Ana Sayfa 1998-2012 Olumlu düşünüş biçimi ve insanımız

Olumlu düşünüş biçimi ve insanımız

MİLLİYETÇİLİK üzerinde durmamız için, bazı kavram ve değerleri açma gereğinin olduğuna inanıyoruz. “Müspet zihniyet” diyerek veya “müspet ilim zihniyeti” nden söz ederek başlamak suretiyle de konuya girebilirdik. Ama o zaman, gençler kavrama zorluğu çekerlerdi. Dilde sadeleşmenin aldığı yol artık öylesine hızlandı ki, “ilim” hadi neyse, “bilim” onun yerini doldurmuş olsa bile, kullanılan ”müspet” ve “zihniyet” kelimelerinin ne anlama geldiğini, genç hattâ orta yaş sınırına dayanmış okuyuculardan pek çoğu kavramakta güçlük çekerlerdi. Yıllar önce, dilimize Arapça veya Farsça’dan geçen, yüzyıllardır kullanılan bu ve benzeri kelimelerin sayısı eskiden daha çoktu; o yaşlarda bazılarını, hattâ çoğunu biz de anlayamaz ve her seferinde sözlüklere bakmaktan bıkkınlık getirirdik.

Hatırlarız, üniversite öncesi ortaokul son sınıf, lise sıralarında okuduğumuz kitaplarda, dergi veya gazetelerde “şen’iyyet, hars, maşerî, musahabe, mefkûre” vb. kelimelerle karşılaşınca, ne olduklarını bilemediğimiz için, elimiz sözlüklere gider, ne anlama geldiklerini her seferinde ve tekrar tekrar anlamaya, öğrenmeye çalışır, ter dökerdik.

Bu kelimeler arasında özellikle birini, “hars” kelimesini hiç ama hiç unutamıyoruz. Bu söz, eskiden “kültür” karşılığı olarak kullanılıyordu. Bugün de, biliyorsunuz, birilerinin uydurduğu, bazılarının sık sık kullandığı “ekin” karşılığını bayıla bayıla kullananlar var. Gençlik heyecanı ile bir zamanlar elimizden düşürmediğimiz “Türkçülüğün Esasları” kitabında Ziya Gökalp’ın oldukça sık kullandığı bu kelimenin ne demek olduğunu, ne anlama geldiğini bilemez, hemen anlayamaz, hatırlayamaz ve her karşılaştığımızda sözlüğe bakmak zorunda kalırdık. Onun gibi “mefkûre”, “mâşerî” ve daha pek çok kelimeyi de bunlar arasında sayabiliriz.

Dilde Sadeleşme Hareketi

Dilde sadeleşme hareketinin, artık iyi kötü amacına ulaştığını söyleyebiliriz. Eski dilde sayıları biraz fazlaca olan, sık sık geçen bu tür kelimelerden, sözün gelişi, ne “hars” kullanılıyor, ne de sözüm ona, kendi söz dağarcığımızdan türetilse bile “ekin” kelimesi… Nedense, doğru dürüst bir karşılık arayacağımız yerde, yine başka bir yabancı dilden gelen “kültür” kelimesini seçip almış, onu kullanmayı uygun görmüşüz. Hars unutuldu, ekin ise tutulmadı, en azından yaygınlık kazanamadı.

Türkçe ve “Öztürkçe”

Çekişmesi ve Çatışması

Bu yazıyı yazmaktaki amacımız, yaptığımız bu girişe, açıklamalara bakılarak sakın yanlış anlaşılmasın. Geçmişte insanları mızı birbirine düşüren, kamplara bölen, bugün de biraz “yan baktıran” bir dil tartışması başlatacak değiliz. Gelin isterseniz hep birlikte, “müspet zihniyet” veya “ilim zihniyeti”nin ne anlam ifade ettiğini, şu gereksiz çatışma ortamı ve bu kelime kargaşası içersinde, geçen yıllar boyunca neleri göz ardı ettiğimizi veya kaybettiğimizi gözler önüne sermek suretiyle bir düşünce kapısı arayalım. Millet olarak bizi güçsüz kılan, bize acı veren yaralarımızdan biri de müspet zihniyet, yaşayan dildeki karşılığı ile olumlu düşünüş biçimi yokluğu ve kendi temel değerlerimize yeteri kadar sahip çıkmamış olmamızdır.

