Tarih bilimi, günümüzde her ne kadar masalsı anlatılarla dolu, sosyal bilimin herhangi bir kolu gibi görünse de tarihî olayların oluş biçimleri ve sonuçları iyi okunduğu takdirde bugünün modern insanına olacak olan olaylar ve doğuracağı sonuçlar hakkında fikir yürütme fırsatı sağlar. Bu bakımdan bugünün sosyal, siyasî, ekonomik olaylarının temelleri şöyle ya da böyle geçmişin karanlık sayfalarında yatar. Bu bağlamda bugünün olaylarını incelerken geçmişe atıf yapmak bir zorunluluktur.
Tarih boyunca hemen her dönemde devlet ya da imparatorluklarda iç ve dış çekişmeler olagelmiştir. Bu çekişmelerin, sebeplerini, oluş biçimlerini ve sonuçlarını incelemek ve araştırmak dünü, bugünü ve yarını anlamak için bir gerekliliktir. Şüphesiz bu arada ortaya bir çatışma alanı çıkmaktadır ve bu alanda tarafların yer aldığı görülür. Modern zamanlar öncesi hemen her devlette olduğu gibi Türk devletlerinde de bu tür temel çatışma alanları olmuştur. Bu çatışmaların temelinde merkez-çevre ilişkisinin yattığı görülür. Merkezi temsil eden hükümdar odaklı yönetim kadroları ile çevreyi temsil eden muhalif unsurların mücadelesindeki tek amaç, iktidarı ele geçirmektir. Merkez bu mücadelede meşruiyetini gerek hukukî gerek dinî gerekçelerle, gerekse zorla elinde bulundururken merkeze karşı çevreyi temsil eden muhal if unsurlar ya daha önceleri bu merkezde yer almış, ya her hangi bir şekilde merkezden nemalanmış ya da bu fırsatı hiç elde edememiş guruplar oluşturmaktaydı. İktidarı ele geçirme amacı muhalif çevrenin ortak paydasıydı. Bu amaç için günün koşulları gereği hanedana mensup olan ya da olduğu iddia edilen şehzadelerin varlığı bu savaşı körükleyen en önemli etkenlerdendi. Bir şekilde ortaya çıkan ya da çıkarılan bu hanedan üyelerinin ekseninde gelişen olaylar zinciri merkez-çevre mücadelesinde bazen iç savaşlara kadar giden bir sonuç doğuruyor, bazen de devletlerarası ilişkilerin belirleyici unsuru oluyordu. Merkez-çevre mücadelesinin temelinde yöneten ile yönetmek isteyenlerin siyasî çıkar ve ekonomik nemalanma arzuları yatmaktaydı. Doğal olarak bu çekişmede propaganda, merkeze karşı taraftar bulma çabası içerisindeki çevrenin en önemli silâhı durumundaydı. Bu çatışmayı meşru kılan argümanlar geliştirmek de kaçınılmaz reelpolitik bir durumdu.
Merkez ve çevrenin çatışma alanlarının aslında bugünün olaylarını tahlil etmede modern insana sağladığı sonsuz fırsatlar vardır. Olaylar arasında kurulabilecek ilişkiler bugünün sorunlarının neler olduğunu da en iyi biçimde ortaya koyar. Sorunun bilinmesi çözümü kolaylaştırıcı en önemli anahtardır.
Türk toplumunun on dokuzuncu yüzyıldan itibaren başlayan modernite mücadelesi sonucunda gelinen yeni durum, merkez-çevre ilişkisinin de farklı bir boyut kazanmasına yol açtı. Tarihî süreçte merkez-çevre ilişkisi olarak adlandırılan mücadele bu zamandan sonra artık iktidarı elinde bulunduran modernite ile buna karşı mevzilenen gelenekçi gruplar arasında şekillenmeye başladı. Bu bakımdan demokratik yollarla iktidarı ele geçirenler modernite taraftarlığı safına geçerken, ona karşı çevreyi temsil eden muhalifler için ise birleşme alanı gelenekçilik olmaya başladı. Dolayısıyla tarihî süreçte merkez-çevre ilişkisi olarak adlandırılabilecek mücadelenin adı modern zamanlarda modernite-gelenekçi hâlini aldı. Günümüzün mücadele alanı içerisinde bu kavramlar bazen sağ-sol, bazen laik-laik olmayan, bazen, sünnî-alevî, bazen sivil-asker, bazen Türk-Ermeni ve bazen de Türk-Kürt ayrımcılığı ile özdeşleştirilmeye çalışılmaktadır. İktidara karşı mevzi kazanmak isteyen muhalif unsurlar, bahsedilen çatışma alanlarından bazen birinden bazen de birkaçından faydalanma yoluna başvurmaktadırlar. İktidarın nimetlerinden faydalanmak için bazen oyunun kuralları oyun esnasında değiştirilmekte modernite taraftarları ile gelenekçi taraftarlar arasındaki çatışmalar körüklenmekte, toplum kamplara bölünmeye çalışılmaktadır..
Klâsik anlamda dış güçler olarak adlandırılan ve bu çatışmada taraf olan devletlerin çıkarları bu uğurda emperyal hayâllerini gerçekleştirmelerinde yatar. Bu emperyal amaçların temelinde de çatışma yaratılan alanda çatışmanın sağladığı fırsatlardan yararlanmak ve böylece devleti postmodern bir yöntemle içten çökertme veya ele geçirme düşüncesi yatmaktadır. Bu amaçla yukarıda verilen çatışma alanlarından yararlanırlar ve toplumun hassas noktalarında bu kozlardan birini veya birkaçını kullanarak çatışmaları körüklerler. Bu körüklemenin yaratacağı kargaşa ortamlarında ortaya çıkan durumdan kendi amaçları doğrultusunda faydalanırlar. Bu bakımdan merkez-çevre ya da modernite-gelenekçi çatışmasının yaşanmasında iç dinamiklerin devleti ele geçirme stratejileri ile dış dinamiklerin devletin çökertilmesine ya da taraftarlarının iktidara getirtilmesine ilişkin uygulamaları ters orantılı olarak birbiriyle örtüşür ve gelinen durumdan en büyük zararı yine bu çatışma alanında yer alan toplum ve o toplumun sahip olduğu devlet görür. Bu bakımdan hem toplumun hemen her ferdi hem de merkezi oluşturan iktidarın bu konuda daha duyarlı davranması, olası çatışmaları en aza indirecek, böylece iç ve dış dinamiklerin muhalif hayâllerini boşa çıkaracaktır. İsteyerek ya da istemeyerek de olsa yaşanılan bu hassas süreçte herkese büyük görevler düşmektedir.