AB fikrini doğuran en büyük iki temel sebep:
1- 1945 yılına kadar dünyanın geri kalmış ülkelerini sadece Avrupalılar sömürüyor ve sömürge paylaşımı için birbirlerini gırtlaklıyorlardı. Birinci ve İkinci Dünya savaşları bunun en çarpıcı örnekleridir. 1945’ten sonra ABD vs Sovyet Rusya devlerinin ortaya çıkması Avrupalıları rakipsiz sömürge egemenliğinden mahrum etti.
2- Avrupalılar yüzlerce yıl sömürme ve egemen olma emeliyle, başka ulusların yanı sıra, birbirlerinin de kanını içtiler. 1945’ten sonra ABD ve Sovyet Rusya gibi iki dev sömürge imparatorluğu peydahlanınca, birbirleriyle dalaşmanın doğurduğu ağır bedelleri de görünce, tarihten ders almaya başladılar. Böylece AB düşüncesi oluşmaya başladı.
Demir ve Çelik Birliği adıyla yola çıktılar. Avrupa Ortak Pazarı, Avrupa Ekonomik Topluluğu, Avrupa Topluluğu ve şimdi de Avrupa Birliği ismi ile yollarına devam ediyorlar. Devamlı isim ve statü değiştirdikleri halde hiç değişmeyen bir nesneleri var: Avrupa Bayrağı; mavi zemin üzerine oniki sarı yıldız…
Şu anda ekonomik, gümrük, para birliğini büyük ölçüde kurmuş ortak meclis (A.P) oluşturmuş, hazırlanan anayasa ile hukuk ve adalet sahasında da birlikteliğin son aşamasına gelmişlerdir. Ortak hükûmetlerini ve ordularını da gerçekleştirirlerse bir DEVLET olmak için geriye sadece ORTAK DİL meselesi kalıyor. Yani, Avrupa; siyasî, askerî, adlî, hukukî, ekonomik ve coğrafî bir birlik, kısaca DEVLET (!) olma iddiasında ve yolunda… Bunun için de bütün millî bilinçlerin üstünde hatta millî bilinçleri ve duyguları öldürerek AVRUPALILIK (!) kimliği ve bilinci yerleştirmek amacıyla her türlü çabayı sarf ediyorlar. AVRUPALILIK kimliği ve bilincinin nasıl verileceğini eski Fransa Cumhurbaşkanı Giscard d’Estaing şöyle açıklıyor: “Avrupalıların kimlik idraklerini güçlendirmeye ihtiyaçları vardır. Avrupa vatan severliği ancak, Avrupa vatandaşlarının kendilerinin tek bir bütüne ait olduklarının bilincinde oldukları andan itibaren mevcut olabilir. Avrupa Antlaşması, Antik Yunan ve Roma’dan gelen kültürel katkı, A vrupa’nın hayatına sinmiş olan dinî miras (yani Hıristiyanlık), Rönesans’ın yaratıcı atılımı, aydınlanma çağının felsefesi, ilmî ve rasyonel düşüncenin katkılarının vasıtasıyla oluşan bu beraberliğin temellerini daha iyi tanımlamaya çalışmıştır. Türkiye bu mirasın hiçbir kısmını paylaşmamaktadır.”
Evet, eski Fransız Cumhurbaşkanı haklıdır. Türkiye, Yunan ve Roma kültürünü de, Hıristiyan inançlarını da paylaşmamaktadır. AB denen hilkat garibesinin içinde yeri yoktur. Avrupalılar dahi, tarihte hiçbir benzeri olmayan bu ucûbe BİRLİĞİN (!) muhal olduğunu, tarihî gerçeklik, sosyal bilim, fıtrat (varlık kanunu), akıl ve mantık açısından masaya yatırsalar anlayacaklardır ama maksat gerçekleri görmek değil; sömürgecilik gücünü kaybeden Avrupa’ya değişen dünya şartlarına uygun, yeni bir sömürgecilik konumu ve erki kazandırmaktır. Medeniyet projesi olduğu iddiası, emperyalist emellerinin örtüsüdür. Avrupa, insanlığa hangi güzellikleri, erdemleri verecektir? Kendisinde olmayanı başkalarına nasıl verebilir? Ailelerin çöktüğü, toplumsal bağların koptuğu, her türlü ahlâksızlığın diz boyu olduğu bir Avrupa insanoğluna ve bilhassa Türk’e ne verebilir? Rezalet ve zillet!..
Avrupa’nın sicili kan, kin, katliam ve soykırımlarla doludur. Bugün, Filistin’de, Irak’ta, Çeçenistan’da işlenen cürümler karşısında susmak hangi medenîliğin gereğidir. Yugoslavya’yı kan denizinde boğan, dağıtan, parçalanma sonucunda ortaya çıkan iç savaşlardaki soykırımlara seyirci kalan Avrupa değil mi? Dünyanın en büyük insan kasaplarını, Hitler’i, Mussolini’yi, Stalin’i yaratan Avrupa kültürü değil mi? Bin yıldan beri, bitmeyen bir hınç ve öç duygusu, Türk’ü yeryüzünden silme, en azından Orta Asya’ya sürme ihtirasıyla yanan bu Haçlılar gürûhunu hangi vicdan, hangi akıl, izan medenî sayabilir? Avrupa medeniyeti, kan, kin, katliam ve soykırım medeniyetidir!… İsteyen oraya dahil olabilir. Gerçek Türklerin o tiksindirici, alçaltıcı Avrupa kazanında kaynamaya ve Türklüğünü kaybetmeye niyetleri yoktur. Hakikî müminlerin de AB denen ucûbeyle işleri olamaz. Çünkü “Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır.” (Maide, 51) ve “Sen onların dinine uymadıkça ne Yahudiler, ne de Hıristiyanlar asla senden hoşnut olamazlar.” (Bakara, 120) âyet-i kerimeleriyle Cenab-ı Hak inananlara gerçeği ve doğruyu göstermiştir.