Hayata ve çağdaş dünyaya düşünce, davranış ve yaşayışımızla uygunluğun sağlanması ancak olumlu düşünüş biçimi, dilimizdeki eski ifadesiyle müspet zihniyete sahip olmakla mümkündür. Millet hayatında, hemen her gün karşımıza çıkan, bizi birbirimize düşüren, gereksiz çatışmalara sebep olan ve anlaşmakta zorlandığımız pek çok mesele ve konu var. Dilde hâlâ sürdürülme eğilimi gördüğümüz Türkçe – Öztürkçe çekişmesini de bunlara ekleyebiliriz. Birimiz “ak” diyor sözün gelişi, ama neden, niçin böyle denildiğine hiç bakılmadan, “olumlu düşünüş” biçimiyle yaklaşamadığımız, böyle düşünmeyi bir an olsun aklımızdan geçirmediğimiz için, hemen karşısına dikilip, rahatça “kara” diyebiliyoruz. Bu ak veya kara dediklerimize, sözgelimi bir çok örnek arasından “inkılâp” kelimesini göstermek de mümkün.

“İnkılâp”mı diyelim,

“Devrim”mi?!

Soruyoruz: “Devrim” demekte direnenleri, neden direndiklerini anlıyor husunuz? Hayır. Yapay bir çekişmedir bu aslında… Ama, bu çekişmeyi yaratanların gizli bir amacı vardır.

Anlamakta sıkıntı çektiğimiz, şu kadar yıldır tartışmaya sebep olan şu “inkılâp” kelimesi ve konusu, bunun yanı sıra çağdaşlıktan veya eski ve yeni karşılıklarıyla “çağdaşlaşma” veya “muasırlaşma” denilince bunlardan ne anladığımız, hep kelime kargaşası ve olumlu düşünebilme eksikliğinin, hâlâ içimizden pek çoğumuzun olumlu düşünememesinin, müspet zihniyete ulaşamamasının eseri ve sonucudur.

Dilimizde sadeleşme hareketi, Türk Dil Kurumu’nun yirmi yıllık üyesi olarak, bizi de bazen yanılgıya sevk etti. Uydurma olup olmadığını düşünmeden biz de zaman zaman – az da olsa – bazı kelimeleri kullandık. Ama iyi niyetle. Öz Türkçe yutturmacası ile “olanak”, “özgün”, “sözcük”, bir bölük sel-sal ekli “hukuksal, sanatsal, kamusal, ulusal” gibi kelimeleri ise ya ender olarak kullandık ya da hiç kullanmadık. Dilde aşırılığın hâkim olduğunu gördükten sonra da TDK üyeliğinden çekildik, yanlış düşünenlere cephe aldık. Bize göre bu, milliyetçi olmanın, bilinçli düşünmenin gereğiydi… Ayrıca, yolumuzun doğru olduğuna, Atatürk’ ün dile eğilmesindeki amacının da bu bizim tuttuğumuz yolu doğruladığına inanıyorduk.

Bu arada, başımızdan geçen, gençliğimizde yaşadığımız bir durumu açıklayalım. Lisede okuduğumuz yıllarda Orkun dergisini okuyanlardan biriydik. Rahmetli Atsız hoca, Türkçe karşılığı olan kelimelere öncelik vermemizi ister, “yıl kelimesi varken sene kullanılmamalı; yabancıların no demesini taklit etmek yanlış, biz numara kelimesini kısaltarak nu demeliyiz, doğrusu budur” derdi. Dilde sadeleşmeden yana olmamız, bizdeki Türkçe sevdâsı böyle başladı. Bu sevdâ bizi Türk Dil Kurumu üyesi olmaya kadar da götürdü… Bu ise “dilde Türkçü” olmaktan başka bir şey değildir. Dil konusunu ayrıca ve daha geniş olarak ele alacağız.

Asıl Olan Olumlu

Düşünebilmek

Olumlu düşünüş biçimi temel alınsa, “yeni” ve “eski” kavgası yapılmasa, inanıyoruz ki, dilde ve her konuda, o büyük önderin işaret etmiş olduğu “muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkacağız”, mutlaka ve mutlaka meselelerimizin üstesinden geleceğiz. İşte o zaman o büyük insan, bütün bunları yaparken, nelere ulaşmayı hedef aldı, bize işaret ettiği neydi ve bizi nereye götürmeyi düşünüyor, hayâl ediyordu, daha iyi anlar ve kavrardık.

