BİR iki kere “ağıza alınan”, fakat hemen kenara itilen bir “Kıbrıs-Türk Tezinden” sözetmek istiyorum: “İlhak” (Birleşme) politikası.
Bunca yıldır hükûmetlerimiz neden bu siyasete hep sırt dönmüşlerdir anlayabilmiş değilim. Zaman zaman kendi kendime, “aklım mı almıyor” diye kavrama yeteneğimden şüphe eder oldum. Okurlarımla bir kere daha bunu tartışmak isterdim (belki internette).
Kıbrıs’la İlgilenişim
Önce Kıbrıs’la ilgimin “tarihçesini” anlatayım. Kıbrıs sorunu, ben Amerika’da bulunduğum yıllarda patlak verdi. Columbia Üniversitesi’nde bir panelde, bir de Barry Farber’in ünlü radyo programında, Kıbrıs Rum kesiminin B.M. elçileriyle tartıştım (Rosidis ve yeğeni); Birleşmiş Milletlerin önünde, kızlarımı da yanıma alarak nümayişlere katıldım. (1. resim- fotoğraf) Dış İşleri Bakanımız Fatin Rüştü Zorlu’yla bu konuyu saatlerce görüştüm.
Rauf Denktaş Rumlar tarafından Kıbrıs’tan sürülüp de New York’a geldiğinde, o sırada oluşturulmasına çalıştığım “Türk-Amerikan Dernekleri Federasyonu” komitesine çağırıp tanıştırdım (2. fotoğraf), evimde de misafir ettim. Amerika’daki “Türk Kıbrıslılar Derneği”nin başkanı seçildim (Kıbrıslı olmadığım hâlde!) 1974’de Türkiye’ye dönüp Kıbrıs harekâtına katılmak için askerlik dairesine başvurdum (yaş sebebiyle almadılar). New York belediye başkanının verdiği davette “şeref konuğu” Makaryos’un uzattığı eli yüzlerce kişi önünde ittim. Rauf Denktaş’ın daveti üzerine KKTC’ye oğlum Tuğrul’la birlikte gittim (2000 yılında), bu sefer o beni misafir etti (3. fotoğraf) ve şu bir türlü benimsenmeyen “ilhak”-”İltihak” Kıbrıs politikamızı tartıştım. Defalarca d a “Türk 2000”ler Vakfımızda onun da katılımıyla “Kıbrıs Siyasetimiz” panelleri düzenledim. (4. fotoğraf)
Alın size ilgim için yeterli birkaç sebep!
Hatay örneği ve dünyadaki ada nüfusları
“İltihak”-“ilhak” tezimiz, Atatürk’ün Hatay’da uyguladığı siyasete dayanıyor.
Özetle: Adadaki Türk nüfusla Rum nüfusu, “federasyon”lu tek devlet formülü denendi, yürümedi. Rum EOKA, Türkleri soykırımına uğratmaya başladı, Türkiye garantörlük hakkını kullanarak asker yolladı. Barış Harekâtı oldu ve 1 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (tıpkı 1930’larda Hatay Cumhuriyeti gibi) bayrağıyla birlikte doğdu.
Ondan sonra sonu gelmeyen toplantılar ve çözüm arayışları başladı. Rum âşığı (ve Türk’e bir türlü dost bakmayan Batı) ve oyuncakları Birleşmiş Milletler Genel Sekreterleri, tekrar Rumlarla bir arada “federe devlet” kurmamız için baskıya başladılar. Son zamanlarda da A.B., bu politikayı bize kabul ettirmek için sopa gibi kullanmaya başladı.
Türkiye ne kadar desteklerse desteklesin Türk kardeşlerimizin ve (Bangladeş hariç) Müslüman devletlerimizin bile tanımadığı “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” çok kolay bir kurban gibi gözüküyordu. Hele Kıbrıs ve Türkiye Türklerinin bir kısmı da teslimiyetçi havalara girince dayanma gücümüz daha da yıprandı.
Çare, birkaç kere zayıf sesle telâffuz edilen “KKTC’nin, Hatay gibi, Türkiye’ye iltihakı”. Yani Türkiye’nin bir ili olarak dokunulmaz durumuna gelmeleri.
