Televizyon yorumcuları, son genel seçimlerle ilgili çeşitli yorumlar yapıyorlar. Hemen hepsi, elde edilen sonuçların evvelden tahmin ettikleri gibi olduğunu belirtiyorlar. İçlerinde –maşallah- hiç yanılan yok. Tam isabet! AKP’nin yüzde 46’dan çok oy alması onlara şaşırtıcı gelmiyor. Her şey normalmiş gibi davranıyorlar.
Peki, bu sonuçlar gerçekten şaşırtıcı mı? Gelişmeleri biraz derinliğine takip edenler ve bunların üzerinde kafa yoranlar bakımından hayır! Ama, kısa vadeli analiz yapanlar ve yakın geçmişle geleceği bağdaştıramayanlar bir gayrıtabiîlik olduğunu sanıyorlar.
Açıklayalım: Oylar nereden geliyor? Tabiatiyle içinde yaşadığımız toplumdan. Öyleyse toplumun şimdi sahip olduğu manzara, yani toplumu meydana getiren halk kesimlerinin görünüşü birinci derecede etkili.
Denilebilir ki, AKP, kendi seçmenini imâl etmiştir. Bu, elbette kısa zamanda olmamıştır. Kökü, son otuz-kırk yıla dayanmaktadır. Bu dönemde tarikatlar ve tekkeler, camiler ve cemaatler, etkilerini görülmemiş bir hızla artırmışlardır. Görünürde pek fark edilmeyen bu durum, her seçimde biraz daha boy atmıştır. Cemaatler ve tarikatlar, seçimlere her zaman ilgi göstermişler, destekleyecekleri partileri önceden seçmişler, kendi taraftarlarının o parti listesinden meclise girmesini sağlamışlardır . Seçmene de açık veya örtülü şekilde mesajlar göndermişlerdir.
Bu cemaatlerin oluşması, en çok yayın yoluyla mümkün olabilmiştir. Küçük cemaatler çeşitli dergiler çıkarmış, kitaplar yayınlamış, yayınevleri kurmuştur. Hatta bazıları günlük gazetelere ve televizyon kanallarına bile sahip olmuştur. Böylece, sürekli bir propaganda –veya, beyin yıkama- işlemi ortaya çıkmışt r. Din söylemini politikaya sokan Erbakan ekibi, 1990’larda birinci parti olmayı böylece sağlamıştır. Onun bir versiyonu olarak meydana getirilen AKP de aynı yoldan yürüyerek son iki seçimden birinci parti olarak çıkmıştır.
Türkiyemizde son kırk yıldır geometrik süratle artan köyden şehire göç olayı da AKP’nin tabanını meydana getirmiştir. Büyük şehirlere iş bulmak için gelenler burada kalmış, aile kurup çoğalmış, uzak semtlerde bir de gecekondu edinerek o şehrin sakini hâline gelmişlerdir. Bu gecekondular o kadar çoğalmıştır ki, yeni mahalleler, yeni semtler oluşmuştur. O semtlerde belediyeler kurulmuş, şehir hizmetleri ayaklarına götürülmüştür. “Varoş” denilen hâdise budur. Meselâ İstanbul’da artık sahici İstanbullu sayısı çok azalmıştır. Buna karşılık, yeni “İstanbullu”lar ezici çoğunluk hâline gelmiştir. AKP, oy patlamasını varoşların “hemşehri”leri sayesinde sağlamıştır.
Yeni İstanbulluların ve diğer şehirlerdeki yeni hemşerilerin sosyolojik ve kültürel yapıları incelendiği zaman, bunların memleketin büyük meselelerine geniş açıdan bakabilecek evsafta olmadıkları görülmektedir. Onlar için, öncelikli mesele, portakal veya armut sattıkları arabalarının, hiçbir müdahale görmeden şehirde serbestçe dolaşabilmesidir. Çoğu için, çocuklarını erken yaşta bir işe çırak olarak vermek, onu okutmaktan evlâdır. Böyle olunca, çocukların babayı aşabilmeleri uzun zamana ihtiyaç göstermektedir. Bu insan tipi için, ülke sınırlarının tehlikede olması, evde fasulye tenceresinin kaynamasından önemli değildir.
