12 Eylül 2003 tarihli gazetelerde Pankobirlik’in tam sayfa ilânları çıktı. Buna pancar üreticilerinin feryadı da diyebiliriz. Bu ilânda belirtildiğine göre, şeker pancarı ve pancar şekeri üzerine oynanan oyunlar ve son yıllardaki baskılar gittikçe artmaktadır. Şeker pancarı tarımını sistematik olarak yok etme çalışmaları hızlanmıştır. Bunun sonucunda yabancı firmaların sahibi olduğu şeker fabrikaları piyasayı ele geçirecek, milyonlarca çiftçi geçimini tarımdan sağlayamayacaktır. Şu anda şeker fabrikalarında 528 bin ton şeker stoku bulunmaktadır. Ülkemizin yıllık şeker ihtiyacı 2 milyon 200 bin tondur. Son beş yılda nüfus artış oranı yüzde 10 olmuştur. Buna karşılık pancar şekeri talebi 400 bin ton azalmıştır. Bu gidişle, Kurtuluş Savaşı sonrasının kıt kaynaklarıyla ve % 100 millî sermaye ile kurulan şeker fabrikaları kapanmak tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu gidişin sonu, yabancıların sahip oldukları fabrikaların ihyası anlamına gelmektedir.
Bu ilânda duyurulan hususlar, çarpık bir gidişin ve ağır bir tehlikenin artık burnumuzun dibine kadar geldiğini göstermektedir. Şeker piyasası yabancıların eline geçmekte ve ithalat ağırlıklı bir şekle dönüşmektedir. Şeker pancarı tarımı yok edilmek istenmektedir.
Meselenin arka plânında, şeker üretiminin dayandığı esaslar bulunuyor. Şeker ya kamıştan ve pancardan ya da nişastadan elde edilmektedir. Türk şeker sanayii, pancar esasına dayanmaktadır. Ancak, 2002’den itibaren şeker piyasası liberalleştirilmeye başlanmış, fabrikaların üretim kotaları belirlenmiş, buna bağlı olarak 2003 şeker pancarı üretim kotası da 13,5 milyon tondan 10,3 milyon tona düşürülmüştür. Bu azalma, pancar üreticisinin işsiz, nafakasız kalması veya üretim cinsini değiştirmesi demektir.
Türkiye’de nişasta kökenli üretim yapan şirketlerin yarısı yabancıdır. Bu firmalar, hammadde olarak mısırı kullanmaktadır. Bizdeki mısır üretimi yetersiz olduğu için, şeker üretiminde mısır ithali kaçınılmaz olmaktadır. Türkiye’de nişasta kökenli şeker üretiminin kotası % 10 olarak belirlenmiştir. 2002’de bu oran % 15’e çıkartılmıştır. Halbuki Avrupa Birliği ülkelerinde bu oran % 0 ile % 34 arasında değişmektedir. Demek ki burada pancar üreticisinin aleyhine bir uygulama bulunmaktadır.
Buraya kadar belirtilenlerde şeker pancarı üreticilerinin kendi açılarından haklı oldukları görülüyor. Onun için feryat ediyorlar.
Çukurova bölgesindeki ziraat odaları ise, 22 Eylül’de verdikleri bir ilânla, Pankobirlik’in iddialarının yanlış ve çarpıtılmış beyanlar olduğunu ileri sürdü. Bu ilâna göre, üretim fazlası, hesapsız, plânsız pancar ekiminden kaynaklanıyor.
Fakat, meselenin bir de sistem tarafı var. Bugüne kadar, devlet, şeker pancarında destekleme alımı yapıyor, prim ve tazminat ödüyor, ithalatı kısıtlıyor ve yüksek gümrük tarifeleri uyguluyordu. Pancar üreticisi bu rahatlığa alışmıştı. Ama, dünya piyasalarında bir ton şeker ortalama 200 dolar iken bizde bir ton şekerin maliyeti yaklaşık 1000 doları buluyordu. Stoklar da durmadan arttığı için ihracat yoluna gidiliyor ve rekabet yüzünden maliyetin çok altında dış satım yapılabiliyordu. Böylece hazine büyük zarara uğruyordu (2001’de 400 trilyon lira). Bu zarar da neticede hazineden ve dolayısıyla vergi mükelleflerinden karşılanıyordu. Yani, bir bakıma, şeker tüketen herkes, pancar üreticisine cebinden ikramda bulunuyordu. Trilyonlarca liralık görev zararı bütçedeki açığı artırıyor, bu açığı telâfi için dış borç alınıyor, bu borcun faizlerini de yine bütün vatandaşlar ödemek zorunda kalıyordu.
