İnsanlar ve devletlerin yaşamalarının belirli gayeleri vardır. Bunları gerçekleştirmek için çabalarlar. Ülküsüz ve ilkesiz bir kişinin hayvandan farkı olamayacağı gibi, amaçsız bir ülkenin de yükselmesi, güçlenmesi, çevresinde ve bütün dünyada itibarlı bir yer kazanması mümkün değildir. İnsanlar fakir, devletler askerî ve ekonomik bakımdan zayıf olabilirler. Dürüst, namuslu, başı dik yaşamak için illa da zengin olmak gerekmez.
Şeref sözcüğü sadece insanlara ait bir kavramdır. Hayvanların şerefli olması beklenmez. Şereflilik, bir kişinin ömrü boyunca aşağılanmadan, horlanmadan, küçük görülmeden, yüzü kızarmadan yaşamasının bir ödülüdür.
Nasıl ki insanlar şerefli ve şerefsiz oluyorsa; milletlerin de şerefli ve şerefsizleri mevcuttur. Kişiler bütün ömürlerince çok iyi şeyler yapabilirler, ülkelerine, devletlerine ve milletlerine faydalı olabilirler; ama bir gafl et ânında milletleri önünde aşağılayıcı bir davranış veya faaliyet sergilerlerse, bütün her şey biter ve şerefsiz olurlar. Atsız Beg’in dediği gibi; “hayatta bir defa şerefsiz olmuş insan, bütün ömrünce şerefsizdir”. Dolayısıyla insanların ve devletlerin amacı yalnızca karın doyurmak, gününü gün etmek değildir. Yeryüzünde onurlu bir şekilde hayat sürmek ve saygı duyulan varlıklar olmak zorundadırlar.
Tarihimiz boyunca millet ve devlet olarak asla şerefimizden ve onurumuzdan taviz vermedik. Küçük Yabgu, Kür Şad, Enver Paşa, Şahin Beg, Sütçü İmam, Şehit Kamil, Kemal Beg vs. hepsi bu millet ve devletin şerefi için ölmediler mi? Devlet ve millet olarak son 20-30 yıldır başımıza öyle hadiseler gelmektedir ki, başta rahmetli Atatürk olmak üzere bütün kahramanlarımızın ve şehitlerimizin kemikleri sızlıyor. En son Avrupa Birliği meselesine bağlı olarak, Türk milleti hakkında söylenenler yenilir, yutulur şeyler değil. Avrupa Birliği’nin bir yetkilisi kalkıyor; “Türkiye, Avrupa’nın metresidir, Avrupa onunla ne evlenir, ne de bırakır” diyor. Bu küstahlık ve terbiyesizliğe devletimizin hiçbir üst düzey yetkilisi cevap veremediği gibi, Türk milletini temsil ettiği söylenen TBMM’den de ciddî bir tepki gelmedi. Hiçbir babayiğit “lânet olsun sizin Avrupa’nıza da, birliğinize de, başımıza bütün bu belâlar sizin yüzünüzden örüldü, birliğinize de girmiyoruz” deme erkekliğini göstermiyor. Sanki Avrupa Birliği’ne alınmazsak öleceğiz, yok olup gideceğiz. Eğer böyle onursuz bir şekilde yaşayacak veya bir kemiğin peşinden itler gibi koşacaksak, kahrolup gidelim. Yaşamanın ne anlamı var?
Yine hepimizin şahit olduğu 2003 yılındaki çuval hadisesi, tekrar Türkiye ve dünya kamuoyunda gündeme oturdu. Hem Türk yetkililer, hem de karşıdaki muhatap ABD’liler açıklamalarda bulundular. Kimin doğru, kimin yalan söylediği beni hiç ilgilendirmiyor. Bu noktada ben, Türk milletinin ve devletinin onurunun iki paralık edilmesine, ayaklar altına alınmasına bakıyorum. Yok efendim, ABD bizim dostumuzmuş da, ilişkilerimiz yaralanmasın diye Türk askeri ateş açmamış, kafalarına çuval geçirilmesine müsaade edilmiş, falan da filan. Geçin bunları. Oradaki söz konusu kişiler ölme erdemini gösteremediklerinden, Türk milletinin alnına asırlar boyunca silinmeyecek bir kara leke sürülmüştür. Türk milleti bu aşağılanmayı asla unutmayacağı gibi, Türkiye’nin ve Türklüğün düşmanları da bununla hep alay edecekler.
Bir Türk olarak bu durumun ezikliğini üzerimizden nasıl atacağız? Kimse kendini haklı göstermeye çalışmasın. Bir milletin ve devletin onuruyla oynanmıştır. Sorumlular ne yapacaklarını biliyorlar! Bu millet ve devlet şerefidir.