda başarı ile yapılıp ilk İstanbul-Ankara uçuşu 26.05.1944’te 6 kişilik Türkiye’de üretilen ilk yolcu uçağı NU.D.38 ile yapılmıştır.

Nuri Demirağ’ın kurduğu bu uçak fabrikamızın Belçika’ya bile uçak satar hâle gelmişken 1945’lerde İNÖNÜ devrinde Amerika’nın telkin ve baskılarıyla kapatılması ileride bir başka yazının konusu olacaktır, ama şimdi kimin baskı ve telkinleriyle altın yumurtlayan bu kuruluşlarımızı yok pahasına satıyoruz? Millet Meclisi’nde yeterince görüşülüp sorgulanmadan, milletimizi yeterince bilgilendirip konuyu etraflıca tartışmadan millî kuruluşlarımız neden aceleyle özelleştirme adına yabancılaştırılıp yok ediliyor?

Derviş yasaları diye adlandırılan 15 yasa meclisten böylesine hızla geçmiş iken mülkün sahibi milletimiz, niye yeterince duyarlı değil? Hele hele millî konulara duyarlı olduğu bilinen milliyetçi dernekler, kuruluşlar, ocaklar ve bizleri yetiştiren, bedenlerimizdeki Türk milliyetçiliği ruhunu ateşleyip uyandıran üniversite hocalarımız neden sessizler? Konuşmak için daha neyi beklerler? Eğer araba devrildikten sonra konuşmayı bekliyorlarsa o zaman çok geç olmayacak mı?

Bizim dışımızda her devlet kendi millî çıkarları uğruna her şeyi yapmaktadır. Kendi imzaladıkları uluslararası anlaşmaları bile kendilerinin tanımadıkları olmaktadır. Örnek vermek gerekirse: 1992 yılında Almanya, Fransa’dan ithal edilecek liköre izin vermedi. Açıkça A.B. serbest dolaşım hakkını uygulamadı, anlaşmayı tanımadı. Bir örnek daha verelim; A.B. devletlerinin öncelikle Gümrük Birliği’ne üye devletlerden ithal etmeleri gereken ihtiyaçlarını, meselâ, Türkiye’den ithal edebileceği pamuk ipliğinde olduğu gibi almayıp, bu anlaşmayı dinlemeyerek Suriye’den pamuk ipliği ithalinde olduğu gibi bozmakta, neticesinde de Türkiye’nin pamuk ipliği ihracatçısını ezmektedirler.

Elit ve onun çek, senet ve para tahsilatçısı IMF Türkiye’den tarım desteklemelerini kaldırmasını isterken 2000 yılında Amerika 365 milyar dolar/yıl kendi tarımına destek vermiştir. Yine OECD ülkeleri 2000 yılında çiftçi ailesi başına 16.000 $/yıl tarıma destek verirken Türkiye bunun 8’de biri olan 2.000 $/yıl desteği ancak çiftçisine verebilirken, A.B. ülkeleri Türkiye’ye bu parayı bile kendi çiftçine vermeyeceksin diye tehdit edebilmektedirler.

Sonuç olarak adına ELİT denilen millî devlet tanımaz dünyanın bir avuç zenginleri, bütün dünya yanında Türkiye’yi de iktisadî ve siyasî açıdan tam kontrollerine almak için her türlü zenginliğimizi istemektedirler. Bunun için de her siyaseti denemektedirler.

Çare: 1920’lerde Kurtuluş Savaşı’nda bugünden bin misli kötü şartlarda Millî Mücadeleyi yapan asil Türk milletinin 2001 yılındaki bekçileri ve evlâtları olduğumuzu gösterme zamanı gelmiştir. Kimsenin şüphesi olmasın ki, Türkiye Cumhuriyeti’ne dün olduğu gibi bugün de onun evlâtları sahip çıkacaktır. Çünkü çakalın çakallığını, tilkinin tilkiliğini, kan emici vampirlerin vampirliğini yaptığı bu dünyada Bozkurt da Bozkurtluğunu gösterecektir.

YİRMİ ÜLKEDE DEVLETİN EKONOMİ İÇİNDEKİ PAYI

ÜLKELER

Orkun'dan Seçmeler