DERGİMİZ ORKUN’un Temmuz 2003 tarihli 65. sayısında, değerli yazar Sayın Turan Kazanlı; Mirseyid Sultan Galiyev ve Millî Komünizm başlıklı yazısında, “… Ben ve Celâdet Moralıgil hariç, Orkun Türkçüleri; ABD’ye, AB’ye, IMF’ye ve küreselleşmeye karşı. Bunlara, komünistler de karşı.” diyor. Yazının genelinde, sağ ve sol görüşler arasındaki çizgilerin günümüzde iyice inceldiği ve hattâ kalktığı imâ ediliyor. Günlük hayatta, bu görüşü pekiştirecek başka örneklerle de sık sık karşılaşıyoruz.
Genel görünüm böyle olmakla birlikte, derinlere inildiğinde farklı bir manzara ile karşılaşılacağı şüphesizdir. Sağ ve sol görüşler arasındaki yakınlaşmayı, “Solcular da doğru düşünmeye başladılar.” şeklinde olumlu bir kalıpta yorumlayıp memnun olmak mümkün. Hâl böyle iken Türkçüleri; “ABD, AB, IMF ve küreselleşmeye karşı olanlar ve olmayanlar…”olarak gruplara ayırmanın, Türkçülere nasıl bir yarar sağlayacağını irdelemekte yarar umulabilir.
Sayın Kazanlı’nın yazısı kadar, yazının satır arkalarında ve aralarında kalan konular da önemli. Hattâ, “Arada ve arkada kalanlar, öndekilerden daha da önemli.” denilebilir. O konulara, yazının ikinci bölümünde yer verilecektir.
Sayın yazarın ve Sayın Celâdet Moralıgil’in, sözü edilen kuruluşlara hangi şartlarda karşı olmadıkları, diğerlerinin de niçin karşı oldukları konusunu derinleştirdiğimizde, ortak noktaların, ortak olmayan noktalardan daha önemli, ağırlıklı ve de çok olduğu anlaşılır. Vatan topraklarımızın bölünmez bütünlüğünün korunması, devletimizin bağımsız ve güçlü olması, milletimizin kendi değerleriyle hür ve müreffeh yaşaması konularında bir farklılığın söz konusu olmayacağı kesindir. Bu asgarî müşterekler temeli üzerine eklenecek daha pek çok konuda birleşilir. Ortak hedeflere ulaşma konusunda tercih edilecek metot ve tâkip edilecek yollarda, nüans ölçüsünde ayrılıkların olması tabiîdir. İnsanları, bir saat fabrikasının aynı markayı taşıyan ürünleri gibi görmemeliyiz.
Milletlerarası organizasyonlara üye olma konusuna gelince: Çağımızda insanlar gibi devletler de Robenson hayatı yaşayamıyorlar. Sosyal, kültür l, siyâsî, askerî ve ekonomik ilişkiler kurmak ve geliştirmek ihtiyacındadırlar. Bunlar, bilinen çok basit gerçekler. Konu; milletimize üstünlük kazandıran değerlerden arındırılıp bir köle gibi milletlerarası kuruluşlara üye olması noktasına gelince, Sayın yazarın, kendisine uygun gördüğü “… Karşı olmayanlar…”grubu ile diğerleri arasında hiçbir fark olmadığı gün gibi ortaya çıkacaktır.
“Birlikten güç doğar.” sözünün doğruluğuna inananlar, Komünistlerin ve emperyalistlerin “Parçala, böl ve yönet…” şeklinde özetlenecek taktikleri ile dâima mücâdele etmişlerdir. O hâlde, farklılıklardan ziyâde beraberlikleri ön plâna çıkarmak, daha yapıcı bir tutumdur.
•••
Sayın yazar bir cümlesinde; “Aydınlar Ocağı’nın başımıza sardığı Türk – İslâm Sentezi paradigmasında, niteliği gereği ‘millî’ olan Türklüğün, niteliği gereği ‘evrensel’ olan İslâm ile bağdaşmasının imkânsızlığı gibi…”diyor. Bu cümlesi ile ilgili dipnotta; “Gökte muhafaza olunan Kur’an’ın yeryüzündeki nüshâsı sayılan bir kitabın, bir noktasını bile değiştirmek kuramsal olarak mümkün sayılmayacağına göre, bir sentezden nasıl söz edilebilir?” Türklük, Müslümanlar açısından bir Dar-ül Harp alanıdır!” diyor.
Burada; Türklüğün İslâm ile bağdaştırılması sözü ile neyin kast edildiği tam bilinmemekle birlikte, bir insanın hem Türkçü, hem de Müslüman olamayacağı şeklinde bir iddia olarak yorumlamak mümkün. Bu yorumlama hatâlı değilse, yorumun kendisinin hatâlı olduğu söylenebilir.
Gerçekten çevremizde, Türkçülükle İslâmiyeti kendi şahsında birleştiremeyen katı duruşlu ve genellemeye sığdırılamayacak kadar az sayıda kişiler bulunabilir. Ancak onların, kendisi gibi düşünmeyenlere, herhangi bir duruşu dayatmaları, taraftar toplama gayretinin ötesinde bir anlam ifâde etmez.
Kur’an-ı Kerim’in muhafaza edildiği yer ve Türklüğün dar-ül harp alanı olduğuna ilişkin sözleri, İslâmî gerçeklerle bağdaştırmak doğrusu çok zor. İslâmiyet ile ilgili bilgileri henüz yeterli seviyeye ulaşmamış ve fakat İslâmiyete saygılı olan kişiler üzerinde yanıltıcı ve olumsuz etkiler oluşturabilir. Bizler, Orkun Dergisi yazarları olarak, bildiğimiz her doğruyu yazamıyor olsak bile, yazdıklarımızın mutlaka doğru bilgiler olması konusunda titiz davranmak mecburiyetindeyiz.
