İzmit’teki Selülöz ve Kâğıt Sanayi Fabrikası (SEKA), Türkiye’nin önemli tesislerinden biri idi. Hükûmetin aldığı bir kararla kapatıldı. İşletmenin arazisi, tesisleri, işletme hakkı ve çalışanları Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’ne devredildi. Üretimin devam edip etmemesine, belediye ve işçiler birlikte karar verecekler.
Devletin çalıştıramadığı tesisi, belediyenin çalıştırması mümkün olmayacağına göre… tesis kapatılmıştır.
* * *
Her konuda kavram kargaşasının yaşandığı ülkemizde, özelleştirme kavramı da tartışılıyor. Özelleştirme için en uygun tarif: Devlete ait olup da çeşitli sebeplerle verimli çalıştırılamayan tesislerin; sermâye takviyesi, yeni teknolojiler uygulanması, yönetimin yeniden yapılandırılması ve iyileştirici diğer düzenlemelerin yapılması ve ekonomiye kazandırılması amacıyla, özel sektöre satılması veya gerektiğinde bedelsiz olarak devredilmesi… şeklinde verilmektedir.
Gerçekleştirilen özelleştirme işlemlerinde bu şartlar yerine getirilmediği için hükûmetler, yıpratıcı ve ağır tenkitlere muhatap oluyor. Durum böyle olunca, kapatma kararı, günü kurtarmaktan başka bir düşüncesi olmayanlar tarafından tercih edilen kolay bir kurtuluş yolu olarak görülüyor. Bu kolay çözüm, tesis kapatma kararı alan yönetimi ve onunla birlikte sendikaları da yıpratıyor.
Tesis kapatma kararlarının sonrası, SEKA ekseninde düşünülürse, uygulamaların vahim sonuçlara ulaşacağı anlaşılır. İşçinin ve milletin hak ve menfaatlerini korumakla görevli kurumların yıpranması sebebiyle güven ortamının zayıflayıp yok olması, düşünülebilecek olumsuzlukların önemli bir boyutudur. Vatandaşları; vergi vermek ve askerlik yapmak başta olmak üzere, devlete ait görevlerini yerine getirmekte isteksizliğe yönlendirir.
ÖNCESİ
Yıllardan beri uygulanan politikalarla, kapatma kararının en uygun çözüm olarak görüleceği ortam oluşturuldu. Olumsuzluklar, bilinçli olarak geliştirildi ise… ihanetin, farkında olmadan meydana getiril di ise cehaletin ürünüdür. Bu noktaya nasıl gelindiğini hatırlayalım:
Odun hamuru, kâğıt imâlinde kullanılan selülözden önceki üründür. Bu ürünü elde etmek için ağaç kullanılır. SEKA, ihtiyacı olan ağacın büyük bir bölümünü kendisi yetiştiriyordu. Nedendir bilinmez, önce bu üretim azaltıldı, sonra da ihtiyaç fazlası araziler elden çıkarıldı. Daha kalitesiz kâğıt üretimi için; eski kâğıt, lifli hammadde, tütün ve pamuk sapı, keten, kenevir, kamış ve saman kullanılır. Başka amaçla kullanılması israf olarak düşünülebilecek bu maddelerden, yılda 100.000 ton odun hamuru üreten Afyonkarahisar tesisleri, özel sektöre satıldı. Satış sözleşmesine üretime devam şartı konulmadığı için tesis çalıştırılmıyor.
Kâğıt sanayii ve ormancılık, biribirini tamamlayan sektörlerdir. Uyumlu politikalar uygulanmadığından SEKA, hammaddesini ithal etmek mecburiyetinde kaldı. Pahalıya mal olduğundan kâr edemedi. Kâr olmayınca tesislerini yenileyemedi. Ve sonuçta zarar eden bir kurum hâline geldi. Zonguldak’ta Çaycuma, Giresun’da Aksu, Muğla’da Dalaman ve Balıkesir tesisleri satıldı. Hiçbiri çalıştırılmıyor.
Kâğıt üreten tesislerin çalışmaması, Devlet Orman İşletmeleri’nin de zayıflamasına yol açar. Çünkü Orman İşletmeleri, ürün atıklarını kâğıt fabrikalarına satar. Buradan önemli bir gelir temin eder. Kalitesiz olduğu için yurt dışına satamıyor. Uygun tüketim alanı bulunamayan malzemeler, ucuz fiyatla satılıp yakacak olarak kullanılıyor. Ne kadar ucuz olursa olsun odunun, en pahalı yakacak olduğunda kimsenin şüphesi yok.
SEKA’nın çöküşüne yol açan bir başka etken de yanlış istihdam politikası. Kadro tasfiyesi başlatılmadan önce SEKA’da 5.500 işçi vardı. Bunların yalnızca 700’ü üretimde çalışıyordu.
Batık bankalar için 50 milyar dolar harcanan bir ülkede, SEKA’nın yeni teknolojilerle donatılıp verimli çalışmasını sağlamak için 5 milyar dolar bulunamaması karşısında; talihsizlik mi, imkânsızlık mı yoksa beceriksizlik mi? Soruları akla geliyor. Kasıtlı olarak böyle hareket edildiği de iddialar arasında.
