Ana Sayfa 1998-2012 Misak-ı Millî ve Kerkük

Misak-ı Millî ve Kerkük

“Kerkük” bir şehir midir? Topraklarında yaşayan toplumun kimliğini, geleneğini, kültürünü ifade eden bir simge midir? Sayın ağabeyimiz Sami Yavrucuk beyefendi, Orkun dergisinde yayınlanan yazılarımızdan Kerkük’ü daha yakından tanıma imkânı bulduklarını söylemektedirler. İltifatlarınıza, takdirlerinize teşekkür eder, sabah işlerine gittiklerinde bugün Türk için Türk dünyası için ne yapabilirim, gayreti, düşüncesi içinde olan, bana merhum Türkeş Beğ gibi Neficim diye hitap eden, can dostum ülküdaşım Sami Ağabey, Kerkük’ün Kürt olduğunu iddia etmektedirler. Hem de siyasilerimizin gözleri önünde. Halbuki:

Kerkük Misak-ı Millî sınırları içerisindedir, Kerkük Türk’tür, bütün Türk toprakları gibi sonsuza kadar da Türk kalacaktır.

Kerkük, Kerküklüler için tarifi mümkün olmayan mânevî değerde, güzellikte bir “ŞEY”dir, sudur, havadır, topraktır. Geleneğini, kültürünü, toplumunu, düşüncesini, benliğini ifade eder. “Men Kerküklüyüm” deyince ben Türk’üm, ata topraklarında Türk doğdum, Türk kalacağım, benim olan topraklarımda Türk olarak öleceğim demektir.

Kürtlerin, bizimdir diye iddia ettikleri, Kürdistan dedikleri diyarları gezin, araştırma yapın, bir tek yazı, üzerinde Kürtçe yazılı bir tek “Mezar” taşını göremezsiniz, Kerkük ve 3 milyon Türk’ün yaşadığı yerler, kimliklerini ortaya koyan sayısız örneklerle doludur.

Neden millî, yani Türk milletinin bir parçası olarak millî sınırlarımız içine alındı, alınmış? Sınırlarımız içinde olduğu, uzun tartışmalardan sonra kabul edildi, hem de bir “ahit” name (Misak-ı Millî) ile. Çünkü:

Osmanlı Devleti de o bölgelerin Türk toprakları olduğunu biliyordu, kayıtlarda öyle geçiyordu. FUZULÎ gibi birçok Türk’ün yetiştiği yerlerdi oraları.

İşte son Sadrazam Damat Ferit Paşa “âmâlini, ef’alini” eleştirecek durumda değilim, ama beni çok düşündüren 23 Haziran 1919’da Paris Barış Konferansı’na sunduğu 11 maddelik muhtırada, ki buna “Mudafaaname” denilmekte, Kerkük’ün millî sınırlarımız içinde olması gerektiğini bildirmiş. Muhtıranın 2. maddesinde: “Bir Türk vatanı tesisi labüddur”, dendikten sonra, “bunun hududu garben Gümülcine livası dahil olmak üzere ………… cenuben hudut Türk-Arap hattı fasil-i millîsi olan KERKÜK, Resulayn ve Halep’ten geçerek Lazkiye’nin şimalinde bulunan İbni Hani buradan da Bahri Sefid’e mülâki olacaktır. Bu hudut dahilinde kalan arazi paytaht-i saltanatı teşkil eden İstanbul ile beraber Wilson prensiplerine müsteniden TÜRK hâkimiyet-i millîyesi vatanı olacaktır” yazılmakta.

Türk olan Kerkük’ün, Osmanlı’nın Türk olmayan kayıp veya feragat edilen geniş toprakları içinde değil, kurulacak, tesis edilecek, Türk vatanı içinde olması gerektiğ ini bildirmeleri, 1924 ilk Kerkük katliamında, İngilizlerin dağıttığı bildirilerin Türkçe oluşu da, Kerkük’ün Türklüğünün kanıtlarından biridir.

17 Şubat 1920’de Osmanlı’nın son Meclis-i Mebusanı oy birliği ile 6 maddelik Misak-ı Millî’yi, “Hattı mütareke dahil ve haricinde” ki Türklerle meskûn toprakları bölünmez bir bütün olarak kabul etmiş, Arap topraklarından, bağımsız bir “TÜRKİYE” için feragat edeceğini dünyaya ilân etmiştir. Ulu önder Atatürk, Türklerle meskûn Türk topraklarını içine alan, bağımsız, millî bir Türk devletinin sınırlarını 1907’lerde tasarlamış, hattâ tespit etmiş, Kerkük’ü o günden beri millî sınırlarımız içine almış, Musul’u millî sınırlarımız içinde kabul etmiş.