Sayın Kazanlı, Kur’an-ı Kerim hakkındaki bilgilerini gözden geçirmek imkânını bulabilirse, görecektir ki, İslâmiyet, sanılanın aksine bir kavme mensup olmayı reddetmez. Bir başka ifâde ile, İslâmiyetin reddettiği, bizim Türklüğümüz ve Türkçülüğümüz değildir. Daha açık söylemek gerekirse, İslâmiyet bize; “… Türkçü, Türk milliyetçisi olamazsınız” demiyor. Bu ifâde, şahsî bir değerlendirme olmayıp Kur’an-ı Kerim âyetlerine ve Hadis-i Şeriflere dayanılarak konu ile ilgili âlimlerin vardığı bir ortak hükümdür. Konunun detayına inmek, bir makale çerçevesine sığdırılamaz. Türkçülük ve İslâmiyeti, biri birinin karşıtı olarak göstermek bir algılama hatâsıdır, yanılmadır. Türklük ve İslâmiyeti, bir kuşun iki kanadı olarak düşünmek daha mantıklı bir yöntem olarak değerlendirilebilir. Böyle bir değerlendirmeden kimse zarar görmez. Aksine, bu iki kavramdan birine öncelik verenler, her iki kavramın da karşısında olanların işlerini kolaylaştırırlar.
Üzülerek görülmektedir ki, Türk olduklarından şüphe edilemeyecek az sayıdaki bâzı kişiler, Müslümanlıklarını ön plâna çıkarmak amacıyla, Türk olduğunu unutmuş görünebilmekte ve hattâ fırsat buldukça inkâr yoluna gidebilmektedirler. Bu davranış ne kadar yanlış ve zararlı ise, Türkçülerin İslâmiyetten soyutlanmasını dayatmak da o ölçüde tehlikelidir. Türklük, bir mensubiyet meselesidir. İslâmiyet ise yaşayış biçimi ve inanç konusudur. Türklüğünü gururla haykıranlarla, Müslümanlığını hamd ile ikrar edenler, biri birlerine daha saygılı olabilirlerse, her iki taraf da kazançlı çıkar.
Sayın Turan Kazanlı’nın yazısının asıl konusu olan Sultan Galiyev’e gelince: Sayın Kazanlı ‘millî Komünizm’ ifâdesinden etkilendiğini belirtiyor. Haklıdırlar. Böyle bir ifâdenin doğruluğu tartışılabilir. Gerçekte, böyle bir kavram, böyle bir ideoloji ve düşünce sistemi, doktrin olarak da uygulama olarak da bilinen bir olgu değil. Sayın Kakınç’ın, gerçeklerle ilgisi ve doğruluğu tartışmalara açık bir tercihi olmalı.
Sultan Galiyev’in hem Türkçü, hem de komünist olması, O’na izâfe edilen ideoloji kadar şaşırtıcı bulunmayabilir. Kişileri ve olayları, kendi dönemlerine ve o dönemlerin şartlarına göre değerlendirmek, kişileri daha iyi anlamamıza yardımcı olur.
Sultan Galiyev, samimî bir Türkçü idi. Bunda kimsenin şüphesi olmasa gerek. Aynı zamanda Türk milliyetçisinin karşı olması gereken beynelmilelci bir ideale hizmet ediyordu. Bugün bulunduğumuz noktadan bakınca, bunun mümkün olamayacağını düşünüyoruz. O günün şartlarını göz önünde bulundurduğumuzda, Sultan Galiyev’in başkaca bir seçeneğinin olmadığını anlamak çok da zor olmayacaktır. Komünist olmayan bir insana yaşama hakkı tanınmayan bir rejimde, Sultan Galiyev, akıllı davranmıştır.
Özetle Sultan Galiyev, hakkında yoğun spekülasyonlar yapılmış, incelenmesi gereken, dikkate değer bir önemli şahsiyettir. Hakkındaki rivâyetler boldur. O’nunla ilgili yorumlar geniş bir yelpazeye yayılmıştır. Büyük bir bölümü ise ya maksatlı veya derinliksizdir. Galiyev hakkında düşünen, araştıran, ulaştıkları bilgi ve sonuçları kamuoyu ile paylaşanların sayısı arttıkça, o büyük şahsiyeti daha iyi anlama imkânı bulacağız. Bu bakımdan Sultan Galiyev hakkında kitap yazan Halit Kakınç’a ve kitap ile ilgili görüşlerini kaleme alıp bizlerle paylaşmak lûtfunda bulunan Turan Kazanlı’ya teşekkür borcumuz vardır.
Kazan Türklerinden Renat Muhammed’in Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tarafından yayınlanan Sırat Köprüsü ve Sultan Galiyev isimli eseri bu konudaki en önemli kitaplardan biridir. Renat Muhammed bu eserini; 1989’da açılan KGB arşivlerini inceleyerek, Galiyev’in sürgün günlerinde kaldığı kasabaları gezerek, konulduğu hapishâne ve kapatıldığı hücreleri dolaşarak hazırlamıştır. Özellikle yıllarca; Moskova, Pekin, Tiran, Küba ve Hanoi’de, Lenin, Mao, Enver Hoca, Castro ve Ho Şi Mihn’in şahıslarında kendilerine tapınak arayan materyalist Türkiye solcuları sağlam bir omurgaya, haysiyetli bir fikrî yapıya sâhip olmak istiyorlarsa, Sultan Galiyev’i kendilerine örnek almalı, fikirlerini günümüze uyarlamalılar.