Pekiyi, ülkemizde, PKK’lıların, bölücülerin, azınlıkların dışında AB rüyası görenler yok mu? Elbette var… Çünkü ülkemiz insanları, Atatürk’ün ölümünden beri, eğitim, kültür, siyaset, iktisat, kısaca her alanda giderek millîliğini kaybetmiş, benlik ve bilinci dumura uğratılmıştır. “İslâm’da milliyet ve milliyetçilik yoktur” yalanlarıyla beyinleri kirleten gizli azınlık ırkçısı, takiyeci yani sahte İslâmcılar, yani İslâm ve İslâm’dan geçinenler, milliyetsizleşmeyi, soysuzlaşmayı oluşturmada büyük rol oynamışlardır.
Azınlıklar, bölücüler, PKK’lılar, Ermeni ve Rum papazları elbette Türkiye’nin AB üye adaylığı ve dolayısıyla AB’nin dayatmalarını canı gönülden isteyeceklerdir. Çünkü AB dayatmaları sonunda çıkarılan kanunlar ve yapılan uygulamalar tamamen azınlıkların ve bölücülerin emelleri doğrultusundadır. Bu kesimin yayın organlarına bir bakın, Türkiye hükûmetini ve başbakanı nasıl övdüklerini görürsünüz.
Pekiyi, Türkiye’yi yönetenler AB uğruna niye bu kadar koşturuyor, ucu açık bir tarih alınca da niçin düğün bayram ediyorlar? Bunun cevabını, İkinci Cumhuriyet Tartışmaları isimli kitabın 419-432. sayfalarında bulabilirsiniz. RTE kendisi ile yapılan mülakatta: Türkiye’de resmî ideolojinin ırkçı olduğunu, (Oysa Atatürk’ten beri bırakın ırkçılığı, millîyetçi bile değil, sadece Batıcı bir yönetim söz konusudur. MÇ), Türkiye’de 27 etnik gurubun bulunduğu ve bunların varlıklarının tanınması gerektiği, hattâ bu etnik guruplara coğrafî bütünlük(!) içinde bağımsızlık verilmesi gerektiği, “Türkiye Türklerindir” tezinin yanlış olduğu, “Türkiye Türkiye’de yaşayan herkesindir” gibi yâveler düzmüştür.
Biz de diyoruz ki: AB, Avrupalılar için muhâl ve abes, bizim için zillet ve kâbustur. En iyi taklidi maymunlar yapar. Başkalarının peşinden gidenlerin izi olmaz. Aslını bilmeyen haramzâdedir.
Atatürk’ten ölmez vecizeler, Türk’ün değişmez ilke parola ve ülküleri:
– TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR; İŞTE MİLLİYETPERVERLERİN PRENSİBİ BUDUR.
– TÜRKİYE BİR MAYMUN DEĞİLDİR. HİÇBİR MİLLETİ TAKLİT ETMEYECEKTİR. TÜRKİYE NE AMERİKANLAŞACAK NE DE BATILILAŞACAKTIR. O SADECE ÖZDEŞECEKTİR.
– BİZ TÜRK’ÜZ. TAM MÂNÂSIYLA TÜRK’ÜZ. İŞTE O KADAR. BİZE MÜSLÜMAN OLMAK KÂFİDİR.
– ASYA İÇİN VE AVRUPA İÇİN BİZİM KANUNUMUZ AYNIDIR.
Devamlı çarpıtılan, saptırılan bir vecizesinin kendi ifadesi ile aslı:
MİLLÎ KÜLTÜRÜMÜZÜ MUASIR MEDENİYET SEVİYESİ ÜSTÜNE ÇIKARACAĞIZ.
Millî ülkümüzü ortaya koyan Atatürk’ün bu eşsiz vecizesini Nasrettin Hoca’nın leyleğe yaptığı gibi kesip yontarak dilediği kalıba sokan ve istediği anlamı verenler hadlerini aşan bu cüreti nereden alıyorlar? Bu veciz ifadede çağdaş uygarlık düzeyi üstüne çıkarılması gereken, millî kültür yani Türk kültürüdür. Ahlâk ve erdemde dünya birinciliğini tutmayı, Türk dilini bütün dillerin üstünde cihana egemen kılmayı, Türk kültürünün her sahasında (güzel sanatlar, folklor, millî oyunlar, musikî, inanç ve töreler) insanlığı kucaklamayı hedef göstermektedir. Bu görkemli vecizeye başka anlamlar yüklemek, hele AB ile ilişkilendirmek için, ya SOY, ya da ZEKÂ ÖZÜRLÜ olmak gerekir.
AB köleliği uğruna her vasıtayı, her türlü hileyi mubah sayanlar, Atatürk’ü ve İslâmî söylemleri araç olarak kullananlar günahlarınız çok kabarık ve haddinden fazla ağır… Sizin gücünüz bu sıkleti çekmez. Sapkınlığınızın ve ihanetinizin bedelini bir şekilde, ama mutlaka ödeyeceksiniz!..
Avrupa’nın sicili kan, kin, katliam ve soykırımlarla doludur. Bugün,
Filistin’de, Irak’ta, Çeçenistan’da
işlenen cürümler karşısında susmak
hangi medenîliğin gereğidir?
Yugoslavya’yı kan denizinde boğan,
dağıtan, parçalanma sonucunda
ortaya çıkan iç savaşlardaki
soykırımlara seyirci kalan Avrupa
değil mi?