SONRASI
Gıda sektöründe buğday ve et, inşaat sektöründe demir ve çimento… nasıl vazgeçilmez temel ihtiyaç maddeleri ise, kültür hayatımızın temel ihtiyaç maddesi de kâğıttır. Kâğıt üretiminin durması ile kültür hayatımız da dışa bağımlı hâle gelecek. Bu gelişmeler, kültürsüzleştirme politikalarının uygulaması olarak değerlendiriliyor.
Yukarıda açıklanan sebeplerle ormancılığımızda da olumsuzluklar yaşanacak. Ekolojik denge bozulduğu gibi, toprağın verimi azalacak. Gıda sektöründe de dışa bağımlı hâle geleceğiz.
Komplo teorisyeni olarak suçlanan millî hassasiyet sahibi insanlar, umulur ki haklı çıkmazlar.
Batı ve uzak batı denilen Amerika Birleşik Devletleri; Sanayiciliğin, üretimin her türlüsünü bırakın ! İhtiyaçlarınızı bizden satın alın ! Diyorlar. Sanayiden arınmanın dayanılmaz cazibesini (?!) anlatıyorlar. Başlangıçta uyguladıkları satış fiyatı, bizim üretim maliyetlerimizin çok altındadır. Bunun bir tuzak olduğunu anlamalıyız. Fiyatların sonradan artmayacağının garantisi yok. Olsa bile, üretimdeki istihdam imkânını ticaret ve hizmet sektörüne transfer etmek mümkün değil. Bizden satın alın! Diyenler, meydana gelen işsizliği ve işsizliğin oluşturduğu sosyal adaletsizliği ve bunların sebebiyet vereceği olumsuzlukları önlemek için çözüm üretmezler.
Yabancı sermaye girişleri, dikkat edilmesi gereken ayrı bir konudur. Türkiye’nin yabancı sermayeye elbette ihtiyacı vardır. Fakat yalnızca yerli teknoloji ile yerli sermayenin yetersiz kaldığı alanlarda ve de millî firmalarla işbirliği şartıyla… Bu alanları vatan toprakları kadar genişletirsek, bağımsızlığımızı ve varlığımızı korumakta zorlanırız.
Türkiyemiz, potansiyel kaynaklar açısından çeşit ve renk zenginliğine sahip. Bu zenginlikleri kullanmalıyız. Kuzeye sırtımızı dönmeden güney komşularımızla anlaşabiliriz. İslâm ülkelerini küstürmeden İsrail ile işbirliği yapabiliriz. Batıya rest çekmeden doğu ile ilişkilerimizi geliştirebiliriz. Avrupa Birliği ile ilişkilerimizi akılcı değerlendirmelerle lehimize sonuçlar verecek (veya en azından zarar vermeyecek) bir çizgiye getirmeye çalışırken… Karadeniz Ekonomik İşbirliği Bölgesi projesine işlerlik kazandırabiliriz. Bununla da yetinmeyen mahir yöneticiler, İslâm Konferansı Teşkilâtı bünyesindeki Ekonomik ve Ticarî İşbirliği Daimî Komitesi (İSEDAK)’ı daha aktif hâle getirebilirler. ECO veya EKİT olarak anılan Ekonomik İşbirliği Teşkilâtı’na, biraz ilgi ile işlerlik kazandırılabilir.
Bunların hiçbiri herhangi bir milletlerarası kuruluşun veya ülkenin alternatifi değildir. Ülkemizin jeostratejik konumunun getirdiği potansiyel zenginliklerimizdir. Zenginliklerimizi ne yazık ki kullanamıyoruz. Kullanamadıkça da heyecanımızı kaybediyoruz. Cumhuriyetin ilk yıllarında vatanın kurtuluşu kadar onun imar edilmesi ile, kurulan sanayi tesisleri ile de iftihar edildiğini, her yeni tesisin açılışında büyük heyecanlar yaşandığını… olayların şahitlerinden dinledik, okuyoruz.
Sanayi tesisine sahip olmanın heyecanını kaybettik. Yeni bir tesis açılışının mutluluğunu yaşayamıyoruz. Vatan eksenli heyecanlar ve mutluluklarla ilgili hassasiyetlerimiz azalıyor. Azalmalar, vatanın bölünmezliği ve ülkenin bağımsızlığına ilgisizlik noktasına hızla ilerliyor. Kayıplarımız yalnızca heyecanlarımızla sınırlı değil. Millî değerlerimize olan ilgilerimizde de azalmalar var. Neleri kaybetmekte olduğumuzun farkında değiliz. Umulur ki kayıplar, ümidimizi de kaybetme noktasına ulaşmadan kötü gidişin farkına varırız.
Batık bankalar için 50
milyar dolar harcanan bir
ülkede, SEKA’nın yeni
teknolojilerle donatılıp
verimli çalışmasını sağlamak için 5 milyar dolar
bulunamaması karşısında;
talihsizlik mi, imkânsızlık mı yoksa beceriksizlik mi? Soruları akla geliyor. Kasıtlı olarak
böyle hareket edildiği de
iddialar arasında.