Ana Sayfa 1998-2012 Soykırım endüstrisi İsviçre pazarında

Soykırım endüstrisi İsviçre pazarında

YİNE ve yeni bir Ermeni tasarısı, İsviçre Federal Parlamentosu’nun Ulusal Meclis kanadında 107 oyla kabul edildi. Dün Fransa’nın, bugün İsviçre’nin Ermeni tasarılarını önce meclislerinden geçirmeleri, sonra kanunlaştırmaları ne ilk ne de son olacak gibi.

Yaklaşık sekiz yıl önce, 1995 yılı Mart ayında İsviçreli parlamenter Angelina Fankhauser, kendi meclisine verdiği bir önerge ile hükûmetin Ermeni iddialarını kabul ederek resmen tanımaya hazır olup olmadığını sormuştu. Aynı yılın Eylül ayında İsviçreli Ermeniler 5000 imzalı bir dilekçeyi İsviçre Parlamentosuna vermiş, bundan yaklaşık beş ay sonra İsviçre’deki Türk dernekleri atağa geçerek 4200 imzalı, Ermenilere karşı hazırlanmış bir dilekçeyi aynı parlamentoya sunmuştu.

Ermeni iddialarına karşı Türklerin verdiği dilekçede konunun Yahudilere karşı gerçekleştirilmiş olan holokost ile Ermeni sevk ve iskân kararı arasında bir benzerliğinin bulunmadığı, Osmanlı Devleti’nin Ermenileri yok etme kasdıyla hareket etmediği, dolayısıyla soykırım gibi bir fiilden bahsetmenin söz konusu olamayacağı belirtilmişti.

Türklerin dilekçesinden hemen sonra İsviçre Ermeni Birliği, soykırımı inkâr eden, önemini azaltan veya haklı görenleri hapis yada para cezasına çarptıran İsviçre Ceza Yasası’nın 261. maddesini gerekçe göstererek, İsviçre-Türk Dernekleri tarafından yazılan dilekçeyi kaleme alan 17 Türk hakkında dâva açmıştı. Söz konusu dâva, 17 Eylül 2001’de Türklerin lehine sonuçlanmıştı. Dâvayı yürüten hâkim Lienhard Ochsner, dilekçeyi veren Türklerin ırkçı bir yaklaşımla konuya yaklaşmadıklarını, Ermeni girişimine karşı kendi kültürel kimliklerini koruma amacıyla hareket ettiklerini vurgulayarak Türkleri haklı bulmuş ve beraatlarına karar vermişti. Ayrıca hâkim Ochsner, söz konusu mahkemede 1915 olaylarını “soykırım” olarak nitelemekten de kaçınmıştı. Mahkemenin savcısı olan Hans George Jester’in dah a başından itibaren Türklerin suç işlemediklerini savunarak beraat etmelerini istemesi mahkemenin 17 Türk lehine neticelenmesi bakımından önemli rol oynamıştı.

17 Türk aleyhine İsviçre Ermenileri tarafından açılan dâva sürerken 2000 yılında Ermeniler İsviçre yönetiminin soykırım iddialarını kabul etmesi girişiminde bulunmuş, ancak başarılı olamamışlardı. Ermeniler bu defa 13 Mart 2001’de atağa geçmiş ve yeni bir girişimde bulunmuşlar, ancak bu girişimlerinde de 73’e karşı 70 oy gibi çok az bir farkla yeniden hezimete uğramışlardı.

3 oy gibi bir farkla tasarıyı kabul ettiremeyen İsviçre Ermenileri yeniden kolları sıvayarak Cenevre Milletvekili Jean-Claude Vaudroz eliyle “İsviçre Parlamentosu 1915 Ermeni soykırımını tanır. Hükûmetten bu tanımayı not etmesini ve mutat diplomatik yollarla iletmesini ister” şeklindeki karar tasarısını sunmuştur. İsviçre Parlamentosunun 200 üyesinin 115’i tarafından imzalanan önerge görüşmeleri sürerken 17 Türk ile ilgili mahkeme kararını temyize veren iki Ermeninin dâvası Türkler lehine usul açısından bozulmuş, yine aynı dönemde yani 15 Mayıs 2002’de İsviçre Hükûmeti, Ermeni iddialarının tarihçilerin çözmesi gereken bir konu olduğu ve böyle bir konunun Türkiye-İsviçre ilişkilerini olumsuz etkileyeceği yönündeki bir kararı parlamentoya göndererek uyarıda bulunmuştu.

Ermeni iddialarını vurgulayan Ermeni tasarısının İsviçre Federal Parlamentosu’nun Ulusal Meclis kanadında 107 oyla kabul edilmesiyle 2003 yılı Aralık’ında İsviçre Ermenileri (henüz nihaî olmasa da) amaçlarına ulaşmış oldular.

Basında tasarının, Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT)’nın İsviçre’deki faaliyetlerine misilleme olarak İsviçre Parlamentosu’na getirildiği haberleri çıktı. Buna göre İsviçre Dışişleri Bakanı Micheline Calmy Rey’ın bir PKK militanıyla yaptığı görüşme MİT tarafından Ankara’ya rapor edilmiş ve Bakanın Türkiye’ye yapacağı ziyaret iptal edilmişti.

