Fazıl Say ülkeden ayrılacak mı?
Mahalle baskısında son durum.
DTP’liler PKK’yı terör örgütü olarak ilan edecekler mi?
Orhan Pamuk ne zaman siyasi parti kuracak?
Genel af ne zaman çıkacak?
Yeni sevgilisi Sarkozi’yi ne zaman aldatacak?
Cemil İpekçi türban sorununu çözer mi?
Derken bir de araya medeniyetler ittifakı girdi. Şimdi şunu sorgulamamız gerekiyor: Acaba Türkiye bu ittifakı gerçekleştirebilecek mi? Her şeyden önce şunu çok iyi anlamalıyız ki; medeniyetler ittifakı fikrini ortaya atan Batı dünyasının; temelde özgeci olduğunu ve kendini özgürlük ve demokrasi gibi leke sürülmeyecek amaçlara adadığını kabul etsek bile, şüpheci bir tavır takınmak için yeterince neden vardır. Sovyetlerin bir zamanlar Afganistan’ı işgali “Tam bağımsız ve demokrat” olma sebebiydi, tıpkı bugün Irak’ın özgürleştiriliyor oluşu gibi. Nasıl ki, İngilizlerin, yıllarca Arap devletlerine, bağımsızlık vaatlerinde bulunarak bu bölgeyi, sömürdüklerine tarih şahit olmuşsa, Napolyon’un Mısır’a, uygarlığın taşıyıcısı olarak girmesine ve bölgeyi nasıl bir boğuntuya uğrattığına da şahit olmuştur. Zira Batı medeniyetinin bu günkü savunucusu durumundaki ABD’de de aynı düşünce, Orta Doğu’da uygulanmaktadır. Çünkü ABD’li yöneticiler kaderlerinin dünyayı yönetmek ve ona liderlik etmek olduğunu, bunu diğer ülkelere giderken kend ilerine biçtikleri rolün bir parçası olduğunu varsaymıyorlar mı? Temelde kurtarıcı rolündeki Batı’nın bu misyonla, asıl amacının sömürgecilik olduğu geçmiş dönemdeki tecrübelerden anlaşılmaktadır. “Medeniyetler ittifakı”nda partnerimiz olan İspanya’nın kovduğu Yahudilerin, bizim topraklarımızda soluklandıklarına değinmeye gerek yok; bu tip örnekler çoğaltılabilir.
Medeniyetlerden hareketle bir özgürlük ve kölelik tarihi yapma veya İslâm coğrafyasında şu anda akan kanın bizatihi kelimelerden daha kuvvetli bir şekilde tanıklık ettiği her cinsten kanaatlerin, ön yargıların, Batıl itikatların, inançların tarihini yapma imkânı ortaya çıkarmaktadır.
İnsanlık tarihinin bir coğrafya parçasına bir bayrak dikip “İşte burası benimdir.” deme mücadelesinden ibaret olduğu dikkate alınırsa, felsefecilerin pek derinlemesine inceledikleri “öteki” kavramı ve söz konusu kavramın anlam alanının gereği olarak bazı ikazların, beğenmeyişlerin anlaşılması mümkündür; ancak sözünü ettiğimiz bakış açısı, imayı, ikâzı değil doğrudan “imha”yı metot olarak kullanıp bu doğrultuda amaç ve aracı birleştirmiştir. Zira bir kişi ya da toplumun gerçek değerini, kendi kendine karşı hissettiği duygular belirler. Kendine karşı farklı başkasına karşı farklı adalet anlayışı gibi çifte standartlar sonucunda, Afganistan, Irak, Kudüs ve bütün Ortadoğu, “çatışma alanı” haline gelmişken; Samuel Huntington’un, çatışma üzerine kurulu olan ve dayanağını önemli ölçüde emektar Oryantalist Bernard Lewis’in ideolojik rengini daha adından ortaya koyan “Müslüman Öfkesinin Kökenleri” isimli 1990 tarihli makalesinden hareketle ortaya koyduğu tez bir yandan tartışılırken, Medeniyetler İttifakı da nerden çıktı? Diye haklı olarak soranlar olacaktır elbet.
Ancak akla gelen ilk soru; menfaatleri çatışan medeniyetleri, nerde ve hangi konuda uzlaştıracaksınız? Dahası kime karşı ittifak oluşturacaksınız?
Teorik ve ideal olarak kulağa hoş geliyor olsa da, medeniyetler ittifakı, uzun vadede pek gerçekçi görünmüyor. Çünkü sizin “medeniyet” dediğiniz nihayetinde “siyaset” alanı. Ve siyaset alanları kolay kolay “uzlaşma”ya da “ittifak” alanları olmaz. Hele de uluslararası arenada.
Fazla uzağa gitmeden; 11 Eylül saldırılarından sonra Batı’da yeniden su yüzüne çıkan tarihsel şuur, Batı’nın Doğu ile ilgili ön yargılarını daha da güçlendirdi. Amerika Birleşik Devletleri(ABD) Başkanı W. Bush’un Haçlı Seferleri’ni çağrıştıran hatta bir keresinde telâffuz etmeğe kadar varan açıklamalar yapması, İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi’nin, Batı medeniyetinin üstün olduğuna dair beyanatları ve hatta barbara medeniyetin zorla götürülmesi şeklindeki dil sürçmeleri(!) sonrasında Irak’ta gerçekleştirilen özgürleştirme operasyonu, Kuzey Osetya olayları ve son perde de Papa 16. Benedict’in sahneye çıkması… Asırlardır sebepler ve sonuçlar, araçlar ve amaçlar değişse de söz konusu misyon hep aynıdır ve herkes için de aynı kalacaktır. Açıkça zikredilmese de bir ima, bir tariz, bir telkin, bir kinaye hiç olmazsa Papa’nın son konuşmasındaki gibi bir atıf emrinize her dem amadedir.
Batı’nın, İslâm’a dair hissiyatını önyargılar mı oluşturmuştur yoksa zaten var olan bir hâlin uygulamasındaki değişikliğe uğramış bir adlandırma mıdır Medeniyetler İttifakı! Bilinmez. Ama bu konuda kafa yorarken öncelikle eğilinmesi gereken husus budur. Yoksa bu meseleye getireceğimiz çözümler, Batılılara insan zekâsıyla alay ettirme sebepleri olmaktan öteye geçemeyecektir. Bu tür misyon çalışmaları zaman zaman akademik bir maskeye bürünmekte ve Doğu milletlerine sorunlarının tek çözüm çaresi olarak sunulmaktadır;
Şu nokta-i nazar hiçbir zaman unutulmamalıdır ki; İstanbul’a Çemberlitaş’ı inşa edip onun sütunları üzerine Konstantin’in heykelini dikip Güneş Tanrısı olarak onu ilan eden bir medeniyet ile buna karşılık aynı coğrafyada; Selimiye, Eyüp Sultan ve Süleymaniye mimarisini inşa edip Allah’a secde eden bir medeniyetin; kendisini Tanrı olarak ilan eden medeniyetle ortak bir payda da buluşma noktası yoktu