Dr. Yağmur ÇAVUŞOĞLU
Konuya geçmeden evvel “protokol” nedir, onu bir tarif edelim. Bilindiği üzere Türkçeye yabancı olan bir terimdir ve Latinceden diğer lisanlara girmiştir. Dilciler “proto” birinci, “kolos” da arka manasına gelir diyorlar. Yine kelimenin sözlük anlamı üzerinde duracak olursak, her nev’i kamu ve özel müesseselerin arasındaki iş ilişkilerini düzenleyen, bilinmesi gereken kaidelerdir. Devletlerarası münasebetler de buna dahildir. Yapılacak olan toplantıların, görüşmelerin, kutlamaların vs. hangi kurallar içerisinde yürüyeceğinin, nasıl başlanıp, ne şekilde biteceğinin bir programıdır.
Hiç şüphesiz devlet dediğimiz siyasî yapı, birtakım kanunlar manzumesidir. Dünyadaki her ülkenin kendi tarihsel ve sosyal vaziyetiyle, gelenek ve göreneklerine dayalı olarak belirlediği kurallar vardır. Devletin vatandaşına karşı vazifeleri, fertlerin bu siyasi teşekküle karşı nelerle yükümlü olduğu tespit edilmekle beraber, devlet yöneticilerinin resmi günlerde nasıl davranacakları, törenlerde kimin nerede duracağı veya oturacağı, herhangi bir yere gittikleri zaman nasıl hareket edecekleri veyahut da kendilerini ziyarete gelenleri hangi kurallar çerçevesinde karşılayacakları önceden belirlenmiştir. Bu nizamlar şuna veya buna göre ya da insanların statülerine göre değişmez. Zaten bu devlet ciddiyetinin bir gereğidir.
Tarihin en eski iki siyasi teşekkülünden birine sahip olan Türkler, Mo-tun (Börü Tonga) çağından itibaren devletine çeki-düzen vererek, bugünlere kadar gelen bir sistemi yerleştirmiştir. Bunlar yasalara veya diğer bir deyişle törelere de geçmiştir. Herkesin çok yakından tanıdığı Oguz Kagan Destanı’nda Milat’tan önceki çağlardan itibaren Türk devlet protokolü tespit olunmuş vaziyettedir. Bu Türk kültür tarihinde umumiyetle “orun ve ülüş” şeklinde anılır. Dolayısıyla birilerinin kültürsüz göçebeler diye adlandırdığı bu halk, çok eski zamanlarda bir devlet ve toplum protokolü meydana getirmişti. Türk-Hunlardan ve Kök Türklerden bahseden kaynaklara baktığımızda, yabancı bir ülke başkanı veya elçi Türk yurduna geldiğinde, onu karşılayan bir devlet görevlisinin olduğunu, Türk hakanının karşısında ne yapması ve nasıl davranacağı gibi hususları bu vazifelinin gelen misafire anlattığını öğreniyoruz. Töre ve geleneklere yansıyan bu konuda atalarımız kitaplar da yazmışlardır. Belki de bunun ilk örneklerinden birisi Kutadgu Bilig’dir. Osmanlılar döneminde de mesela, kadılıklarda ve bir nev’i eğitim bakanlıklarında bulunan Esad Efendi’nin “Usul-i Atika-i Teşrifat-ı Devlet-i Aliye-i Osmaniye” adlı eseri 1870’lerde basılmıştır. Dolayısıyla bu konularda yazılı belgelerimiz de mevcuttur. Kimse Türklerin böyle bir geleneği yoktur diyemez. O, Osmanlı ki yakın zamanlara kadar Avrupa devletlerinin krallarını bile vezirler nezdinde kabul ederdi. Şimdi ise bizim Cumhurbaşkanımız veya Başbakanımızla yabancı ülkelerin bakanları bile eşit düzeyde görüşür hale geldiler. Kıçı kırık milletvekilleri bizim devlet başkanlarımızı hizaya çekmeye başladılar. Asil Türk milletine ne yazık! Türkler asla böyle muamelelere layık değildir.