İsviçre Federal Parlamentosu’nun Ulusal Meclis kanadında kabul edilen söz konusu kararını sadece MİT operasyonuna bağlayarak işin analizini yapmak, olayı oldukça kısır bırakacaktır.

Olay, Avrupa Birleşik Devletleri Koalisyonu tarafından düzenli bir şekilde tatbik edilen bir oyunun parçası şeklinde de algılanabilir ve / veya algılanmalıdır.

1923’te İsviçre – Lozan’da bağımsız Türkiye’nin altına imza konulmuştu. Bu gün yine aynı coğrafyada Türkiye’nin temellerinin altına Avrupalılar tarafından bomba konuluyor. Avrupa’da özellikle İsviçre’deki Türkiye aleyhtarı faaliyetler son birkaç yılda ivme kazanmıştır. İsviçre’de Türkiye’ye yönelik faaliyet yürüten ayrılıkçı gruplar, Sevr’in uygulamaya geçirilmesi, Dersim soykırımı iddiaları, Süryanî soykırımı iddiaları ve 14 Eylül Anadolu Rumları soykırımı iddiaları gibi bir çok konuyu akademik, siyasî toplantı veya parlamentoya yönelik girişimlerle İsviçre ve bütün Avrupa kamuoyunun dikkatine sunmaya çalışmaktadırlar.

Genel olarak Türkiye’ye yönelik plânlı – programlı bir imha hareketi gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Ancak Avrupalılar, Türkiye’ye karşı yürütülen bu hareketi, tamamen Türkiye’nin kendi isteği doğrultusunda gerçekleştiriyorlar. Çünkü karşılarında kendileri istemediği hâlde kendileri ile entegre olmak isteyen ve mevcut şartlarıyla her türlü tavizi vermeye mahkûm durumda bir Türkiye mevcut. Gümrük Birliği uygulamasıyla ekonomik alanda önemli bir rant Avrupalılara zaten verilmiş durumda.

Kıbrıs, Adalar Denizi kıta sahanlığı, Ermeni ve Ermenistan’la Türkiye’nin ilişkileri sorunu, Pontus kültürünün geliştirilmesi ve son olarak ki, aslında bu beklenen bir şeydi- Brüksel Liderler Zirvesi’nde Türkiye’nin Güneydoğusu’ndaki şartlar ve kültürel hakların iyileştirilmesi, yani yeni bir Kürt sorunu konusu veya konuları Avrupa Birliği (AB)’nin Türkiye ile ilgili yaptırım gündemlerini oluşturmaktadır.

Türkiye, özellikle son bir yıl içerisinde oldukça büyük tavizler verdi ve vermeye de devam ediyor. İlginç olan nokta, Türkiye’nin söz konusu tavizleri Batılılara resmen altın tepsi içerisinde kendi elleriyle sunmasıdır.

3 Kasım 2002’de Türkiye’de iktidara gelen siyasî oluşum, Türkiye’deki bir takım dengelere karşı hayatta kalabilmek için kendilerine ülke dışından müttefikler edinmekte ve varlıklarını bu şekilde devam ettirmeye çalışmaktadırlar.

Türkiye içerisinde, kurumlar arasında mevcut olan birbirlerine karşı güvensizlik olgusu bir çok sorunu da beraberinde getirmektedir. Öyle ki, bazen AB’den bazen de ABD’den Türkiye’ye karşı atılan yumrukları kimse kendi üzerine almamakta veya “bu yumruk falanlara atıldı” şeklindeki yargılarla olaylara seyirci kalınmaktadır. Elbette, yukarıda sıralanan bütün sorunları sadece şu andaki mevcut siyasî yönetime yüklemek de doğru bir analiz olmayacaktır. Çünkü bugünkü Türkiye tablosunun renklerinin oluşumunda 1963’ten beri yaklaşık son 40 yılın bütün siyasî iktidarlarının sorumluluğu vardır.

İsviçre’nin parlamentosundan Ermeni tasarısını kabul ederek çıkartması olayı, abartılacak düzeyde önemli bir siyasî olay olarak değerlendirilmemelidir veya yukarıda da ifade edildiği gibi söz konusu olayı sadece MİT’in İsviçre’deki operasyon iddialarına bağlayarak bir yargıya varmak da doğru olmayacaktır.

Soykırım Endüstrisi’nin İsviçre Pazarına girişi, AB’nin Brüksel Liderler Zirvesi’nin Türkiye ile ilgili aldığı yeni kararların bir başka ayağı olarak algılanmalıdır ve öyle görülmektedir ki sırayla dünyanın hemen bütün ülkeleri Türkiye aleyhine Ermeni tasarılarını kabul etme yoluna gideceklerdir. Çünkü, Fransa olayı ve Fransa’nın aldığı karara karşı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin göstermiş olduğu tepkisizlik tavrı diğer dünya ülkeleri için önemli bir örnek teşkil etmiştir.
 

Orkun'dan Seçmeler