23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 Erzurum, 4-11 Eylül Sivas kongrelerinde Türk millî sınırları Atatürk’ün 1907’de düşündüğü ve tasarladığı şekilde tespit edilmiş, kongreye katılanlar tarafından da kabul edilmiştir. 24 Nisan 1920 B.M.M.’sinde Atatürk “Millet bütün maksatlarında maddî ve hakiki düşüncelerinde ve ancak kuvvet ve kudretiyle temin edeceği hususlar üzerinde kendine yeni bir sınır çizmek üzere idi. İşte kongre bu sınırı çizmiştir, bir millî sınır çizmiştir…….. vatanımızın sınırı olacak bu sınır: Doğu sınırına elviyei selaseyi dahil ederek tasavvur (Kars, Ardahan, Batum) buyurunuz. Batı sınırı Edirne’den bildiğimiz gibi geçiyor. En büyük değişiklik güney sınırında olmuştur. Güney sınırı İskenderun güneyinde başlar, Halep’le Katma arasında Cerablus köprüsünde biten bir hat ve doğu parçasında da Musul vilâyeti, Süleymaniye ve Kerkük havalisi ve bu iki bölgeyi yekdiğerine kalbeden hat. Efendiler, bu sınır sırf askerî düşünceler ile çizilmiş bir sınır değildir, millî sınırdır. Millî sınır olmak üzere tespit edilmiştir. Fakat bu sınır dahilinde tasavvur edilmesin ki, İslâmî unsurlardan yalnız bir cins millet vardır. Bu sınır dahilinde Türk vardır, Çerkes vardır ve başka İslâmî unsurlar vardır……..” diyordu.

Bugünkü sınırımız Atatürk’ün plânladığı, ortaya koyduğu sınır yerine dağlardan, nehirlerden ve Türk bölgelerini dışarıda bırakan İngilizlerin isteği, dayatması doğrultusunda çizilen bir sınırdır.

Atatürk, 19 Mayıs ve 21 Ocak 1920’de iki taslak hâlinde hazırladığı Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin programı ve Misak-ı Millî taslağını Osmanlı Devleti’nin Meclis-i Mebusanı’na göndermişti. Taslağın 1.ci maddesinde: “Osmanlı Devleti ile İtilâf Devletleri arasında 30 Ekim 1918 tarihli mütarekenin yapılması sırasında sınırlarımız dahilinde kalan topraklar her noktada İslâm çoğunluğuyla meskûndur. Bu hayat-i umumiye Osmanlı memleketlerini teşkil eder ve fiillî ve hükmî hiçbir sebeple ayrılma kabul etmez, bölünmez bir bütündür. Arap memleketlerinin gelecekte alacağı şekil ve tayin hakkı Arap kavmine aittir”.

Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı 17 Şubat 1920’de Atatürk’ün önerileri doğrultusunda oy birliği ile 6 maddelik Ahitnameyi “haricinde” kelimesini ilâve ederek kabul eder.

Mütareke imzalandığı gün Kerkük ve Türk topraklarının bir kısmı İngiliz kuvvetleri tarafından işgal edilmişti. Atatürk’ün hazırlattığı taslakta mütarekenin imzalandığı günkü hattı, sınır olarak kabul etmiş olacaklar ki, Misak-ı Millînin 1.ci maddesinde geçen “mütareke hattı dahili ve haricinde, dinen, ırk’en, emel’en bir olanlar ayrılma kabul etmez bir bütündür”. (Haricinde), yani hattın dışında kalanların neden alındığını Rauf Beye sormuşlar, Rauf Beyin verdiği cevap: (Ahitte esas milliyettir, mütareke sınırı, bu milliyetler sınırını genel olarak göstermek vesilesiyle zikir olunmuştur. Bu şekide Türk olan SÜLEYMANİYE VE KERKÜK’te iddiamıza dahil oluyor, herkesin fikri bu merkezde olduğundan, fazla ısrarı münasip görmedik. Mütareke sınırına dair bir kayıt yoktur)

Kerkük’ü Kürdistan denilen uydurma topraklara dahil etmek isteyenlere Kerkük’ün Türklüğünün önemli bir kanıtı daha.

Misak-ı Millî 18 Temmuz 1920’de Ankara’da BMM.’sinde aynen kabul edilir. Bazı tarihçilerin, yazarların, meclis tarafından Ahitnamenin kabulünden sonra gerçekleşmesi için YEMİN edildiği rivayet edilmekte. Tartışma konusu ve bazı yazarlar tarafından yemin edilmediği her ne kadar söylenmekte ise de, BMM.’sinin 5 Mart 1923 dördüncü celsesinde Ali Şükrü Bey, konuşmasında ……. bendenizin bildiği millete karşı ahkâmına “ahit ve yemin” ettiğimiz Misak-ı Millî de bir hudutta vardır, demektedir. Yani yemin edilmiştir.

Musul-Kerkük bugünlerde tartışma konusu, 80 yıl sonra, güneydoğu sınırlarımızın tartışıldığı gibi.