2008 yılı Mayıs ayında dünya ve Türk kamuoyunu yakından ilgilendiren Türkiye’ye bir ziyaret vuku buldu. İngiltere Kraliçesi herne hikmetse birden bire Türkiye’de bitiverdi. Yanında bir sürü yardımcı, koruma vs. ile beraber büyük bir gövde gösterisi yaptı. Basına kraliçenin ne amaçla Türkiye’ye geldiği, doğru-dürüst yansımadı. Belki Türkiye’nin Avrupa Birliği karşısındaki kozunun güçlenmesi açısından önemli bir ziyaretti. Bilindiği üzere İngiltere ile Avrupa Birliği arasında bir rekabet söz konusudur. Çünkü İngilizler herne kadar Avrupa Birliği üyesi olsalar da, bu kuruluşu kerhen destekliyorlar. İlk anlaşmazlıkta ayrılacak ülkelerden birisidir. Başka bir sebep de, Kraliçe’nin Türkiye’de birtakım yatırımlar için bulunduğu veya bazı bankalara talip olduğu, ihalelere girecek İngiliz şirketleri için aracılık yapması gibi durumlar söz konusu olabilir. Burasını tam manasıyla bilemiyoruz. Yazımızın esası da bu değil zaten. Biz bu ziyaret sırasında yaşanan birtakım tatsız-tuzsuz davranışlar üzerinde duracağız.
Bir ülkeden başka bir ülkeye resmi düzeyde bir gezi olduğunda, bu ziyaret planı her iki ülkenin dışişleri görevlilerince programlanır. Yani kim olursa-olsun bir kişi resmi görevliyse, gittiği ülkede dilediğince hareket edemez, planlanan güzergâhların dışına çıkamaz. Bulunduğu ülkenin gelenek ve göreneklerine, protokolüne uymak zorundadır. Fakat İngiltere Kraliçesinin ziyaretinde tam tersinin olduğunu gözlemledik. İngiliz Hükûmeti planını, programını yapmış, sanki Türkiye onların bir sömürgesiymiş gibi Türk yetkililerin eline tutuşturulmuş. Hiçbir bir babayiğit hayır öyle değil diyemez. Zaten Türk milleti de kör değil.
Kraliçe de kim oluyorsa, kendi ülkesindeki protokol kurallarını bizde de uyguladı. Hoş kadının suçu yok. Ona bu fırsatı verenler utansın. Üstüne üstlük bizim vurdum-duymaz basında kadının yaptıklarını ve bizimkilerin şaklabanlıklarını ballandıra ballandıra, sanki çok mühim şeylermiş gibi haber bültenlerinde saatlerce anlattılar. Burada bir şeyin daha altını çizmek istiyoruz ki, eleştirdiğimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Cumhurbaşkanlığı kurumu değildir. Herkes ne dediğimizi sanırız anlıyor.
Biz o Kraliçe’nin askerlerinin İstanbul’da, Çanakkale’de vs.de öldürdüğü Mehmetçikleri daha unutmadık. Gerçi halâ da bölücüler ve Irak’taki askerleri vasıtasıyla Türkleri öldürmeye devam ediyorlar. Hoş onlar da geçmişin izlerini hafızalarından silemediler. Zaten bu yüzden bizim ülkemizde kendi sömürgelerinde uyguladıkları protokol kurallarını tatbike kalkıştılar. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı, hem de güya bazı konularda ilkeleri olan bir kişi, kraliçe istedi diye karşısına ona göre çok gülünç bir kıyafetle çıktı. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?
Sayın Cumhurbaşkanı’nın temsil ettiği görüş, daha düne kadar Avrupalıları bâtılın merkezi görmüyor muydu? Ne oldu da birdenbire her şey değişti. Amerikan Cumhurbaşkanı bile onun karşısında smokin giyip, yere eğiliyormuş. Amerika için bu gayet normal, çünkü yakın zamanlara değin bu ülke İngiltere’nin sömürgesiydi. Amerika ile İngiltere’yi ayrı düşünmek bile zordur. Ama Türkiye ve Türk insanı Avrupalının kadim düşmanı olarak görülmüştür. İki toplum ayrı kültürlerden ve medeniyetlerden gelmektedir. Bugün de Batılı için Türk yok edilmesi gereken bir düşmandır. Çünkü onlara tarih boyunca az çektirmemiştir. Dünyanın sahipliğine, her tarafa Hristiyanlığın sirayetine Türk engel olmuştur. Ve Batılı bugün geçmişin intikamını almanın peşindedir. Bunu da Türkiye’de her şeyi karın doyurmaktan ibaret sayan, kişiliksiz ve aciz iktidarlar aracılığıyla yapmayı planlıyor.
Türk milletinin adına kimse küçük düşürücü hâl ve hareketler içerisinde bulunamaz. Buna hiçbir meşru dayanak da ileri sürülemez. Üç kuruşluk yardım veya yatırım için bunlar katlanılacak şeyler değildir. Eğer bu yüzden öleceksek, ölelim. Türk milleti gururludur, onurludur, büyüktür. Türkiye’yi yönetenlerin bunun farkına varmaları gerekiyor.