Röportaj :
1944 Türkçülük davasının son şahitlerinden Fehiman Tokluoğlu
“SIKI YÖNETİM MAHKEMESİNDE ON YILA KADAR HAPSİM İSTENDİ”
1944 Türkçülük, Turancılık davâlarının hayattaki üç şahidinden biri olan Fehiman Tokluoğlu ile Ankara’daki evinde görüştük.
o
S.E: Sayın Fehiman Tokluoğlu öncelikle bize kendimizi tanıtır mısınız?
F.T: Ben 1922 yılında Kayseri’nin Tavlusun köyünde doğmuşum. Babam kasap Mehmet Efendi, annemin ismi ise Ayşe, ev hanımı kendisi. Tokluoğulları ailesinden geliyorum.
S.E: Eskiden Altan soyadını kullanıyordunuz, neden değiştirdiniz?
F.T: O ismi daha sonra beğenmedik, aile ismini soyadı olarak kullanmaya başladık. İlkokulu Kayseri’de bitirince, 1934 yılında hocamın da teşviki ile devlet parasız yatılı sınavına girdim. Ortaokul ve liseyi Kayseri Lisesi’nde yatılı olarak okudum. Ondan sonra da üniversiteyi kazandım ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nde, o zamanki adı yüksek mühendis mektebi idi, inşaat mühendisliği bölümünü okudum.
S.E: Türkçülükle tanışmanız nasıl oldu?
F.T: Şimdi Türkçülükle tanışmak diyemeyeceğim ona, zaten o yıllarda, Cumhuriyetin ilk yılları, biz Kurtuluş Savaşı’nın arkasından gelen bir-iki nesilden olduğumuz için millî duygular kuvvetli ve sıcak idi. Zaten eğitim programları da milliyetçilik aşılayan programlardı. Ama zannedilmesin ki bütün memleket, gençlik, büyük coşkuyla bunun peşinde idi. Gençlik biraz ilgisizdi.
S.E: Bildiğimiz kadarıyla 1944’de tutuklanmanızın sebebi sayın Reha Oğuz Türkkan’ın kurduğu Bozkurt Güremi Teşkilâtı’nın üyesi olmanızdı. Bu teşkilâtla ve sayın Türkkan’la tanışmanızı anlatır mısınız?
F.T: Sayın Türkkan’ı Emin Molo’nun, kendisi hemşehrimdir, yazıhanesinde tanıdım. Biz lisenin son sınıfında iken Oğuz Türkkan’ın yazdığı, Ergenekon, Bozkurt gibi dergiler piyasaya çıkmaya başladı, tabiî biz buna bir heyecanla sarıldık. Bir de Kitap Sevenler Kurumu diye bir kurum kurmuşlardı. Reha Oğuz Türkkan, Ziya Gökalp’ın Türkçülüğün Esasları kitabını yeni harflerle basmıştı. Bunu görünce çok değişik bir ufuk açıldı önümüzde. Teknik Üniversiteye geçtikten sonra da ben bu dergileri alıyordum. Reha Oğuz Türkkan’ın yazdığı Türkçülüğe Giriş kitabını ben isteyince bir gün baktım sınıfa rahmetli Muzaffer Eriş geldi kit abı o getirmiş, -o zaman Muzaffer Eriş ve Cihat Fer aynı okulda benden bir sınıf yukardalarmış- o vesileyle onlarla da tanıştım. Ayrıca yaz tatillerinde dergi yazıhanesine gider, onlara yardım ederdim. Gürem teşkilâtına girmem de 1941 yılında Reha Oğuz Türkkan ve Cihat Fer’in vasıtasıyla oldu.
S.E: 1944 olayları olduktan sonra, sizin tutuklanmanız nasıl gerçekleşti?
F.T: Efendim benim Gürem’e üye olduğumu öğrendikleri için, ilk tutuklamalar gerçekleştikten yaklaşık 1,5 ay sonra Haziranın 26’sinda beni de tutukladılar. Üniversite 4. sınıftaydım o zaman. Sınavlarım bitti aradan bir gün geçti, sivil bir polis alıp beni götürdü. Savcı Kâzım Alöç’ün karşısına çıkarttılar. Bana ilk sorusu “sınavların bitti mi?” oldu. Bitti dedim. “Senin fazla bir suçun yok, ifadeni ver, akşama gidersin” dedi. Polise de “okuluna telefon et, yemeğini getirsinler şunun” dedi. O zaman anladım ki ben biraz kalıcıyım.
