Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya ve Orta Doğu bölgelerinin merkezinde; jeopolitik ve jeostratejik önemi olan bir mevkide bulunan Türkiye, geçmişte olduğu gibi bugün de anılan bölgelerde enerji ve hammadde kaynaklarını ele geçirmeye çalışan büyük güçlerin çıkar çatışmalarının hedeflerinden biridir. Türkiye’yi kendilerine müzahir bir devlet haline getirmeye çalışan büyük güçler amaçlarına ulaşmak için Türkiyede destek verdikleri ve himaye ettikleri yasa dışı örgütleri, vakıf, dernek, yardım kuruluşları gibi STK’nı Türkiye’ye karşı siyasî, politik ve diplomatik faaliyetlerde bir baskı unsuru olarak kullanmaktadırlar.
İdeolojileri ne olursa olsun, kimler tarafından desteklenirse desteklensinler, yasa dışı bütün örgütlerin belli bir sistem içinde, belli metodlar dahilinde, eğitimli ve disiplinli bir şekilde, hazırlanmış bir strateji çerçevesinde ve bir plana bağlı olarak, belirlenmiş hedeflere ulaşmak üzere siyasî, ekonomik, askerî ve sosyopsikolojik alanlarda eyemlerini sürdürdükleri görülmektedir. Hiç şüphesiz, anılan örgütlerin görevlerini yerine getirebilmeleri için onlara akıl veren hocaları, filozofları, stratejistleri, malî destek sağlayan bankerleri, başları derde girdiği zaman onlar için şefaat dilenecek nüfuz sahibi hatırlı kişileri, hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) ve yabancı ülkelerde onlara kol kanat gerecek yardıma hazır millet vekilleri ile devlet büyükleri vardır. Özetle denilebilir ki, “büyük zekâ” Türkiye’de planladığı stratejik bir oyunu ustaca oynamaktadır. Kim bilir, belki de Türkiye’deki terör örgütlerine akıl verenler, istihbarat servislerinin ulaşamayacakları bir yerde bulunmaktadırlar. Türkiye’de terörü bir silah olarak yaygın ve etkili bir şekilde kullanan etnik, ideolojik, aşırı dinci bütün örgütlerin hedefi iktidarda bulunan herhangi bir partiye karşı olmayıp doğrudan doğruya devletin varlığını ortadan kaldırmayı; vatanı parçalamayı ve milleti bölmeyi hedef almaktadır. Hâl böyle olunca, teröre karşı verilecek mücadele devletin ve bir bütün halinde milletin bir meselesidir.
Türkiye için böylesine tehlikeli bir tehdit oluşturan terörün hafife alınacak veya ihmal edilecek bir yanı yoktur. Türkiye’deki siyasî partiler dahil, devlet organları – yasama, yürütme, yargı – sivil toplum kuruluşları, kitle iletişim vasıtaları, dernekler, kurum/kuruluşlar ile vatandaşlar ulusun karşı karşıya bulunduğu bu çok tehlikeli tehdidi yok sayarak sorumsuz bir davranış sergileyemezler. Unutmamak gerekir ki terörle mücadelede hiçbir şey, en ufak bir ihmali haklı çıkramaz. Devletin terörle mücadelede göstereceği zafiyet, yer altı örgütlerinin başarısı olarak kabul edilecektir. Ekonomisi çökertilmiş, güvenlik kuvvetleri iş yapamaz ve adaleti işlemez bir hale sokulmuş bir ülkede rejimin ayakta kalması ve devletin siyasi varlığını idame ettirmesi çok zordur.
Türkiye’yi tehdit eden anarşi ve törör siyasî, ekonomik, askerî, güvenlik, adlî, sosy al, dinî, tarihî, istihbarat ve uluslar arası işbirliği olmak üzere çok boyutlu; oldukça karmaşık bir meseledir. Alınacak günübirlik, yüzeysel tedbirlerle terörü önlemek; ulusu bir kanser gibi yiyip tüketen bu ölümcül hastalığı ortadan kaldırmak mümkün değildir. Hele bir hükûmet millî mefkûresini yitirmiş; ayaklanmalara ve teröre karşı koyma stratejisi ile doktrininden tamamen habersiz; terörle mücadelede siyasî, idarî, askerî, adlî, istihbarat ve güvenlik kuvvetleri alanlarında etkin bir teşkilât yapısı oluşturamamışsa; belirsizliklerle dolu, kararsız bir politika izliyorsa, ülkede anayasa ile kurulmuş düzenin değişmesine davetiye çıkarıyor demektir.
Terörle mücadele süreklilik arzeden bir ameliye olup azami ölçüde uzmanlaşmış kadrolar tarafından dikkatle, ciddiyetle, siyasî duyarlılıkla, kararlılıkla ve giderek artan bir gayretle sürdürülür. Mücadele süresince masum insanların hakları ve hukukun üstünlüğünün korunmasına azami özen gösterilir.
