Türk insanının aklına “hangi sınır?” demek geliyor, hâlâ bir çoğumuzun benliğinde tazeliğini koruyan “Misak-ı Millî” sınırımızın ötesinde hakkımızı aramamız mı? Yoksa, 1926 Ankara Anlaşması’ndan sonra o günkü çok zor şartlar ve Kürdistan hayâli peşinde işgalci kuvvetlerle el birliği edenler yüzünden yâd ellerde bıraktığımız Musul vilayetinin bugünkü sınırları mı?
Her iki durumda da tarihî ve siyasî olarak hakkımız ortada iken, bir de şer odağı, Musul vilayetinin koparılmasında başlıca sebep olan o zamanın vatan hainlerinin bugünkü uzantıları, başta PKK, Kürtlerin, adına büyük Kürdistan koydukları toprakları kurtarmak için giriştikleri gayri ahlâkî, gayri insanî kalleşçe arkası kesilmeyen saldırılar eklenince, beslendikleri yer de belli ve malûm olduğuna göre, meşruiyet kazanmış bir durum ile karşı karşıya kalınmıştır.
Ama gel gör ki, yalnız Kandil dağında değil, Habur kapısında, Erbil’de, Süleymaniye’de, Kerkük’te, Mahmur kampında ve Bağdat’tan tutun Irak’ın hemen hemen her yerinde, kan kokan, pusu kuran, KDP ve KYP tarafından barındırılan, beslenen, ikmâli ve eğitimi sağlanan ve de korunan, büyük Kürdistan peşinde olanlara Türkiye seyirci mi kalacak?
Bir ordu mensubunun kapısı kırılarak ailesi önünde şehit edilmesi Dünyanın neresinde görülmüş? Ne yazık ki, TSK’nın eli kolu siyasî çembere alınmış, aslî görevini yapamıyor, İMF, AB ve ABD’nin icazetine bağlanmak istenmekte. Bu gerçek dışı demeçlerin şanlı ordumu bağladığına inanmak istemiyorum.
Merhum Ahmet Kabaklı hocam Türkiye Gazetesi’nde bazen kendi sütununda yazılarımı yayınlama büyüklüğünü gösterirdi. 30.08.1995 tarihinde “Kürdistan Kurulursa Kerkük Ne Olur?” başlığı ile 11 yıl önce yazdığım ve merhum hocamızın sütununda yayımlanan yazımda: “Gerçek şu ki, Kuzey Irak, Türkmenler ve Güney Doğu Anadolu her ülkeden çok birinci derecede Türkiye’nin hayatî meselesidir, Türkiye’nin toprak bütünlüğü, su kaynakları ve büyük projeleriyle her bakımından ilişkilidir.
…… konu yalnız Türkmenlerin geleceği bakımından değil, anavatanın bölünmez bütünlüğü bakımından da ciddî önem taşımaktadır, yeni gelişmeler sür’atle kesin kararlar gerektirmektedir”, “PKK ve Kürt gerçeği yanlış değerlendirilmektedir. Her iki hareket aynıdır, Güneydoğu ve Kuzey Irak’taki Kürtler birdir, amaç ve sonuç Kürt devleti kurmaktır, PKK siyasî Kürtlerin silâhlı militanıdır.
…… Irak, belki üç bölgeye bölünecek, Türkiye, yakın gelecekte de hazırlıksız yakalanırsa vay Türklerin başına geleceklere…. Vay Güneydoğumuzun hâline!” demiştim. (Yazının tamamı: Sönmeyen Ateş, Dinmeyen Hasret KERKÜK kitabımda)
Ne yazık ki o tarihlerde de siyasî iktidar ilerisini göremedi, 15 Ağustos 1984’de siyasal Kürtçülüğün silâhlı başkaldırısı – üç beş kişi tarafından düzenlenen ehemmiyetsiz bir gösteri olarak değerlendirilerek – üzerinde durulmadı veya durulmak istenmedi. Ve 20 yılı aşkın bir süredir önümüzde olan, her gün evlâtlarımızın şehadetleriyle, toprağımızın bölünme, parçalanma tehlikesiyle, bayrağımızın yakılmasıyla – Başbakanımızın buyurdukları gibi – sabrımızın taşması ile karşı karşıya kaldığımız bir güne geldik.
Türk milletinin Başbakanımız gibi yalnız sabrı taşmamıştır, sabrı kalmamıştır. Büyüklerimizin ağzından PKK gerçeğinin ne olduğunu açık, net anlamak, duymak ister. Bu bir başkaldırıdır, iddia edildiği gibi demokratik hak mücadelesi değildir, vatanını savunan Türk askerlerini haince şehit etmektedirler.