Buna Batı, “mantık ve gerçek dışı” bir siyaset gibi kıyamet koparıyor. Sanki bu iki nüfusun tek bir adada yaşamaları “tek devlet” olmalarını zarurî kılıyormuş gibi! Ama aynı onun gibi ada halkı olan apayrı devletlere (Haiti-San Domingo, İrlanda… vb.) ses çıkardıkları yok! Hem onlar aynı dinden, aynı soydan, aynı dilden halklar oldukları hâlde! Üstelik Kıbrıs’ta, dini, dili, kültürü apayrı, öteki kesimin katliamına uğramış iki uyuşamaz halk yaşadığı hâlde!
Hatay gibi, Türkiye’ye Kıbrıs Türklerinin iltihakını neden tek politikamız olarak savunmuyoruz ki? Hatay’da plebisit/seçim yapılmış ve kazanmıştık. Kıbrıs’ta da yıllar önce bunu yapsaydık, A.B. cazibesine kapılan ayrılıkçıların yüzde 50’ye yakına varan sayıları oluşmazdı. Hâlâ KKTC yeni Hatay olabilir (Denktaş, son buluşmamızda, “süper devletlerin bu çözümü sert şekilde reddetmeleri Ankara’yı çekindiriyor” demişti bana. (“Ama millî politika buna boyun eğmemeli”) dedim.
•••
Bu “Bütünleşme-iltihak” politikasını 1992’de Tercüman gazetesinde açıklamış ve karşı çıkışların ne kadar gerçekdışı olduğunu belirtmiştim. Değişmiş bir şey yok. Siz karar verin. İşte o yazının bir bölümü:
“SAYIN DENKTAŞ NEW YORK’A GİDERKEN
BUNDAN SONRA KIBRIS’TA MÜZAKERE VE FEDERASYON KAPISINI KAPATALIM!
“KKTC’nin doğuşuyla birlikte yanlış davranmaya, hatalı siyaset gütmeye başladık. Rumlarla tekrar bir arada “federe” bir devlet kurma kapısını katiyen aralık bırakmamalıydık. Kesin olarak bu kapıyı kilitleyip, anahtarını da Akdeniz’e atıp, “Artık Rumlarla hiçbir ilgi ve ilişkimiz yok, biz ayrı bir millet ve ayrı bir devletiz” deyip, tartışma tekliflerini reddetmeliydik.
Ne 2’li, ne 3’lü, ne de 13’lü hiçbir “konferans masasına” oturmamalıydık.
Niçin oturalım ki? Hele 1990’ların bizi büsbütün haklı kıldığı bir sırada; zoraki evlilik olur mu? Hani insan hakları? Kıbrıs Türkü Rumla-federe olsun, konfedere olsun- bir devlet olmak istemiyor ki! Yugoslavya’daki Slovenler, Hırvatlar, -ki ırkça, dilce, aynı oldukları hâlde- ayrı devlet olmak isterlerken, Batı onları haklı bulur, hattâ kışkırtırken, Çekoslovakya’da da aynı şey olurken, biri Hristiyan, öteki Müslüman; biri Rumca konuşur, diğeri Türkçe, biri öbürünün kanını dökmüş, evlâdını boğazlamış, kültürleri ayrı iki millete, “illâ Rumlarla tek bir cumhuriyet olacaksın!” diye baskı yapmak neden?
Hadi Balkanlar yeni bir olay; eskiden de ayrı yaşamak isteyenlere ayrı yaşama hakkı tanınmıyor muydu? “Ada halkı” diye tutturuyorlar. Adaların sihirli bir tutkalı mı var? İrlanda adasında (aynı dili konuşan, fakat birleşmeyen iki ayrı devlet yok mu?) Karaip Adalarından Hispaniola’da, ikisi de Hıristiyan-Katolik, ikisi de İspanyolca konuşan iki apayrı devlet yok mu? (Haiti ve Santa Domingo)
Peki, Kıbrıs Türküne bu baskı neden?
Neden mi? Çünkü müzakereye teşne bir tavır takındık, kapıyı aralık bıraktık, onlar da sonuna kadar itip açmak istiyor ve safsatalarla havayı bulandırıyorlar. Buna artık son vermenin zamanı gelmiştir!
(Tercüman, 8.8.1992)”
•••
Herkesin birbirini hainlikle suçladığı şu günlerde açık-seçik bir Kıbrıs siyaseti benimsememiz artık şart oldu.
Not: Çözüm plânı olarak Türklerin güneyde, Rumların kuzeyde eski emlâklarına sahip olma yolu açılabilirmiş. Bu çok tehlikelidir. Çünkü, Türkler birarada olma avantajını kaybedebilir, çoğunluk olan Rumların arasında gene kolaylıkla katliama, en azından kötü ve haksız muamelelere tabi tutulabilirler.