Arkalarında dış güçlerin oluşturduğu bir şer yumağı olan yasa dışı terör örgütlerinin Türk ulusunun içinde birer “Truva Atı” oldukları bir an bile unutulmamalıdır. Söz konusu örgütlerle savaş üç yönlü; eş zamanlı ve koordineli bir şekilde sürdürülür. Bunlardan biri savaşın askerî/ güvenlik yanıdır. Yurt genelinde iç güvenliği sağlamak; terör örgütlerini halktan tecrit edip eylemlerini en alt düzeye indirmek ve terörü ortadan kaldırmak için güvenlik kuvvetlerinin verdiği savaştır. Bu savaşta yasa dışı terör örgütlerinin siyasî ve askerî kanatlarına bağlı gruplar bulunur ve etkisiz hale getirilir. Yasa dışı örgütleri, kendilerine yiyecek, istihbarat ve militan sağlayan halk desteğinden mahrum bırakmak; lojistik destek üslerini ortadan kaldırmak ve bu üslerle olan ana ikmal bağlantılarını kesmek için elden gelen her şey yapılır ve gecikmeden her tedbir alınır. Yasa dışı örgütlerin dış destekten soyutlanıp, malî kaynaklarının kurutulması hayatî önem taşır.
Terörle mücadelenin bir de siyasî yanı vardır. Türkiye üzerinde karanlık emeller besleyen devletlerin ülkede faaliyet gösteren terör örgütlerine sağladıkları her türlü desteğe mani olmak ve devletin teröre karşı mücadelede dünya devletleriyle işbirliğini kazanmak için verilen diplomatik savaştır. Bununla eş zamanlı olarak siyasî liderler, milleti devlete isyan eden değil; itaat eden bir toplum haline getirmek ve bu doğrultuda gerekli bütün tedbirleri almakla yükümlüdür.
Bir diğeri ise savaşın sosyopsikolojik yanıdır. Modern demokrasilerde güvenilir bir devletin temelini halk desteği oluşturur. Bu bakımdan halkın gönlüne, akıl ve mantığına hitap ederek, devlet güçleri ile birlikte ve onlarla işbirliği yaparak hareket etmelerini sağlamak hayatî önem taşır. Bu durumda, çok iyi ve ustaca hazırlanmış planlara dayalı olarak psikolojik harekât ve yasa dışı örgütlerin psikolojik harekâtına karşı koyma harekâtı kesintisiz bir şekilde icra edilir. Böylece, ulusun en büyük gücü olan homojen yapısı korunurken; Türk halkı her zaman terörle mücadeleye hazır tutulur. Bu amaçla halkın aydınlatılmasında ve doğru bilgilendirilmesinde kitle iletişim vasıtaları büyük bir beceri ve özenle kullanılır.
Bugün Türkiye’de terörün önü alınamıyor ve kesin bir sonuca ulaşılamıyorsa bunun sebeplerini teröre karşı verilen mücadelede kullanılan güvenlik güçlerinin eğitim, komuta kontrol zaafiyetinde ve mücadele sisteminin tam olarak kurulamamasında, teröre karşı verilen mücadelede yaşanan fikir karmaşasında ve dağınıklıkta; istihbaratın birleştirilmemiş olmasında ve istihbaratın yetersiz kalmasında; diplomatik becerinin eksikliklerinde; halk desteğinin yetersiz kalmasında; bu trajediye karşı birlikte verilmesi gereken topyekûn uğraş ve siyasî iradenin gösterilememesinde; teröre karşı verilen savaşın bir merkezden, komuta kontrol birliği içinde verilmemesinden ve millî gücün etkin bir şekilde kullanılmamasından kaynaklandığını düşünmek gerekir.
Şüphe yok ki her hukuk devleti gibi Türkiye de varlığına kasdeden terör örgütlerinin işledikleri cinayetler karşısında seyirci kalamaz; ülkede anayasa ile kurulmuş düzeni yıkmalarına; ulusu karanlığa ve sonu belirsiz bir geleceğe sürklemelerine asla müsaade edemez. Bu nedenle teröre karşı mücadele vermek; diğer devletlerin bu uğraşta Türkiye ile işbirliği yapmalarını sağlamak; ne kadar zor olursa olsun, suçluları takip ederek yakalamak ve yargı önüne çıkarmak; TC Devleti’nin en başta gelen görevi ve varlığının temelidir. Eski Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş “İrtica Ve Bölücülüğe Karşı Militan Demokrasi” (S: 383) adlı kitabında: “suçlularla mücadele etmeyen veya edemeyen; onları önlemeye çalışmayan; önleyemediklerini kovuşturmayan veya kovuşturamayan devlete hukuk devleti denmez.” diyor.
