Uzunca sayılabilecek bir geçmişine karşılık; son 20 yıldır sosyal ve siyasî hayatımızda Fethullah Gülen olayı tartışılagelmektedir. Zaman zaman devlet kademesinde ilgi gören, uluslararası politikada adı geçen, özellikle Orta Asya ve 3. Dünya ülkelerinde yaptığı faaliyetlerle anılan bir isimdir. Yurt içinde ise, özellikle lâik kesimlerce, şeriatçı, devleti ele geçirmeye çalışan, rejim düşmanı bir görüntü resmedilmektedir. Zaman zaman, devletimizde hukuku temsil etme durumundaki kişi ve kurumlar, Fethullah Gülen hakkında, devlete ve rejime muhalif tehlikeli unsur, yorumuyla soruşturmalar başlatırken; başbakanlık düzeyinden tam ters görüşler ileri sürülebilmektedir.
Orkun’da, Lokman Uzel imzasıyla yayınlanan bir yazıdan sonra ortaya konan tepkiler de benzer havayı yansıtmaktadır. Lokman Uzel’in yazısına göre Fethullahçılık olayı yerin dibine batması gereken bir sosyal yaradır. Orta Asya’daki çalışmaları göz boyama esasına uygun yürütülmekte, yurt içinden sağlanan ekonomik imkânlar dayanak gösterilerek, çalışılan ülkelerden ayrıcalıklar sağlanmaktadır. Millî devlete ve Atatürk ilkelerine bağlılıkları göz boyamadan ibarettir. Millî politikalardan çok dış ülkelerin propagandasını yapmakta; gönderilen elemanlar uyum sorunları yaşamaktadır. Kişisel ve grup menfaatleri sözkonusudur.
Bazılarınca, CIA ajanlarının bu çalışmalarda yer aldıkları da ifade edilmektedir. Bu düşünce şeklindeki bazı kişiler, Türk Cumhuriyetlerinde Fethullahçıların yürüttükleri batı kültürünü yayan çalışmalar nedeniyle kısıtlamalar yapıldığını ifade etmektedirler.
Bu olumsuz değerlendirmelere karşın, Fethullahçı faaliyetleri olumlu bularak destekleyenler de vardır. Nitekim, Yavuz Bülent Bakiler ve Namık Kemal Zeybek gibi yıllarca Türk milliyetçiliğine hizmet vermiş bazı kişiler, özellikle Orta Asya’daki çalışmaları nedeniyle Fethullahçılık olgusuna olumlu yaklaşmaktadırlar. Bu değerlendirmelerde, millî çıkarlarımız doğrultusunda resmî yollarla yürütülmeyen/yürütülemeyen faaliyetlerin, bir sivil toplum örgütü olarak Fethullahçılar tarafından gerçekleştirildiği esas alınmaktadır.
Bu tartışma, Orkun’un sayfalarının yanı sıra, internet ortamında Türkçülük başlığı altında, bazı hizmet vermiş milliyetçilere çirkin bulduğumuz ifadelerle saldırılara kadar uzanmaktadır.
Hemen belirtelim ki: Lokman Uzel’i internet ortamında “turkoloji” ve “turkculer” gruplarındaki yazışmalarından tanıyor ve üslubuna katılmıyoruz. Hele hele bu üslupla başlayan ve yıllarca Türkçülük bayrağını taşımış kişilere yöneltilen hakaretamiz sözleri çirkin ve zararlı buluyoruz. Bu noktada Sayın Buğra Atsız tarafından kullanılan ifadeleri de, camia iç in şanssızlık olarak gördüğümüzü belirtmek isteriz.
Peki nedir Fethullah Gülen Olayı? Kanımızca olayın iki boyutu birbirine karıştırılmaktadır. Öncelikle Fethullah Gülen, Said-i Nursî (veya Said-i Kürdî) öğretilerine bağlı bir tarikatın kurucusudur. Türk asıllı olduğunu belirtmektedir. Söyleşilerinde millî motifleri yaygın olarak kullanmaktadır. Said-i Nursî’nin Türk milletine beslediği muhabbeti vurgulamaktadır. Ancak inanç bazında tartışılamaz tutumuna karşılık; konsensus söylemlerinin sonucu ve uygulaması olarak, -başörtüsü olayında olduğu gibi- dinî kurallarla çelişen beyanat ve görüşler de dile getirebilmektedir.
