Tanınmış müellif A. Carrel, medeniyetin bir gayesi insanlara refah ve emniyet temin etmekse, diğer gayesi de büyük şahsiyetler yetiştirmektir, diyor.
Şahsiyet. Zamanımızın en büyük -fakat görünmez- meselelerinden biri sanırım budur.
Şahsiyetlerin gittikçe kaybolduğu, otomat ve robot tipinin, sanki aynı kalıptan çıkmış insanların Türkiye coğrafyasını kapladığı bir sırada bu konu üzerinde iyi düşünmek zorundayız.
Nedir şahsiyet?
Şahsiyet her şeyden evvel iyiyi, güzeli ve doğruyu gönülden bir arzu ile ifade etmek ve savunmak kudretidir. Şahsiyetli insan maddeci değildir, mâneviyatçıdır. Kabadayı değildir, yiğit (alp veya şövalye)dir. Diktacı değil, müsamahalıdır. Hürriyet tahripçisi değildir, saygılı ve medenî cesareti tam bir örnek insandır.
Bir milletin medenî seviyesi, her yerde sevgi hâlesi ile çevrelenen şahsiyetli fertlerin çokluğu ile ölçülür.
Etrafınıza bakınız: Bu saydığımız vasıfları hâiz insanların sayısı çok mu?
Hayır. Maalesef; şahsiyetli insanların gitgide azalıp kaybolduğunu görüyoruz. Onların yerini dalkavuklar ve cesaretsiz, gününü gün etmeye çalışan, mad dî menfaatlerine sımsıkı sarılmış, gürültücü kimseler kaplıyor. Düşünmeyi, doğru hükme varmayı, araştırmayı, karşılaştırmayı zahmet sayan, kendilerinin yerine başkalarının düşünmesinden haz duyan bir kalabalık…
Onun için de millî mefkûrenin güçlenmesi, ülkücülüğün son ferde kadar indirilmesi çalışmaları zorluklarla karşılaşıyor.
Zira, insanda şahsiyet biri ferdî, öteki millî olmak üzere iki sahada meydana çıkar ve gelişir.
Ferdî şahsiyetin çekirdeği ata ocağında meydana gelip şekillenir. Aile ahlâkı yönünde bir gelişme gösterir. Ferdî şahsiyetin esasını, aile terbiyesi teşkil eder.
Millî şahsiyet ise, millî kültür yolu ile gelişip kuvvetlenir.
Millî tarih, millî edebiyat, millî felsefe, millî sanat zevki, millî ahlâk ile beslenen ferdî şahsiyet yavaş yavaş millî şahsiyet halini alır.
Böylece millî terbiyenin ve millî dâvalarda sorumluluk duygusunun olgunluğa ulaşması hâdisesiyle karşılaşırız.
Millî şahsiyet ve milliyetçilik şuuru, aynı kültür kaynaklarından gıdalandıkları için, şahsiyet sahibi her insan millî duygularla donanmış olmak mevkiindedir. Başka bir deyişle de, her milliyetçi mutlaka millî şahsiyetini kazanmak zorundadır.
Ülküler de bu yolla doğup gelişirler.
Millî şahsiyet ile millî iradenin kaynaşmasından…
Ülkü, bir millete mahsus tarih, edebiyat, felsefe, millî şuur ile gıdalanan varlığını millî şahsiyete borçlu, yüksek bir düşüncedir.
Ülkü, milletçe ulaşılması gereken hedeftir.
Millî şahsiyet, o hedefe varmak için hamle sağlayan güç merkezidir.
Millî irade ise, bu güç merkezini harekete geçiren itici kuvvettir.
Bir milletin siyasî, sosyal hayatında yenilikler getiren, ilminde, edebiyatında, felsefesinde yeni ufuklar açan mefkûreciler, millî şahsiyet ve millî iradeyi kendilerinde birleştirmiş kahramanlardır.
Bazen millet fertleri arasında, zararlı emellerini gerçekleştirmede düşman ile işbirliğinden çekinmeyen kimselere rastlanır. Bunlar aile terbiyesi ve millî kültürden uzak, şahsiyetsiz, aşağılık çıkarların esiri, beyinleri çalışmayan, her rüzgâr önünde savrulmaya müsait kimselerdir. Ferdî şahsiyetleri teşekkül etmemiştir. Aile kutsallığına, millet birliğine inançları yoktur. Ahlâk ve seciyeden mahrumdurlar. Bunun sonucu olarak da, mâneviyata karşıdırlar.
Böyleleri, beraber yaşadıkları namuslu, haysiyetli insanlar arasında kendilerini yadırgarlar. Yalnız kalma ıstırabı onları kin denilen aşağılık duyguya sürükler. Böylece, herkesi, kendi ruhî dengesizliklerine ortak etme gayretine kalkışırlar. Bunu sağlarlarsa, ruhî bir tatmin yolu bulmuş olacaklardır.
Sonunda, bu gibileri, millî birliği teminat altında tutan değerlere saldırırken, bozucu, yıkıcı, bölücü, ayırıcı her düşünceyi memleket sathına yayarlarken suçüstü yakalarız.
Böyle bir vasatta süratle artan bu tiplere karşı mücadele, varlığımızın ve bekamızın en zarurî meselesidir.
Onun için de ruhî bir dinamizm gereklidir.
Yılmadan, yorulmadan, ciddiyetle ve kararlılıkla mücadele edebilecek disiplinli bir ruhî dinamizm.
Ekonomik, sosyal, siyasî başarısızlıklar bir yana, iktidarları beğenip beğenmemek bakımından asıl ölçümüz bu olmalıdır. Ekonomi düzelebilir, siyasî başarısızlıklar telâfi edilebilir. Fakat şahsiyetsiz insanların kaplamakta devam ettiği bir vatan coğrafyası, sonunda, korkarım hepimize geniş bir mezar olur çıkar.