S.E: Peki emniyet müdürlüğünde neler geçti başınızdan?
F.T: Emniyet müdürlüğüne gidince, meşhur Sansaryan Han, emniyet genel müdür yardımcısı Kâmuran Çuhruh’un yanına götürdüler. Muzaffer isimli sivil bir polise dedi ki: “götür şuna mutena hücreyi göster”, yani tabutluğu, hâkimin canını sıkarsa kalacağı yer orasıdır. Polis bana o hücreyi gösterdi. Nasıl işkence yapabileceklerini anlattı. İfadem alındıktan sonra da beni bir odaya yerleştirdiler. Ben geç geldiğimden hücrelerin hepsi dolmuştu. İki buçuk ay kadar o odada kaldım. Penceresi yok, yatacak yer yok. Koridorun ışığıyla idare ediyorum. Sadece tahta bir masa var. Okuldan birkaç tane battaniye istettim ve o masanın üzerinde yattım. Bir buçuk ay da caddeye bakan bir odada kaldım. Bu süre içinde kimseyle görüştürülmedim. Dört ay sonra da Tophane’deki askerî cezaevine naklettiler bizi. İşkence filân görmedim.
S.E: Peki mahkemedeki yargılanışınızı anlatır mısınız?
F.T: Efendim, mahkemede o esnada verilen ifadelerle emniyetteki ifadeler karşılaştırılır, bir çelişki varsa izah ettirilirdi. Sonra da çelişki olsa da olmasa da emniyette ifade alınırken sana bir tehdit, baskı yapıldı mı diye sorulurdu. Sıra bana gelince, ifadelerimde bir çelişki çıkmadı. Ben dedim ki: “efendim, emniyette savcıdan iyi muamele gördüm ama Kâmuran Çukruh diye birisi vardı” onun bana anlattıklarını anlattım. Az önce bahsettiğim mutena hücre hâdisesini yani. O esnada savcı söz aldı. Dedi ki: “efendim biz bunları reisicumhur namzedi olarak karşınıza getirmedik. Bunlar hükûmeti devirmeye, rejimi değiştirmeye ahdetmiş, hain, cani kimselerdir. Pera Palas’ta misafir edecek değildik ya. Elbette her türlü muameleyi göreceklerdi” dedi. Bunlar zapta geçmedi. İsmet Tümtürk’ün avukatı Kenan Öner söz alıp “efendim hayret ediyorum nasıl oluyor da bunlar zapta geçmiyor” deyince, hâkim o günlük sorgulamayı bitirdi. Ama savcının bu sözleri askerî yargıtayın bozma sebebi oldu. Çünkü yargıtay dilekçesinde herkes ittifakla aynı olayı tekrarlarsa, bu zapta geçmiş sayılıyordu. Ve bu anlattıklarımı herkes ittifakla tekrarladı. Bir de şu oldu, ben ifademi verirken mahkeme heyeti, “bize siz kendinizi Türkçü diye tanımlıyorsunuz da, nedir bu Türkçülük, sizin farkınız nedir? diye sorunca, ben onlara dedim ki: “Türkçülük, Türk milletinin hayata bakışıdır, hayat felsefesidir. Açın liselerde okuduğumuz tarih kitaplarını, edebiyat kitaplarını bize hep bu telkin edilmiştir. Ben bu fikirlerimle değil öyle rejim düşmanı, tam rejimin istediği ve rejimin yetiştirdiği bir genç olduğuma inanıyorum” dedim. Savunmamı böyle yaptım. Duruşmalar 6-7 ay kadar sürdü. Ben Sait Bilgiç’le beraber erken beraat ettim. Bazıları ceza alsalar da, ikinci sıkı yönetim mahkemesi hepsini beraat ettirdi.
S.E: Mahkeme esnasında başınızdan geçen ilginç olaylardan bazılarını anlatabilir misiniz?
