Orkun’un daha önceki sayılarında MHP’nin tarihî misyonunu ve siyaset anlayışındaki yanlışlıkları tartışmaya açmıştık. Amacımız, kırılan kolun yen içiresinde kalması; ancak kolun da kırık olduğunu vurgulamaktı. Orkun’daki tartışmalarda gönül dostlarımızın aynı kaygıları paylaştıklarını görmüş bulunuyoruz. “35 yıllık ülkücülerin kenara çekilmelerini” isteyen sayın Şerafettin Gözükeleş’i ciddiye almıyoruz. Sayın Şerafettin Gözükeleş’in 35 yıllıkları anlayabilmesi için harekete göbeğinden değil de, ruhundan-kalbinden bağlı olması gerekir.
Yazımızın bu üçüncü bölümü, araya giren seçimler nedeniyle ertelendi. Değişmez gerçeğimiz: MHP genel merkezi tarafından dışlansak da, hain ilân edilsek de, değişmeyen gerçeğimiz ATSIZ ve TÜRKEŞ çizgilerinde yetişmiş olduğumuz; emanetlerine ihanet etmeyeceğimizdir. Bu düşüncelerle seçim süresince hiçbir şey yazmamaya ve eleştiri yapmamaya özen gösterdik.
Seçimlerde alınan sonuçlar, -maalesef- endişelerimizi haklı çıkardı. Yanılmış olmayı dilerdik. Seçimlerden sonra MHP’de yaşananlar ise geleceğe daha da karamsar bakmamıza sebep olmaktadır.
Bu noktada, yaşadığımız ve yaşayacağımız olayları, Türkçü-Ülkücü dünya görüşleri ve lider-doktrin-teşkilât açısından tartışmak yararlı olacaktır.
Lider-doktrin-teşkilât üçlemesi ülkücü hareketin teşkilâtlanması, ile birlikte ifade edilmeye başlanılmıştır. Rahmetli Taşer’in “Alparslan Türkeş’in yanlışı benim doğrumdan üstündür”. sözleri; Peygamber Efendimizin “Üçünüz yola gitse birinizin önder olması gerekir” mealindeki hadisi; Başbuğ’un “Teker teker kapıdan çıkmaktansa, her beraber duvarı delip çıkma” örneklemesi lider-doktrin-teşkilât üçlemesini vurgulayan ifadelerdir.
Bu ifadeler, gençliğin bir arada olması, dayanışma duygusunun kuvvetlendirilmesi ve dinamizmi amaçlıyordu. Türk tarihinin son 100 yılda yetiştirdiği iki büyük ve karizmatik liderden birini, ortaya koyduğu -hareketin anayasası niteliğindeki- doktrini ve TEŞKİLÂT’ını işaret ediyordu.
Ölümünde, Ankara’ya toplanan 2 milyonu aşkın kişi 79 yıllık mücadelesinin sonucu idi. Ve bu millet, sağlığında kendisine göstermediği ilgiyi vefatında göstermişti. İzleyen ilk seçimde de 6 milyon oy vererek kadirşinaslığını sergilemişti. Hemen vurgulayalım ki: Hiç kimse 1999 seçimlerini kişisel başarısı olarak görmesin. O sonuçlarda belki çok az düzeylerde kişisel etkiler olmuştur. Ancak temelinde, bu yüce milletin Türkeş ve Türkeş ekolüne gösterdiği ilgi ve vefa duygusu vardı. Basit bir mantıkla cenaze töreninde Ankara’da toplanan Türk milliyetçilerinin sadece ailelerinin oylarının sayısı 1999’da alınan oy sayısını geçmektedir.
LİDER KİMDİR?
Lider, başlangıçta, sonradan temsilcisi olacağı fikir tarafından esir alınmış kişidir. Ülküsü, önderi o kadar sarmıştır kı: O’nun dışında her şey ikinci plânda kalır. Şahsî menfaat, aile, çevre, hepsi fedâ edilmiştir. Hapis, sürgün, hakaret, tecavüz, aşağılama , dışlanma, önderleri daha ziyade hareket ve heyecana getirmekten başka işe yaramaz.
Liderin görevi, ideolojiyi yaratmak (siyasî-sosyal), kitleyi ideolojiye (ve kendine) inandırmaktır. Her büyük (kalıcı-gerçek) lider, kendi hayat felsefesini doktrin olarak kurar, geliştirir. Metodize eder ve kitlelere ideoloji olarak sunar. Kendi hayat felsefesi ve ideolojik yorumu olmayan kişiler, tepeye çıksalar bile kısa sürede kaybetmeye mahkûmdurlar. Çünkü liderlik, ideoloji ile mümkündür. Çünkü, ideolojisiz lider, sadece önderdir.
Keza, liderlik için yüksek ve devamlı heyecan şarttır. Heyecanı olmayan (cezbesiz) liderin, kitleleri heyecanlandırmaları ve ülkülerini başarıya taşımaları mümkün değildir.
Lider, bilgilidir. Güven vericidir. Aldatmaz. Yalan söylemez. Çabuk karar vermez. Herkesi dinledikten sonra karar verir ve kararından dönmez. Kadrosunu ve teşkilâtını kendi yapar. Sonuna kadar güvenir ve savunur.