Büyük Türkiye Devleti’nin düne kadar kapısında bekleyen, sâyesinde bugünlere gelen, getirilen, biri cumhurbaşkanı diğeri bölge başkanı sıfatını taşıyanlardan yardım ve iş birliği istenmektedir, karşılığında tehditler alıp öğütler dinlenmektedir.
Şu gerçeği Türk milleti iyi bilmelidir ki, PKK ve peşmerge birbirinden ayrılmayan, Kürdistan’ın silâhlı militanıdırlar, ne Barzanî PKK’ya karşı silâh kullanır, ne de PKK Barzanî veya Talabanîye karşı gelir. Kimse kimseyi kandırmasın ve de koordinatör aldatmacasına kanıp oyalanmasın.
Efendim, Irak Hükûmeti PKK’nın bürolarını (Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi, Abdullah Öcalanın Kültür Merkezi) kapattı, kim kapattı? Irak Kuvvetleri mi? Günde en az yüz kişinin öldüğü bir ülkede, kendi iç emniyetini, vatandaşının güvenliğini sağlamaktan âciz sözde bir hükûmet mi? Ve acze bakın, o hükûmetten yardım isteniyor ve buna inanılıyor Diyelim ki, bürolar kapatıldı, peki içinde çalışan militanlar ne oldu, nereye gittiler?
ABD, PKK’dan silâhlarının bırakılmasını istemiş, Türkiye bağımsız büyük Kürdistan’ın kurulmamasına, siyasal Kürtçülüğün ve toprak bütünlüğümüzün korunmasının sağlanmasını, stratejik, dost ve müttefik ABD’ye havale etmiş.
Büyüklerimiz, siyasî dâhilerimiz, Türk millî çıkarlarından başka düşünceleri olmayan ve dedelerinin intikamının peşinden gitmeyen sadık danışmanlar, 1 Mart tezkeresinin reddinin etkisini, sonucunu, Türkiye’nin vatanperver aydınları hâlâ kavrayamadı da, ancak Sayın Başbakan’ımız geç de olsa anladılar ki, demeçlerinde: “Çevremizde, bizi de çok yakından ilgilendiren gelişmeler yaşanıyor. Bu konuda nasıl bir tutum alacağımız önem taşıyor. Şimdi, hem bütün bu olaylarla ilgili, Türkiye niye masada değil, söz sahibi değil, denilirken, bir yandan da söz sahibi olmanız gereken bir yerlerde olamıyorsunuz. Bu olmaz. Eğer bölgede söz sahibi olmak istiyorsanız tribünde seyirci olamazsınız, sahada, masada olmak zorundasınız. “Irak’ta olsaydık söz sahibi olurduk. Ancak söz sahibi olduğunuzda kontrol de sizde olur. Bunun için de masada olmanız gerekir. PKK teröründen söz ediliyor. Şimdi bir düşünün, biz orada olmuş olsaydık PKK, Kuzey Irak’ta olabilir miydi? Buna izin verilir miydi? Şu Irak’a bir bakın, ülkeyi neredeyse bölünmenin eşiğine getirmiş bir Sunnî – Şiî savaşı yaşanıyor. Haberlerde görüyorsunuz, her gün en az 100 kişi ölüyor. Biz orada olsaydık, bu Sunnî-Şiî savaşı da olmazdı. Bu kadar kan da dökülmezdi. En azından bizim bulunduğumuz bölgede kimse ölmezdi”. (Hürriyet: 17.08.2006, Turan Yılmaz/Ankara)
Sayın Başkanımızın bu demeç ve yorumunu okuyanlar ne düşünür bilmem, ama beni 1 Mart 2003 tarihine götürdü. Sayın Başbakanım, o gün neredeydiniz? Bugün var gücünüzle bizimle insanî yönden başka bir ilgisi olmayan bir yere asker göndermeye çalıştınız, sonuçda aldınız, her gün Türk milletinin evlâtlarını şehit eden Kandil eşkıyalarını ve yok olmak üzere olan Türkmenleri ve bize meydan okuyan Irak’ın kuzeyinden güneydoğumuza uzanan İsrail bağlantılı Mahabat Kürt bayrağı altında kurulan Kürt devletini neden ciddîye almıyorsunuz? Şanlı Ordumuz Kandil dağını vatan hainlerinden, eşkıyalardan temizlemek için bekliyor, Kerkük yok olmamak için bekliyor, İsrail, ABD ve çıkarları için Lübnan’da masa başında oturmak ve gerçek vatanlarını savunanların karşısında olmak, yarardan çok zarar getirir. Keşke milletvekillerinize, ulusa sesleniş demeçlerinizi bugünkü gibi daha önce yapsaydınız da ne PKK, ne Kürt devleti ve ne de Türkmenler bu aşamaya gelmeseydi. Ve Kerkük giderse Sayın Başbakanım, inanın ki, Türkiye zor günler yaşar.