F.T: Ben ifademi verdikten sonra, Ekim ayının ortasıydı, teknik okul açıldı. Onu takip eden bir duruşmada, ben mahkemeye bir dilekçe verdim. “Benim ifadem alınmış, diğer sanıkların ifadelerinde benim durumumu değiştirecek bir husus olmadığından, dosyaların içindeki delillerin de çoğu okunmuş olduğundan ve okulum da açıldığından serbest bırakılmamı istiyorum” diye yazdım. Hâkim aldı, bir tebessüm edip dosyaya koydu. Mahkemeden çıktıktan sonra Hasan Ferit Cansever ile İsmet Tümtürk dediler ki; “Bir insanın masum olduğunu ispat etmek için bundan daha iyi bir delil olamaz. Adam senin hükûmeti devirmek istediğin için 4 yıldan 10 yıla kadar hapsini istiyor, sen de diyorsun ki mektebim açıldı beni bırakır mısınız? Bu insanın kendi kendine masumiyetinin ispatıdır” dediler. Tabiî bir faydası olmadı.
Bir seferinde de, bir duruşma çıkışında, “bugün hâkim lehimize gülüyor” demişim. Artık ne demekse. Türkeş’le ne zaman karşılaşsak, bana bunu hatırlatır “lehimize gülüyordu di mi” derdi.
S.E: Beraat ettikten sonra yaşamınızda ne gibi değişiklikler oldu? Okula devam edebildiniz mi?
F.T: Okula devam ettim. Yalnızca bir sene kaybım oldu ama ilginç bir şey var, sicilime 44-45 yılları arasını izinli diye yazmışlar. Tutuklandığımı yazmamışlar. 1947’de mezun oldum. 5 sene bayındırlıkta çalıştım. 1952’den 57’ye kadar kazandığım Fullbright bursuyla Amerika’ya gittim. Bir sene okudum. 4 sene kadar da çalıştım. Sonra memlekete geri döndüm. Çeşitli devlet dairelerinde vazife aldım. Devlet Malzeme Ofisi’nden, İnşaat Daire Başkanı olarak 1987 yılında emekli oldum.
S.E: Politikayla hiç ilgilendiniz mi?
F.T: Hayır. Yalnız 1960’lı yıllarda bir seçim öncesinde Alparslan Türkeş’le yolda karşılaştım. Bana milletvekili adayı olmamı teklif etti. Ben kabul etmememe rağmen beni Erzurum’dan liste sonu milletvekili adayı olarak gösterdi. Ben istemediğim için propaganda çalışması yapmak üzere Erzurum’a gitmedim. Zaten liste sonu olmamın etkisiyle de kazanamadım. Politikayla olan bütün ilişkim bu.
S.E: Son olarak, milliyetçilere tavsiyeleriniz nelerdir? Anlatır mısınız?
F.T: Efendim öncelikli mesele eğitim. Tarihini, edebiyatını iyi bileceksin. Ama hamasî milliyetçilik yapmayacaksın. Bu kolay. Önemli olan bunları okurken dersler çıkartacaksın. Çağdaş ilimlerde dünyayı yakalayacaksın. En önemli eksikliklerden biri de milliyetçilerin ekonomi üzerine fazla eğilmemesidir. Dünya devletleri, dünya nimetlerini paylaşırken sen niye geri kalasın? Aradaki farkı kapatmak yetmez, onların önüne geçmeye çalışacaksın. Ziya Gökalap’ın Türkçülüğün Esasları eserini çağa uygun olarak yeniden yorumlamak gerek. Çünkü her şey değişiyor, değişimin dışında kalamazsın. Bizim gençliğimizde en büyük eksik, tartışma hürriyetinin olmamasıydı. Basında yalnızca belediyeleri eleştirebilirdin, hükûmeti eleştiremezdin.
S.E: Siz bu 44 öncesi çıkışlarla düşünce özgürlüğünün o dönemdeki temsilcileri oldunuz.
F.T: Evet öyle oldu. Ama bu işler 1960’tan sonra biraz daha yoluna girdi. Tabiî özgürlüğün sınırını iyi ayarlamalı.
S.E: Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.
F.T: Asıl ben teşekkür ederim.