Sistemin temelinde ise siyasî endişeler bulunuyordu. İktidarlar, pancar üreticisi gibi geniş kesimleri karşısına almamak ve onların oylarını kaybetmemek için bu çarkı döndürüp durmuşlardı. Şeker fabrikaları devletin yönetiminde olduğu için, iktidarı ele geçirenler, yandaşlarını bu fabrikalara yerleştiriyor, istihdamı gereksiz şekilde şişiriyorlardı. Bu da elbette maliyetlerin yükselmesine sebep oluyordu.
Pancar üreticilerinin ilânından anlaşılan o ki, üreticiler devlet desteğinin devam etmesini istiyorlar. Ama, bunun hazineye getireceği 400-500 trilyon liralık zararın nasıl karşılanacağı hususunda bir yol göstermiyorlar. Sistemde bir arıza ve tıkanıklık olduğu muhakkak. Şimdi gelinen nokta pancar alım fiyatının bu yıl 88 bin 800 lira olarak tespit edilmiş olması. Buna karşılık bir kilo pancarın çiftçiye maliyeti 100 bin lira. Yani, çiftçi ürettiği her bir kilo pancarda 10 bin liradan fazla zarar edecek. Bu da tıkanışın son perdesi demek.
Böyle olunca pancar üretimi ya duracak ya daha da azalacak. Bu da mısırdan elde edilen nişasta kökenli şeker üreticisi sermayenin işine yarayacak. Devletin işlettiği şeker fabrikaları özelleştirme kapsamında bulunuyor. Belirttiğimiz gelişmeler sonunda bu fabrikalar durma noktasına gelecek. Bilânçoları da büyük zarar göstereceği için özelleştirilir ve (büyük ihtimalle) yabancı sermayeye satılırken yok pahasına gidecek. Hattâ devlet neredeyse üste para verecek. Belki de nişasta kökenli şeker üretimi çok daha artacak ve dolayısıyla mısır ithali görülmemiş rakamlara çıkacak, yurt dışına avuç avuç dolar transfer edilecek.
Neresinden baksanız hayli karışık bir iş. Ya millî sermayenin korunması için, sistem eskiye dönecek, yani devlet destekleme alımları için hazineden para aktaracak, sonra bu parayı vatandaşlardan vergi olarak tahsil edecek veya dışardan kredi arayıp faizlerine katlanacak. Böylece pancar üreticileri himaye edilmiş olacak, çatlak ses çıkmayacak. Yahut da fabrikalar özelleştirilip pancar ve şeker üreticileri başbaşa bırakılacak.
Buradaki kırılma noktası şudur: Şeker üretim maliyetini piyasa şartlarına göre ayarlayamazsak, yani 1000 dolardan 200 dolara düşüremezsek bunalım giderilemeyecek demektir. Subvansiyon yolu bir gün nasıl olsa tıkanacaktı. Şimdi tıkanmıştır. Bu durumda, fabrikaların maliyet hesapları yeniden yapılıp işçi sayısının ihtiyaca göre ayarlanması ve yeni bir organizasyona gidilmesi gereklidir. Buna paralel olarak pancar üretim maliyetlerinin de düşürülmesi yolunda teknik çalışmalar yapılmalıdır. El âlemin 200 dolara ürettiği şekeri biz niye aynı fiyata üretemeyelim? Üretemiyorsak sebeplerini arayıp giderelim.
Şeker fabrikalarını özelleştirirken, yerli sanayiciye öncelik tananması da düşünülebilir. Pancar üretimi pahalı veya fazla geliyorsa, fabrikaların nişasta kökenli şeker üretmeleri için gerekli düzenlemeler yapılabilir. O zaman çok miktarda mısıra ihtiyaç olacağı için, bunun ithalatla değil yerli üretimle sağlanması yoluna gidilebilir. Yani, bir bakıma, pancar üreticisinin önemli bir kesimi mısır üretimine yönlendirilebilir.
Türkiye’de bazı şeyleri değiştirmenin zamanı çoktan geldi. Bunu IMF istiyor, AB dayatıyor filân diye yapmak yerine, Türkiye’nin çıkarları zaten bunu gerektiriyor diye ele almak en isabetli yoldur. Ancak, duvara dayanınca derin derin düşünmek yerine, tedbirimizi önceden almak gibi bir metoda ve alışkanlığa da kavuşmamız gerekiyor.