Köyden şehire göç’e ilâveten, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan büyük kentlere ve sahil kesimlerine yapılan göç de gittikçe önem kazanmaktadır. Öyle ki, bazı büyük şehirlerde, bu yeni göçmenlerin oyları milletvekili seçimlerini etkileyici hâle bile gelmiştir. Terör örgütü mensubu olduğu için cezaevinde tutulan hükümlü bir kadın milletvekili seçilince hapishaneden çıkıp Büyük Millet Meclisine girebilmiştir. Üstelik, kamuoyu bunu pek de gayrıtabiî saymamıştır.
Eğitim sistemimizin de seçim sonuçları üzerinde etkili olduğunu söylemeliyiz. Bu sistem, çocuklarımıza ve gençlerimize millî şuur, tarih bilinci, vatan sevgisi aşılamaktan mahrumdur. Böyle bir gailesi ve iddiası bile yoktur. Sadece kazancını ve çıkarını düşünen, en küçük bir menfaat için yapmayacağı şey kalmamış olan tipler yetiştirmektedir. Takdir olunur ki, bu tiplerin böceklerden pek farkları yoktur. Onları seçim ortamında basit mekanizmalarla yönlendirmek çok kolaydır.
Türkiye üzerinde uzunca bir süredir uygulanan uyuşturma, içine kapanma ve aldırışsızlık metotları, özellikle yabancı kanallardan sızarak, medyanın da büyük bölümünün ortaklığında alttan alta uygulanmaktadır. Satın alınmış bazı kalemlerin ve “âlim”lerin bu yoldaki ısrarlı faaliyetleri gözler önündedir.
Bütün bu unsurların üzerine biraz da din sosu ilâve edildiğinde, yeni seçmen tipi için bir cazibe merkezi oluşmaktadır. AKP bu merkezin ta kendisi olmuştur.
Seçim sonuçlarının tayininde, sadece sosyolojik ve kültürel unsurlar etkili değildir. Bir de yoğun propaganda vardır. Çok para harcayanın seçimde daha iyi sonuçlar alması kaçınılmazdır. Yani, partiler kendi varlıklarına ek olarak sağlayacakları imkânları da kullanmak isterler. Bu imkânlar özellikle iktidardaki parti için çok geniştir. Ayrıca, çok önceden başlayan para hazırlığı, ihale dosyaları ve yâran desteklerine ilâveten, gelecekteki çıkar hesaplarıyla daha da hızlanmaktadır. Muslukları elinde tutan bir iktidar, tavşanı havucun arkasından koşturmayı başarabilmiştir.
Belediyelerin imkânlarını da unutmamak gerekir. Onların kömür, bulgur, şeker, oyuncak dağıtmaları seçim sonuçlarını etkilememiştir diyenlere şaşılır. Belirttiğimiz insan tipi için bunlar hayatî değerdedir. Yapılan işlerin doğruluğu yanlışlığı onları ilgilendirmez. Meselâ, ilk ve orta öğretim kitaplarının parasız verilmesi iyi bir şeydir. Ama, bunun finansmanı, eğitimle ilgisi kalmamış kimselerin vergilerinden sağlanıyorsa orada durup düşünmek gerekir. Varlıklı kimselerin çocuklarına kitapların parasız verilmesi ise ayrı bir garipliktir. Yiyecek, yakacak yardımını sürekli kılmak yerine, gerçekten muhtaç olanlara iş sağlansa daha isabetli olmaz mı? Bir aileye her gün bir balık vermek yerine, onlara balık tutmayı öğretmek daha doğru bir yöntem değil midir? Böylece, ağır vergi yükü altında ezilen vatandaşın cüzdanından çekilmiş banknotlarla fakir fukaraya babalık taslamak da önlenmiş olur.
Türkiye’de son beş yıldır sermayenin yavaş yavaş el değiştirdiğine, yeni bir zenginler sınıfı “imâl” edildiğine şahit olmaktayız. Bu sermayenin bir bölümü hiç kuşkusuz seçim propagandası için harcanmıştır. Kararsız seçmen bir telkin bombardımanı altında tutulmuştur. Başka hiçbir parti, elindeki imkânlarla böyle bir “tanıtım” yapamazdı.
Kısaca belirttiğimiz bu hususları dikkate almadan yapılacak seçim analizleri satıhta kalmaya mahkûmdur. Özellikle AKP muhaliflerinin yüzeyde kalmış analizlerden kaçınmaları gerekir. Aksi takdirde, ilerdeki hiçbir seçim için şansları kalmaz.