Büyük devlet ve fikir adamları halkın gönlünde her zaman sevgiyle yaşadıklarından büyüktürler. Onlar için resmî olarak herhangi bir anma törenine veya hâtıralarını canlı tutma çabalarına bile gerek yoktur. Çünkü milletin içinden çıkan ve millet tarafından bağırlarına basılan bu insanların unutulması imkânsızdır. Türk milleti tarihine ve millî değerlerine daima sahip çıkmasını bilmiştir.
Son zamanlarda, Türkiye’de hepimizin şahit olduğu bazı konularda pek çok yanlış yapılmaktadır. Bunlardan bir tanesi de; bir zamanlar bu ülkeyi başka bir devletin siyasî hâkimiyetine sokmak için gizliden veya açıktan çalışmış bazı insanların, maalesef devletin birtakım organları ve şahıslarınca himaye edilmeleri, hatta millî kahramanlar seviyesine çıkarılmaya çalışılmalarıdır. Herkes çok iyi biliyor ki, millî kahraman olmak o kadar kolay değildir. Aslında burada millete ve devlete ihanet etmiş insanları ön plâna çıkararak kendilerine birtakım çevrelerden menfaat temin etmeye gayret eden kişiler ucuz kahramanlık yapıyorlar. Uç noktalardaki söz veya hareketleriyle, bu insanlar kendilerinin reklâmını yapmak istiyorlar. Hoş, son zamanlarda, demokrasiydi, insan haklarıydı ve Avrupa Birliği’ne girme gibi bazı izafî sebeplerden dolayı önüne gelen herkes devletin ve ülkenin millî bütünlüğüne, Cumhuriyet’in temel ilkelerine, toplumun gelenekleriyle göreneklerine ve her şeyden öte Türkiye Cumhuriyeti’nin aslî unsuruna ağıza alınmayacak lâflar ve hakaretlerde bulunmaktadırlar.
Dünyanın hiçbir yerinde Türkiye’den başka, bu kadar çok milliyetin ve ırkın tartışma konusu yapıldığı bir ülke yoktur. Kendilerini en demokratik devlet olarak gören ülkelerde bile milliyet ve ırk tartışmalarına bu şekilde taviz verilmez. Çünkü Türkiye dışındaki bütün ülkelerde devletin aslî unsuruna dil uzatmak suçtur. Onun için kimse sesini çıkarmaya cesaret edemez. Ama, Türkiye öyle mi? Bu ülkenin ve devletin kurucusu olan Türk milletine ve Atatürk’e herkes dil uzatma küstahlığında bulunuyor. Bu hakaretlerde bulunanlara kimse bir şey yapmadığı gibi, bir de demokrasi kahramanı ilân ediliyorlar.
Her devletin yer aldığı bölge ve sosyal şartlara bağlı olarak çıkarmış olduğu yasalar ve temel ilkeler vardır. Hiçbir ülkenin millî yapısı bir başkasıyla kıyaslanamaz. İşte bunları göz önünde bulunduran ülkeler, ayakta durabilmek için bu şartların çiğnenmesine, kurulu sosyal düzen ve millî birlik konusunda fazla oynanmasına müsaade etmez. Zaten bir devletin temel taşlarını yerinden oynatmaya kalktığınız takdirde, derhal yıkılacağı şüphesizdir. Ancak yukarıda da belirttiğimiz üzere son yıllarda Türkiye Cumhuriyeti’nin millî bütünlüğünü tehdit eden pek çok söylemle karşı karşıya kalmaktayız. Bunlardan birisi de, mozaik zorlamasının ardından, federasyon teranelerinin zikredilmesidir. Yıllardır üzerinde ısrarla durulmasına rağmen, Türk milleti mozaikliği kabul etmedi. Şimdi de Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ekonomik problemler ve sosyal buhranlardan dolayı Türkiye’nin bir federe cumhuriyet olması yolunda özellikle Batı’dan da destekli telkinlerde bulunuluyor.