Son zamanlarda Güney Doğu Anadolu’da tırmanışa geçen terör bir asayiş sorunu olmanın ötesine geçmiş, âdeta silâhlı bir ayaklanma görünümü arzetmektedir. ABD’nin Irak’ı işgal etmesinden sonra Kuzey Irak’ta yaşayan Kürt topluluğuna karşı gösterdiği sınırsız hoşgörü ve bu bölgede harekât ve lojistik destek üsleri kurmuş PKK/Kongra-Gel örgütünü, Türkiye’nin bütün taleplerine rağmen etkisiz hale getirmek için hiçbir tedbir almaması, anılan örgütün, çok uzak bir ihtimal olmakla birlikte, ABD’nin himayesinde/mandası altında İran, Irak, Suriye, Türkiye toprakları üzerinde bir Kürt Federasyonu/Konfederasyonu Devleti’nin kurulacağı hayaline kapılmalarına yol açmış; PKK’nın siyasî ve askerî kanatları eylemlerini bu doğrultuda yoğunlaştırmışlardır. Adı geçen örgütün militanları, dağlarda elinde silâhı ile dolaşırken; Türkiye genelinde silâhlı ve silâhsız her türlü eylemi gerçekleştirirken; devletin varlığına ve milletin güvenliğine yönelik bu çok ciddî tehdidi siyasî tavizler vererek ve sadece demokratik reformlarla ortadan kaldırma cihetine gitmek yanlış bir hareket olarak değerlendirilmektedir. Her şeyden önce, devlet elindeki bütün imkânlarını ve millî gücün bütün unsurlarını-siyasi güç, ekonomik güç, askeri güç, sosyo-psikolojik güç, teknolojik güç- etkili ve koordineli bir şekilde kullanarak PKK başta olmak üzere ülkedeki yasa dışı bütün terör örgütlerini ortadan kaldırmalıdır. Buna paralel, devlet organları terörle mücadeleyi zayıf düşürecek her hareketi yakından izlemeli ve önleyici her tedbiri almalıdır. Bahse konu tehdit ortadan kaldırılmadığı takdirde T.C. Devleti’nin gelecek yıllarda, Güney Doğu Anadolu’da, daha büyük sorunlarla karşılaşması mukadderdir.
Sonuç:
Vatanın bütünlüğünü korumak; milletin bölünmesini önlemek; devletin bekasını (devamlılığını) sağlamak, TC Devleti’nin en önde gelen, hayatî önem taşıyan vazifesidir. Aynı zamanda bu vazife devletin varoluşunun temel sebebini teşkil etmektedir. Bundan dolayı, devletin ulusal güvenliği sağlamasından daha önemli ve daha öncelikli başka bir görevi olamaz.
Yasa dışı örgütlere ve teröre karşı verilen mücadelede, en kısa zamanda, asgarî masraf, hasar ve zayiatla; azamî ölçüde başarı elde etmek; millî gücü en etkili bir şekilde ve koordineli olarak kullanıp sonuç alabilmek; mücadelenin siyasî, askerî, sosyo-psikolojik yanları arasındaki ilişkileri doğru olarak kurup aralarında mükemmel bir eşgüdüm sağlayabilmek için Başbakan’a bağlı “Terörle Mücadele Merkezi/Bakanlığı” kurulması ve komuta kontrol birliğinin sağlanması mücadelenin gerekli kıldığı kaçınılmaz bir olgudur.
Devletin terörle mücadelede başarılı olabilmesi için belirlenmiş hedeflere yönelik, uygun bir strateji ve doktrini esas alan kapsamlı bir politikaya ihtiyacı vardır. Hiç şüphesiz bu politikanın uygulanabilmesi ve teröre karşı başarılı bir savaş verilebilmesi bilgili, becerikli ve yetenekli kadro personeli ile liderlerin yetiştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu amaçla bir “Terör ve Terörle Mücadele Enstitüsü”nün kurulması ülkedeki terörle savaşa bilimsel bir boyut kazandıracak; vereceği eğitimin yanısıra yapacağı terör ve terörle mücadeleye ilişkin araştırma ve incelemelerle kısa, orta, uzun vadeli planların hazırlanmasına; devletin teröre karşı mücadele veren yetkili bütün kurumlarına/kuruluşlarına danışmanlık hizmeti götürecektir.
Yarım asra yakın bir zamandan beri Türkiye’nin teröre karşı verdiği amansız mücadeleden sonuç alınamadı. AB ile ABD’nin “ince diplomasi” olarak kabul ettikleri iki yüzlü, kaypak politikaları karşısında çok tedbirli olmak ve onlara karşı her türlü önlemi almalıyız.
Özetle denilebilir ki, T.C. Devleti teröre ve yasa dışı örgütlere karşı dinamik bir politika izlemek mecburiyetinde olup, terörün ulusu rehin almasına asla müsaade etmemelidir. Bunun için:
1. Adil ve dürüst bir yönetim ile cüretli bir diplomasiye;
2. Bilgili, üstün yetenekli ve muharebe etkinliği yüksek güvenlik kuvvetleri ile birleştirilmiş istihbarata;
3. Millî birlik, beraberlik içinde, tek vucut olmuş bir ulusa; ihtiyaç vardır.