Hemen söyleyelim: İnkılâp sözü de tartışma konumuz değil, “muasırlaşma” karşılığı kullanılan çağdaşlaşma da! (Ama, şimdilik değil.) Üzerinde durmak istediğimiz, eski dildeki ifadesiyle “müspet zihniyet”, yani olumlu düşünüş biçimi…

Tartışma Edep ve Âdabı

Biz, her şeyden önce yeni bir zihniyete, sağlıklı ve doğru düşünebilmenin kapısını açacak anlayışa muhtacız. Şunu iyi bilmeliyiz, bizi amacımızdan uzaklaştıran boş tartışmalar hiç bir yere götürmez. Götürmez diyoruz, çünkü böyle olduğunu düşünüyoruz. Bu düşünceye durup dururken varmadık. İster müspet zihniyet diyelim, isterseniz olumlu düşünüş biçimi; bunun üzerinde durmayı, günlük hayatta sık sık karşılaştığımız, bizi bazen birbirimize düşüren, bazen tartıştığımız meselelerin çözüme ulaşmasında engel teşkil eden bir olgu olduğu için ele almak istedik. Toplu yaşamak, şunu unutmayalım ki ister millet, ister milletlerarası, isterse aile veya grup olarak, ancak insanlar arasındaki mutabakat, yani karşılıklı anlayış, uyum içinde olmaya, bir noktada buluşmaya ve hoşgörü’ye, hakça doğrultuda bir inanca dayanan uzlaşma ile sağlanır ve ancak bunun sonunda mümkün olabilir. Gereken tam bir uzlaşma sağlanamıyor ise hangi mesele olursa olsun, anlaşmazlık konusu ne olursa olsun, onu hem çözemez, hem de birbirimizi karşı cephelerde, işin daha da kötüsü ve tehlikelisi “düşman” olarak görmeye başlarız.

“Birlik” Olmanın Rolü

Yurtta ve dünyada, geçen yüzyılın bütün insanlığı ilgilendiren belli başlı olayları, büyük savaşları ve çatışmaları şöyle veya böyle hayatın akışı içinde değişik görüş ve farklı düşünüş biçimlerinin giderek ya benimsenmeyişi ya da mevcut olmayışı yüzünden ortaya çıktı. Her seferinde yeterli, bizi sonuca götürecek olumlu bir uzlaşmanın gerçekleşmediğini üzülerek gördük. Hem kendi ülkemizde, hem de dünyada… Üstelik ilk Büyük Savaş, üst üste verilen mücadeleler, milletçe yaşanılan büyük bir felâkete sebep oldu. İnsanlığa büyük kayıplar verdiren iki büyük savaşı yaşamamızda, yalnız “hükmetme” ve “çıkar hesapları” olduğunu sananlar çok, hem de pek çok yanılıyorlar.

Gelişen teknoloji, artan bilgi birikiminin yanında insanlık ideali ile millet, milliyetçilik, millî birlik fikrinin gereken şekilde ve dikkatle öne çıkarılamaması, insana saygı, temel değerleri gözetme ve korumanın göz ardı edilmesi, her şeyden önemlisi ise, bilim verilerinin dikkate alınarak fertlerin olumlu düşünüş biçimine sahip olamamalarının bir sonucudur. Hem evren ve hem yurt çapında birlikte olmaları ve ortak hareket etmeleri, kendi yararlarına olan kişiler ve bütün bir insanlık, bir çatıyı paylaşan aileler, bir bayrak altında toplanan insanlar, bilim, sanat, siyaset toplulukları, kurumlar ve partiler gösteremedi önce bu birlik ve beraberliği…

Bir İnsanlık Ayıbı

Dünya gidişatında yine beraberliği ve uyumu sağlayacak, önceleri “Cemiyeti Akvam” ve daha sonra “Birleşmiş Milletler” gibi milletlerarası kuruluşları yönetenlerden çoğu, en başta ön ayak olanların bir bölümü, müspet zihniyete sahip, tarafsız kalamadıkları ve hoşgörülü olmadıkları ve yeri geldiğinde de bilim zihniyetiyle, anlayışla ve uzlaşma içinde hareket edemedikleri, etmedikleri için bütün bu kavgalardan ve bu iç çatışmalardan, kamplara bölünme, çıkar hesabı güden ittifaklardan kurtulamadılar, gereksiz parçalanmaları önlemekten uzak oldular. İlki, kısa bir süre sonra değerini, ikincisini de giderek gücünü yitirdi. Böyle bir durum, herhalde “insanlık” tan söz eden, “aydın” olduğunu söyleyen, iddia edenlerin ve bir tekâmül göstermesi gereken, ama gösteremeyen bütün “yönetici” kadroların utancı olmalıdır!
 

Orkun'dan Seçmeler