Çok şükür ki, şimdilik Türkiye’nin dışarıdaki ve içerideki düşmanları Alevî Türklerle, Sünnî Türkleri karşı karşıya getiremediler. Bu hususta büyük bir gayretkeşlik içerisinde oldukları hâlde, Türk milleti tarihte yaşamış olduğu birtakım hâdiselerin farkında olduğundan bu oyuna gelmiyor. Çünkü, neticede fatura asil Türk milletine ödetilecektir. Ancak bugün yüzlerce yıldır beraber yaşayıp, hemhâl olduğumuz bir grup vatandaşımızı bizden ayırarak veya onların ayrı bir millet statüsünde değerlendirilip federe bir cumhuriyet kurmaları yolunda kandırılarak ileride başımıza yeni belâların açılabileceğini göz önünde bulundurup, hazırlıklı olmalıyız. Maalesef bir de, atalarımın kan dökerek, can vererek kurmuş olduğu Cumhuriyette, kendini bilmez birkaç politikacının oy kaygısı yüzünden, şu günlerde Anayasamıza ikinci bir dil daha sokulmak istenmektedir. Buna “yörük kesesinden mal bağışlama” denir. Bugün belki herkesin gidebileceği bir yer olabilir, ama benim Türkiye’den başka yaşayabileceğim bir toprak yok. Bu vatan için benim atalarımın çoğu Çanakkale’de kaldılar. Bu ülke benim diyebiliyorsam, zamanında büyük bedeller ödemişim. Kimse bedelini ödemeden bir şey yapamaz, bir şeye sahip olamaz. Geleceği düşünmeden kimse ileri-geri konuşmamalıdır. Ufacık göz yummalar ve tavizlerle Türkiye’nin başına örülmedik çorap kalmadı. Bugün gayet safiyane olarak, milletin gözünün boyanması suretiyle talep edilen şeylerin ambalajının içerisinde Türkiye’nin millî bütünlüğünü tehdit eden istekler yatmaktadır.
Bizim dilimiz döndüğü kadar, yukarıda işaret ettiğimiz bu meseleleri, büyük Atatürk daha Cumhuriyet kurulurken görmüş ve ona göre tedbirler almıştı. İşte Mustafa Kemal bunun için büyüktür. Geleceği görebilmiştir. Cumhuriyet’in temelini bu yüzden çok sıkı ilkelerle ördü. Ama her zaman olduğu gibi Onun ölümünden hemen sonra bir gaflet uykusuna daldık. Atatürk’ün bize yapmamız yolunda tavsiyelerde bulunduğu şeyleri yapmamaya, binbir güçlükle kurduğumuz bu Cumhuriyeti sanki sözleşmişçesine kendi ellerimizle sallamaya başladık. 3 Mayıs Türkçülük Hareketi’nin önde gelen simalarından Nihâl Atsız da Türk Devletinin başına gelebilecek tehlikeleri önceden görmüş, buna bağlı olarak devlet adamlarını ve aydınları uyarmaya çalışmış ve bunları yaparken de Türkiye’nin ve Türklerin düşmanı pek çok çevreden eziyet ve cefa görmüştür. Bu yüzden Atsız Beg de büyüktür.
Türk Dünyasının günümüzdeki tartışılmaz mânevî önderi Atatürk nereye giderseniz gidin bilinir ve sevilir. O, aynı zamanda aydın bir liderdir. Şehirdeki insandan, dağdaki çobana kadar herkesin gönlünde karşılıksız bir Atatürk sevgisi vardır. Çünkü bu samimî ve saf insanlar bilirler ki, Atatürk sadece Türkiye’nin değil, bütün Türk dünyasının iyiliğini istemiş ve bunun için çalışmıştır. Daha 1933’te: “Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilir. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lâzımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Mânevî köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür… İnanç bir köprüdür…Tarih bir köprüdür”, diyordu. Kimsenin hayâl dahi etmediği bir sırada, O Türk milletinin en büyük düşmanlarından birisi olan Sovyet-Rus imparatorluğunun çökeceğine işaret ediyor; daha sonra bazı sahte kahramanlar da kendi tanrıları olan Sovyetlere kaçıp, oradan dünyayı kurtaracaklarına inanıyorlardı. Sovyetler dağıldı, arkasında kan ve göz yaşı bıraktı. Çok komik ve aptalca bir söz fakat, yıllarca öncesinden uyarılmamıza rağmen biz “hazırlıksız yakalandık”. Hazırlıklı olmamız gerektiğini söyleyenlere neden kulak vermedik? Nihâl Atsız Beg, 1934’teki bir yazısında; “Almanların şimdiki davâsı, Rus tutsaklığındaki Doğu Almanya’yı kurtarmaktır. Arkasından sıra yine Avusturya ile birleşmeye gelecektir” diyordu. Dedikleri gerçek olmadı mı? İşte iki Almanya İkinci Dünya Savaşı’nın tam tersine hiç kan dökülmeden birleştiler. Avusturya ile Almanya’nın sınırları ayrı gözükse de, neticede her konuda birlikte hareket ediyorlar. Sanki tek bir devletmiş gibi.
