Ana Sayfa 1998-2012 Laik Türkiye’de şeriat mahkemesi

Laik Türkiye’de şeriat mahkemesi

Olacak şey değil. Lozan Antlaşması ve TÜRKİYE’nin yasaları deliniyor ve bazıları bunun kendi işlerine de yarayacağını düşünerek sinsice bu plâna sessiz kalıyorlar. Alın size Patrikhane örneği..Patrik son dönemlerde ABD’nin, Avrasya’da ve tabii ki Moskova’da üstünlük kurma çabalarına karşı dolu dizgin desteklendiğinin farkında olduğu için buna elinden gelen yardımı veriyor. Kudüs Patriğini resmen mahkeme oluşturarak ihraç edenler, sorulduğunda “toplantıydı o” diyorlar ve bizim dışişlerimiz de toplantı olarak kabul edip tehlike yok diyor. Oysa bilmiyorlar ki; Osmanlı Devleti’nin yıkılma nedenlerinden birisi de işte bu çokhukukluluktur. 1990’lı yılların başında Refah milletvekili Bahri Zengin’in dile getirdiği çokhukukluluk kavramının nasıl üniter bütünlüğe, bağımsızlığa ve egemenliğe zarar verdiği, özellikle Taha Akyol’un da katkılarıyla ortaya çıkarılmıştı. Devletin yargılama yetkisini kaybederek dinî cemaatlere ve ruhanî kurumlara bırakmasının başlangıcı sayılabilecek olan bu girişim, eleştiriler sonucunda başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

Ama köprüden çok sular geçti, geldik 2000’li yıllara.. Yine bazıları bunun kendi amaçları doğrultusunda lehlerinde olacağını görerek, 1990’lı yıllarda yapamadıklarını tekrar gerçekleştirme yolundalar ve bunu da yine AB kapsamında dışarıdan da gelen destek ve diretme doğrultusunda Fener Rum Patrikhanesi üzerinden gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Patrik de bundan yararlanmayı çok iyi biliyor. İttihat Terakki hükûmetleri göreve geldiği andan beri çokhukukluluk sonucunda yabancıların ve onların içerideki uzantılarının nasıl ülkedeki adaleti yok ettiklerini, devletin adlî birliğini yok ettiklerini, bunun sonucunda devletin de egemenliğini ortadan kaldırdığını çok iyi anlamış ve 9 Eylül 1914 tarihinde kapitülasyonları tek taraflı olarak kaldırdıktan sonra bu olay üzerine gitmişti. Yabancıların adlî kapitülasyonları elde ettikleri dönemden beri sö yledikleri “sizin hukukunuz Şer’î hukuka dayanıyor biz Hıristiyanız bize bunu uygulayamazsınız” itirazlarını ortadan kaldırmak amaçlanıyordu. Bunun için, önce Şer’iye mahkemelerinde yapılan bir düzenleme ile özel hukuk alanındaki konular Şer’iye mahkemelerinden alındı.

Daha sonra Şer’iye mahkemelerinin de içinde olduğu tüm mahkemeleri Meşihat’ten yani Şeyhülislamlık’tan alarak Adliye Nazırlığı’na bağladılar, ardından ülkede yargılama yetkisi Adliye’ye verilerek adlî birlik sağlanmış oldu. Konsolosluk mahkemelerinin de ortadan kaldırılmasıyla yabancılar adalet önünde herkes ile eşit sayıldılar. Şer’î mahkemelerin dinî makam olan Şeyhülislâmlık’dan alınıp siyasi makam olan Adliye Nazırlığına bağlanması, yabancıların ayrıcalıklarının ortadan kaldırılması ve uzun vadede de laik hukuk açısından önemli ve zorunluydu. Dönemin Adalet Bakanı olan Halil Bey (Menteşe) de anılarında asıl amacın hukukumuzu laicisser hâle getirmek olduğunu itiraf etmiştir. Böylelikle yabancıların beni dinî mahkemede yargılayamazsınız şikâyeti bertaraf edilmiş oluyordu. Ama bu kanunların meclis görüşmelerinde asıl muhalefet İslamcı kesimden gelmekteydi. Her cemaatin kendi yargı yetkisini elinde tutması, ister Müslüman olsun, ister Hıristiyan olsun tüm cemaat liderlerinin gücünü artırıyor ve adlî birliği ortadan kaldırıyor, hem de yabancı müdahalelerin devamını sağlıyordu.

Son aşama ise belki de en önemlisi 1917 Aile Hukuku kararnamesiydi. İşte bu kararname ile tüm cemaatlerin elinden kaza yani yargı yetkisi alındı.

Özellikle kiliseler sadece evlenme ve boşanma işleri ile kısıtlandılar. Yargı yetkileri ellerinden alındı. Çünkü egemen bir devlet olmak için bu baş şarttı. Ama 1918 Mondros sonrası her şey tersine döndü.