27 Şubat 1922’de (1338) B.M.M.’sinde: Hüseyin Rauf Bey konuşmasında: “Musul meselesi vilâyat-ı şarkiye meselesidir, vilâyat-ı şarkiye tehlikeye düşerse Türkiye tehlikeye düşer. 80 yıl önce konulan bu teşhisin ne kadar doğru olduğunu bugün, Musul vilâyetinin (Musul, Kerkük, Erbil, Süleymaniye), yani coğrafî Kuzey Irak’ın bugünkü durumu karşısında yarattığı tehlikenin vatanımıza yansımadığını kimse inkâr edemez, görmezlikten gelemez, gelenler, Türk topraklarına yan bakanlardır, emelleri vardır, Abdullah Öcalan gibi kişilerdir.

Kimler yemin etmiş, vatanın, Türk yurdunun, Türk topraklarının bölünmez bütünlüğünün korunmasına, İsmet Paşa, Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşalar acaba yemin etmişler midir? Eminim Misak-ı Millî sınırları içindeki topraklarımızın bölünmez bütünlüğünün bugünkü tartışmaları bu ulu büyüklerimizin kemiklerini sızlatmaktadır, hele Atatürk, yeniden Samsun’a çıkma hazırlığı içinde midir? Anıtkabirinde Türk’ün asil kanını taşıyan gençleri yeniden Kuvay-i Millîye ruhu altında toplanmaya çağırıyor mu?

Sayın Genelkurmay Başkanım, ben de Türkmenim…. bir Kürt Devleti kurulacak olursa doğrudan müdahale edeceğimizi bilmenizi isterim, Wolfowitz’i uyarmanız, Türkmen nüfusunun Türkiye için çok önemli olduğunu belirten demeçleriniz Türkmenleri sevindirmiş, güvenlerini artırmıştır, SAMİ Beyler gibi Türklük şuuru ile kalbi dolu olanları ferahlatmıştır.

Sayın Paşam 27 Şubat 1922 yılında ilham kaynağımız, Mustafa Kemal Paşa hazretleri B.M.M.’si kürsüsünde: “Bugün suhuletle anlayabiliriz ki, MUSUL’u vermemekte ısrar ederek muharebeye dahil oluruz. Binaenaleyh MUSUL meselesini bir seneye kadar hâlletmek üzere tâlik edip sulha geçmek ve muharebeyi kabul etmemek kabil midir?… Fakat lüzum görürseniz bugünden Musul meselesini müspet veya menfî bir surette hâllederiz, menfaatimiz bunu iktiza ediyor buna karar verirsiniz, son kararınızı verirsiniz…. Efendiler arazi meselesi ve hudut meselesi Misak-ı Millî’nin malûm-i âliniz birinci maddesinin daireyi şümulüdür, Misak-ı Millî şu hat bu hat diye hiçbir vakit hudut çizmemiştir, o hududu çizen şey MİLLETİN MENFAATI VE HEYETİ CELİLENİN İSABETLİ KARARIDIR…….. Musul meselesinin hâllini muharebeye girmemek için bir sonraya talik etmek demek ondan sarfı nazar etmek demek değildir. Belki bunun istihsalî için daha kuvvetli olabileceğimiz bir zamana intizardır. Bugün sulh yaparız, bir ay sonra iki ay sonra Musul meselesini hâlletmek için kıyam ederiz….. (T.B.M.M. Gizli celse zabıtları. cilt-3.)

Atatürk, “Türk milletinin menfaati, vatanın bölünmez bütünlüğü, Musul meselesini hâlletmek için kuvvetli olduğumuz, zaman ve zemin elverişli olduğunda KİYAM ederiz, ondan SARF-I NAZAR etmiş değiliz” diyordu. Sayın Paşam durumu değerlendiren bu demeciniz gaflet içinde olan bazı siyasîlerimizi ümit ederim uyandırmıştır.

Kıyam günüdür, millî menfaatlerimizi, kimliğimizi, dilimizi, Kerkük’ü, Türklüğü koruma günüdür.

Daha önce kaçırılan fırsatlar bu defa kaçırılmasın ve uygulanan, uzağı görmeyen politikalar artık terk edilsin. ŞANLI ORDUMUN dirayeti sayesinde kaçırılmayacaktır. Kaçırıldığında Kürt Devleti’ne fırsat doğar, Güneydoğumuzun geleceği karanlık olur ve bütün Türk dünyası bundan zarar görür, Kerkük kayba uğrar, Misak-ı Millî bir defa daha kâğıt üzerinde bekler.

KAYNAKLAR

1- T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları cilt: 1, 2, 3, 4.

2- Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası. Doğu Perinçek.

3- İdealden Gerçeğe. Mustafa Budak.

4- Her Yönüyle Kürt Dosyası. Prof. Dr. Abdulhalûk Çay.

5- Nutuk. Cilt: 1, 2, 3.
 

Orkun'dan Seçmeler

Tan olayı

Budun, Millet, Ulus