Günümüzde ucuz kahramanların türediği, Türk milletinin ve devletinin geleceğine zerre kadar katkıları olmayan insanların el üstünde tutulduğu, hattâ bir zamanlar vatanını başka ülkelerin hegemonyasına sokmak için çalışan kişilerin kahraman edildiği bir çağda, Atsız gibi bütün ömrünü Türklüğün uyanması, yeniden kükremesi için harcamış insanları unutturmaya çalışmak akla ve mantığa sığmamaktadır. Öyle bir hâle geldik ki, basın-yayın organlarından takip ediyoruz, Atatürk gibi büyük bir kişiye hakaretler ediliyor, maalesef kimsenin kılı kıpırdamıyor. Buna karşılık Türk’ün tarihi, kültürü, örf ve âdetleri ayaklar altına alınıyor; alay ediliyor. Sanat ve sanatçılıkla zerre kadar ilgisi olmayan insanlar göklere çıkarılmaya çalışılıyor. Atsız Beg’in bir sözü vardır: “Hayatta bir defa şerefsiz olmuş insan, bütün ömrünce şerefsizdir”. Bugün, işi Türk milletine ihanet derecesine kadar vardırmış ve pek çok kötülüğü dokunmuş insanların varsa eğer bir müsbet yönlerinin üzerinde durularak, aklanmaya gayret edilmektedirler. Tabiî ki, toplumun millî değerlerinden ve ülkülerinden uzaklaştırılarak, vurdum-duymaz bir hale getirilmesi iyi bir şey değildir. Bunlar sıradan şeylermiş gibi geçiştirilemez. Kafamızı kaldırıp ne olup-bittiğine bakıp dikkat etmeliyiz. Benim ülkem, benim devletim, benim bayrağım, benim dilim söz konusu olduğunda bana danışılmalı; parası olanlara, holding sahiplerine veya sırtını birtakım kuruluşlara dayayanlara değil. Üç-beş kişinin kararı ve tasdiğiyle bazı şeyler oldu-bittiye getirilemez.
3 Mayıs gibi günlerde meydana gelenler, Türk milletinin kendi bağımsız kaderini belirlediği zamanlar olduğundan, tarihî önemi olan hâdiselerdir. Elbette ki bu günler anılacak, unutulmayacak; fakat Türk milliyetçileri tamamen tarihte de kalmayacaklar. Onlar Türk milletinin ve devletinin meselelerini en iyi bilen kişiler olduğundan, çözümleri de ancak bunlar üretebilir. Geçmişi değerlendirip, gelecekte ne yapılmasını da Türk milliyetçilerinden başka kimse iyi bilemez. Bu yüzden üzerlerine düşen yük çok fazladır. Onlar, hiçbir maddî karşılık beklemeyen, ün kaygısı olmayan adsız kahramanlardır.
Büyük insanlar çok sık dünyaya gelmez. Onları millet ve tarih yaratır. Bugün Atsız Beg de Türk tarihindeki yerini aldığı gibi, yüce Türk milletinin gönlünde taht kurmuştur. Karşılıksız olarak sevdiği, onun uğrunda yaşayıp-öldüğü milleti de onu karşılıksız olarak bağrına basmıştır. Yıllar geçecek, asırlar dönecek Atatürk, Atsız ve Elçi Beg gibi insanlar asla unutulmayacaklar. Ama sahte kahramanları ve ideolojik aktörleri Türk milleti hatırlamayacak bile.