1914-1918 arası çıkartılan bu çok önemli ve devletin egemenliğini sağlayan kanun ve kararnameler, ülkedeki gayrimüslim ruhanî liderlerin işgal güçleri, İslâmî cemaatlerin de yetkililer üzerine kurdukları baskı sonucunda Damat Ferit hükûmeti tarafından kaldırıldı. Bu gelişmeler bu iki kesimin de işine gelmemişti.

İşte günümüzde Patrik’in ekümeniklik isteğinin arkasında da bu istek yatar.

Buna destek veren bazılarının sessizliğinin arkasında da aynı isteğin yattığını kimse inkâr edemez. Hele Patriğin kaza=yargı yetkisini eline geçirmek istemesi ayrıca konuşulması gerekli çok tehlikeli bir plândır. Ve maalesef bilerek veya bilmeyerek bu oyuna gelinmiştir. Bu mahkeme girişimine karşı çıkan en önemli kurumlardan biri de Noel Baba Vakfı’dır.

Hergün yaptıkları basın toplantılarını gazetelerden görüp de takip edeniniz var mı bilmiyorum? Açtıkları dava da bir Türk savcısının kendiliğinden yapması gerekli bir olaydır ve sanırım bu konuda savcılarımız da sessiz kalmış durumdadırlar. Aynen hükûmet üyelerinin ve dışişlerinin sessiz kaldığı gibi..Oysa patrik inadına plânını devam ettirmekte ve kümese sıkışmış durumdaki yetkililerden ne elde edersem kârdır düşüncesindedir. Bakın Noel Baba Vakfı başkanının aşagıdaki basın açıklamasını okuyun ve sonuçların nereye varabileceğini varın siz düşünün…

Tarih : 03. Haziran. 2005

PATRİKHANE, ŞER’İ MAHKEME KURDUĞUNU, AÇIKÇA, CEVABÎ YAZIYLA T.C. İSTANBUL VALİLİĞİNE BİLDİRDİ.

Noel Baba Vakfı’nın günler önce yaptığı LAİK TÜRKİYE’DE, PATRİKHANE ŞERİAT MAHKEMESİ KURACAK!.. Uyarılarını, Türkiye duymamazlıktan geldi ve Patrikhane İstanbul’da “ŞERİAT MAHKEMESİ”ni kurdu. Vakıf, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Demokratik Laik Yasaları, Egemenlik hakları çiğneniyor, böyle manzaralar ancak din devletlerinde görülür”, dedi. İstanbul’da yaşanan fiilî durum karşısında, Ankara Cumhuriyet Savcılığı aracılığıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu. Türkiye yine kulağını tıkadı.

“Bu toplantı, Patrikhanenin iç meselesidir, Lozan’a zarar vermez” ve daha da ileri giderek, “Patrik Bartholomeos, yine yüzde yüz destek verilmesi gereken bir tavır sergiliyor”, gibi büyük bir pişkinlikle konuyu yorumlayanlara şimdi müjdeler olsun. Patrikhane sizlerden daha doğru ve daha cesur çıktı, “.Ortodoks Kilisesinin dinî kaidelere dayanan kilise hukukuna göre. İrineos’u Kudüs Patriği olarak tanımama kararına ” vardıklarını açıkça yazıyla ve resmî olarak, T.C. İstanbul Valiliğine bildirdi. Böylelikle, Patrikhane önemli bir mesaj daha verdi, Ekümenikliğimle ilgili ne gerekiyorsa yaparım. Sizin yasalarınız beni kapsamaz.

3 kuruşluk alacak için binlerce dava açan ülkemizin çok kıymetli hukukçuları, her alanda Atatürk’e ve Cumhuriyet’e bağlı olduklarını söyleyen Masonlar, Rotaryan ve Lionslar, konu, türban olunca laikliği hatırlayan rektörler, Türkiye’nin duyarlı sivil toplum kuruluşları, siyasî partiler, demokratik kitle kuruluşları neredesiniz? Lütfen artık ses verin, çünkü, Patrikhane evet “ŞERİAT MAHKEMESİ” kurdum diyor. Bu fiilî durum, Türkiye Cumhuriyeti’ni var eden ve koruyan LAİKLİĞE en büyük tecavüzdür. Türkiye’nin siyasî ve sosyal yapısı içerisinde, o LAİKLİĞE, Musevî, Hristiyan, Müslüman ve tüm vatandaşlarımızın ne kadar çok ihtiyacı olduğunu her gün biraz daha iyi anlamış olmamız gerekir.

Eğer, Anayasanın 10. maddesine göre; Kanun önünde, hiçbir ayrım yapılmadan herkes eşitse. “Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınmaz”, diye yazıyor, devamında da, “Devlet organları ve idarî makamları, bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar” diyorsa, vakıf olarak, Türkiye Cumhuriyeti yasalarını hatırlatarak, dağılma sürecine giren ve birliğe alınma umudumuzun kalmadığı AB’nin, ABD’deki Rum lobisi ve Yunanistan’ın dayanılmaz baskısının, Türkiye’nin egemenlik haklarına daha fazla zarar vermeden, Fatih Kaymakamı’nın görev yapmasını istiyoruz.

Saygılarımızla

Muammer KARABULUT

Noel Baba Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı.

 

Orkun'dan Seçmeler