Liderin, yanlış yapanı koruma ve savunma hakkı yoktur.
Sonuç olarak: Herkes lider olamaz. LİDER DOĞULUR.
Birileri tarafından zorlama lider yapılanlar ise: “Görevlendirdiği yöneticilerin hata yaptığını asla kabul etmeyen ve onlar için başını vermeye hazır olandır. Zira göreve gelmesinde konjonktürü hazırlayan onlardır, ona görev veren iradenin talebinin, hep bu yanlışlara göğüs germek olduğunu sanır. Güç veren iradeyi asla kaybetmek istemez. Ne zamana kadar? Güç başkasına verilinceye kadar. O zaman lider ne yapar, hiç dostu kalmaz, yanlışları için kafasını vermeye hazırlandığı dostları ise liderin eteğindedir.” (Gustav Le Bon-Kitleler Psikolojisi-1895)
Liderlik konusunu ulu önder Atatürk’ün sözleri ile kapatalım: “Büyük olmak için hiç kimseye iltifat etmeyeceksin; hiç kimseyi aldatmayacaksın, ülke için gerçek amaç ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır; Herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır, fakat sen bunlara direneceksin. Önüne sonsuz engeller de yığacaklardır. Kendini büyük değil, küçük, zayıf, araçsız, hiçe sayarak, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu engelleri aşacaksın. Bundan sonra da sana büyük derlerse….. Bunu söyleyenlere güleceksin…”
ÜLKÜCÜ KADRO VE
TEŞKİLÂT
Teşkilât konusuna girmeden önce, kadro ve kadroculuk kavramlarını kısaca açıklamak yararlı olacaktır. Kadro, belli bir fikir ve ülküye inanmış, ülküsünü hayatının gayesi olarak kabul eden insanların oluşturduğu gruptur. İnançlarının hayata geçmesi, temel amaçtır. Toplumun her kesiminden olabilir. Her türlü ortamda kendi ideallerini yaşar.
Kadro, dünyanın en kuvvetli silâhıdır. Zira, “kendisini hedefine kilitlemiş, her türlü fedekârlığa hazır bir dâva adamından daha büyük silâh yoktur”. Dâva adamlarının oluşturduğu kadronun, bir araya gelerek organize olmasıyla teşkilâtlar oluşur.
Siyasî partiler, şüphesiz birer teşkilâttır. Bu açıdan MHP de bir teşkilâttır. Ancak ülkücü hareketin teşkilâtı olarak sadece MHP’Yi görmek büyük yanlış olacaktır. Bugün, siyasî plâtformda MHP ile benzer temel esasları kabul eden başka siyasî kuruluşlar (BBP ve ATP gibi) da bulunmaktadır. Türkçülük açısından ayrı ayrı değerlendirilmesi gereken bu kuruluşların, ülkücü düşünce noktasında fazlaca farkının olmadığı bir gerçektir. Tümüyle kişisel menfaatlerle bağlı olan bu ayırım her ülkücünün gönlündeki yaradır.
Bu siyasî yapılanma içinde ciddiyetle tartışılması gereken konu, Türkçü kadroların ve rahmetli Başbuğ’un yetiştirdiği ekibin siyasî plâtformdaki konumlarıdır. Kişisel olarak, “ülkücüler yalnızca MHP’de bulunur” kuramının yanlış olduğuna inanıyoruz. Zira, “Türkçü” ve “Türkeşçi” kadroların çok büyük bölümü siyasetten uzak olarak bürokrasi, eğitim, iş hayatı gibi toplumun ve devlet hayatımızın temel hizmet sahalarında çalışmaya devam etmektedir. Kalite ve sayı olarak siyasî plâtformdakilerden çok yüksek olan bu kadrolar; yanlışlar karşısında eleştirilerini yapmakta, ancak özellikle MHP genel merkezindeki grup tarafından baskı ile susturulmaya çalışılmaktadır.
Ülkücü teşkilâtlanma siyasî kadrolardan ibaret değildir ve ülkücü teşkilâtlar da kişisel menfaatlere dayanan siyasî vesayetten kurtulmalıdır.
Siyasî vesayetin ülkücü teşkilâtlarda yarattığı sonuçlar ise:
• Ehil kişilerin değil, liyakatsiz kişilerin başkan olması (atanması),
• Teşkilât üyelerinin yanlış seçilmesi, oy endişesi ile ülkücü olmayan kişilerin üye kaydedilmesi; yönetici konuma getirilmeleri,
• Teşkilât üyelerinin halkla bütünleşememesi,
• Teşkilât içinde kişisel dargınlıkların ve çıkarların ortaya çıkması; bunun ideolojiye yamanması,
• Teşkilâtçılığın tam mânâsıyla işlememesi,
• Teşkilât içinde adam kayırmacılığın çok olması,
• Teşkilâtın gündemi takip edememesi, hâle vakıf olamaması, gündemi belirleyememesi,
• Teşkilât içi seminer, konferans gibi plân ve programların verimli olmaması veya katılımın sağlanamaması, AR-GE anlayışının beyaz çorap, soğan-sarmısak ve jaguar otomobil kullanma düzeyine kadar inmesidir.