Fethullah Gülen’in etrafında toplanan ve sosyal-siyasî bir güç hâline gelen grubun ortak özelliği ise, İslâmî kimlik etrafında toplanan, çalışma zeminine bağlı olarak millî kimliği reddetmeyen bir yapı oluşudur. Çalışılan bölgeye göre millî veya yöresel özellikler ön plâna çıkmaktadır. Daha açık ifade ile çalışma zeminine göre yöreye hitap edecek söylemler kullanılmakta; İslâmî kimlik ise tüm çalışmalarda esas alınmaktadır. Öte yandan gruba hâkim olan cemaat taassubu ön plândadır. Bu noktada Fethullahçıların, sosyal ve siyasî faaliyetlerde, nerede ne yapacaklarının belli olmadığını vurgulamakta yarar vardır. Bu yaklaşımlar Makyavelizmi (veya takıyye) düşündürmektedir.
Fethullah Gülen’in şahsı etrafında toplanan ve kısaca Fethullahçı olarak yorumlanan yurt içi-dışı sosyal ve siyasî faaliyetler ise daha karmaşık bir görünüm arzetmektedir.
Gülen, 1980’lere kadar adının fazla duyulmadığı, kapalı bir grubun lideri durumundadır. Ancak dikkati çeken nokta: 1980 ihtilâlinde aranıyor olmasına karşılık; -yurt dışına çıkmadan uzun süre yurt içinde saklanmasıdır. Gerek askerî idarenin ve gerekse onu izleyen idarelerin döneminde, bu deklare edilemeyen dokunulmazlığın devam ettiği bir gerçektir.
Fethullah Gülen öğretisi, 1980 sonrasında son derece hızlı bir gelişim göstermiştir. Ülke içinde, devletin her kademesinden ilgi görmesi, açtığı okullar, öğrenci evleri, yazılı ve görsel medyadaki çalışmaları, psikolojik ve ekonomik kaynakları hakkında “Acaba?” sorusunu düşündürmektedir.
Öte yandan yurt dışındaki faaliyetleri -özellikle 1990 sonrası- devletimizin dış politikası ile çakıştığından, yakın bir ilgi ve destek gördüğü de bilinmektedir. Özellikle Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ağırlıklı olmak üzere tüm Müslüman ülkelerde gerçekleştirdiği çalışmalar Türk dış politikasına hizmet açısından takdire şayandır. Afrika’dan Avrupa, Asya ve Avustralya’ya kadar geniş bir sahadaki bu çalışmalar hizmet açısından büyük bir eksikliği tamamlamaktadır.
Ancak, bu hizmetlerde de üzerinde durulması gereken iki önemli konu bulunmaktadır. Finans kaynağı ve yayılmaya çalışılan kültür.
Fethullahçılık olayında finans kaynağı hâlâ net olarak gözükmemektedir. Liberal-lâik söylemlerde yer bulan İslâmî sermaye ifadesi, konuyu yeterince açıklamaktan uzaktır. Şüphesiz legal sahada faaliyet gösteren kuruluşların gelirleri önemli bir yer tutmaktadır. Öte yandan, fitre-zekât-hayır başlıkları altında toplanan ve samimî dindar insanlardan elde edilen gelirler de önemli bir meblağı oluşturmaktadır. Bu tür gelirlerin kanun dışı olduğunu söylemek abesle iştigaldir. Türkiye’de samimî Müslüman, vatanını-dinini seven sayısız insan bu kuruluşlara maddî destek sağlamaktan çekinmemektedir. Bu bağışlar zaman zaman milyarlarla ifade edilebildiği gibi bazen her ay 10-15 dolar gibi rakamlarla da olabilmektedir.
Ancak dönen çarkın büyüklüğü de, ekonomik boyutun tümüyle bunlardan ibaret olduğunun düşünülmesine engeldir. Kaldı ki, genel çerçevesi hakkında net fikir yürütemeyeceğimiz Fethullahçı ekonomi hakkında kesin bilgiler vermek de mümkün değildir. Ancak, tüm dünyaya yayılmış yüzlerce okul, ülke sathında yine binlerle ifade edilen ev, öğrenci yurdu, dershane vb. olayın ekonomik boyutunun büyüklüğü hakkında tahmin yapılmasına yardımcı olabilir.
Tüm bu sistemin, ekonomik teşekküllerden elde edilen gelirlerle veya bağışlarla sağlanması inanılmaz görülmektedir.
Fethullahçı öğretinin yurt dışındaki kültürel çalışmalarında iki özellik dikkati çekmektedir. Bunlar Müslüman-Türk kimliğinin yanı sıra İngiliz-Amerikan kültürünün yaygınlaştırılmasıdır. Nitekim Orta Asya Türk Cumhuriyet ve topluluklarında Fethullahçı okulların vermeye çalıştığı Türkçe-İngilizce dersleri de bu açıdan değerlendirilmelidir.