DOKTRİN
Ülkücü hareket, doktrin olarak 9 IŞIK’ı ve milliyetçi toplumcu dünya görüşünü esas alır. Acıdır ki; mevcut MHP’nin söylemlerinde her iki terimin de yeri yoktur. Zaman zaman Orkun’un sayfalarında bu konuda fikirler bildirilmesine karşın; siyasî kadrolar tarafından bu konuda hiçbir görüş açıklanmamaktadır. Dahası mevcut yönetim kadrosunun geçmişinde de bu kapasite görülmemektedir. Daha açık ifade ile mevcut yönetim kadrosu 9 Işık doktrinini güncel şartlarda yorumlamaktan uzak görünmektedir.
NE YAPMALI?
MHP lideri ve üst yönetimi 3,5 yıl süresince yetersiz bir performans sergilemiştir. Teşkilât tarafından dile getirilen eleştiri ve hattâ suçlamalar hakkındaki sessiz ve hareketsizlikleri anlamlıdır. Hareketin karşıtları tarafından (özellikle Bn Ecevit ve ekibi) yapılan saldırılardaki sessizlik ve tüm iktidar süresince sergilenen mutlak teslimiyetçi tutumuyla tabana yabancılaşmışlardır.
Kadrolar küstürülmüş; istişareden kaçınılmış; “ben liderim” veya “biz teşkilâtız” anlayışı ile despot bir idare göstermişlerdir. Genel başkanın şahsına iletilmek üzere özel kalemine gönderilen mektup, faks ve elektronik postaların kaybolması, kendisi tarafından seçilen ve sürekli kollanan genel merkez yönetimi için en hafif deyimiyle zaaf ve ayıptır.
2002 seçimlerinde yaşanan acı sonuç (diğer bir deyişle hezimet) MHP üst yönetimince ani reaksiyonlarla karşılanmıştır. Yaşanan ilk şoktan ve ilk reaksiyondan sonra ortaya acı bir tablo çıkmıştır. Başarısızlığın sorumluluğunu üstlenerek partiyi kongreye götüreceğini belirten genel başkan, “Tekrar aday olacak mısınız?” diye soran bir gazeteciye: “Tekrar aday olacak bir kişinin açıklaması mıdır bu söylediklerim?” cevabını vermiştir. Gerek İstanbul konuşması, gerek özel sohbetlerde, ayrılma konusunda kendisi ile birlikte hareket etmeyen genel merkez yönetiminin değişmesi ile liderliğinin devamı konusu dile getirilmektedir.
Hemen belirtelim ki: MHP genel merkez yönetimi derhal görevlerinden istifa etmeli; aksaçlılar tarafından uygun görülecek birleştirici bir yönetimle olağanüstü kongreye gidilmelidir. Bu süre kesinlikle 6 ayı geçmemelidir. Yurt sathında tüm il, ilçe ve belde yönetimleri istifa etmiş sayılmalı; belirlenecek birleştirici kişilerle kırgınlıklar ortadan kaldırılıp kongreler yapılmalıdır.
Mevcut yönetimlerin yapacağı yeni üye ve delege listeleri yeni bir tasfiye hareketine yol açacaktır. (99 seçimlerinden hemen sonra olduğu gibi.) Bu kesinlikle önlenmeli, kırgınlar çatının altına davet edilmelidir. Hareketten ayrılan gönül dostlarının kurduğu BBP ve ATP ile mutlaka birleşilmelidir.
Sayın Bahçeli’ye son söz:
Siz ayrı bir ekol olarak Türk siyasî tarihine girdiniz. Tarih ve coğrafyanın bahşettiği olağanüstü şartları kullanamayarak Türk milletinin ve Türkçü-ülkücü camianın hayâllerini kırdınız. Kaybeden bir siyasî parti başkanı olarak çekilerek iz bırakacaksınız. Bundan sonra kalmamalısınız. Kalarak, harekete bir hayrınız dokunmaz. Hiç olmazsa giderek Türk siyasî tarihinde iz bırakın.
Kalmamalısınız sayın başkan. Kalmamalısınız. Ülkücü hareket, sizi savunamaz. Kaldı ki: ülkücü kadroların sizi savunmaya harcayacak ne zamanları, ne de enerjileri vardır. Etrafınızda olup, sizin kalmanızı söyleyenlerin en az yarısı, artık sizinle bir yere gelinemeyeceğini bildikleri hâlde dillendirmiyorlar. Diğer yarısı ise artık sizin de gayet iyi bildiğiniz gibi menfaat gruplarıdır.
Siz iktidarda olduğunuz sürece pek çok konuda söylediğinizin tam tersini yaptınız. Ülkücü hareket sizinle bir daha aynı şansı yakalayamaz. Gerçi sizsiz de, hareketin gelecekteki en az 15 yılını harcadınız. Lütfen ayrılma kararınızdan dönmeyin. Hiç olmazsa şimdi MHP’ye genel başkanlık yapmış birinin nasıl davranacağını gösterin.