Bu kadar geniş bir sosyal-ekonomik zemine yayılmış olan Fethullah öğretisinin gelişme hızı doğal mıdır? Yakın tarihte herhangi bir ülkede, 20 yıl içerisinde böylesine gelişmiş bir sivil toplum örgütü örneği yaşanmış mıdır?
Hemen belirtelim ki: Hiçbir şekilde ön yargımız olmaksızın Fethullahçılık olgusunu sosyal, ekonomik ve siyasî açıdan irdelemek düşüncesindeyiz.
1970’li yıllardan sonra bazı batılı ülkeler tarafından gündeme getirilen “Asya’da yeşil kuşak” projesi ile Fethullahçılık olgusunun çakıştığını düşünüyoruz. 1970’li yıllarda, SSCB’nin çöküşünün görülmesi ve Asya ve Yakın Doğu’da yeni dengelerin oluşabileceğinin hesaplanması üzerine; bazı merkezler tarafından Asya ve Orta Doğu’da, ılımlı bir millî İslâmî kimliği ön plâna çıkaran akımların desteklenmesinden oluşan yeşil kuşak projesi uygulanmaya konulmuştur. Bu proje, Çin ve Hindistan’dan başlamak üzere Balkanlara kadar olan bölgede ılımlı İslâmî yönetimlerden oluşan bir kuşağı hedeflemektedir. Radikal İslâm ve diğer alternatiflere karşı ılımlı idarelerin desteklenmesi temeline dayanmaktadır.
Öte yandan 200 yıllık tarihî süreç içinde, Orta Doğu ve Güney Asya’daki tüm dinî akımların dış destekli oldukları ve kendi mecralarında akmadıkları da bir gerçektir.
Bu genel değerlendirmelerden sonra, dikkatleri bir noktaya yoğunlaştırmakta fayda vardır. Fethullah Gülen Hocaefendi Türkiye’de siyasî atmosferin her kararmasında kesinlikte yurt dışına çıkmaktadır. Bu çıkışların yurt dışı ilişkiler açısından anlamlı olduğunu düşünmemek elde değildir. Kaldı ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin millî politikaları ve söylemleri arasında bulunmayan dinler arası dialog, Hocaefendi tarafından sık sık dile getirilmekte; Hattâ bu uğurda Hristiyan ve Musevî toplumların liderleri ile birlikte olmaktadır. Bu faaliyetlerin hangi amaç, yetki ve güçle yapıldığını anlamak mümkün değildir. Giydiği beyaz cübbe ile, bu eylemler sanki tüm İslâmı temsil noktasındadır.
Türk Milliyetçiliği açısından Fethullahçılık: Türkçülük açısından Fethullah Gülen olgusu özel bir anlam taşımaktadır. Fethullahçılık T.C. sınırları içinde karmaşık bir sosyal-siyasî yapılanma gösterirken; yurt dışı faaliyetlerinde ülkemizin dış politikasına katkıda bulunacak bir görünüm arzetmektedir. Belki de sadece bu açıdan birçok Türkçünün olaya ılımlı yaklaşmasına neden olmaktadır. Afrika’dan Okyanusya’ya kadar uzanan bir yelpazede millî ve dinî motifler üzerinde faaliyet gösteren bir ekole sempati duymamak mümkün değildir. Ancak bu çalışmaların eşlik ettiği Batı kültürünün yayılma çalışmaları ile birlikte olması özel dikkati gerektirmektedir.
Fethullahçılığın Geleceği: Şahsî kanaatimiz olarak, uluslararası ilişkili, sosyal-siyasî bir hareket olan Fethullahçılık olgusunun, yakın bir gelecekte biteceğine inanmak mümkün değildir. Ülke dahilinde estirilen negatif rüzgârlara karşın; cemaatin faaliyetleri devam edecektir. Üst düzeyden korunmanın söz konusu olduğu göz önüne alınırsa, yazılı ve görsel medyada yer alan soruşturma ifadelerinin sonuç vermesi beklenmemelidir.
Fethullahçılık olayı -siyasî tarihte örneklerinin bol sayıda bulunduğu gibi- ancak ve ancak liderinin etkinliğinin kaybolması ile zayıflayıp sona erebilir. Kaldı ki bu sonuç Türk dış politikalarında önemli bir boşluğa yol açabilir. Bir parçası olduğunu düşündüğümüz yeşil kuşak projesi devam ettiği sürece (uygulama süresinin en az 30-50 yıl olduğu kabul edilirse), Fethullahçılık olgusunun en azından Hocaefendiye bağlı olarak, sosyal ve siyasî hayatımızda uzunca bir süre yer alacağını beklemek gerekir.