Ana Sayfa 1998-2012 KALEM EHLİ ALTAN DELİORMAN

KALEM EHLİ ALTAN DELİORMAN

Osmanlı devlet teşkilâtında üç memûriyet şûbesinden bahsedilir: “Seyfiyye, İlmiyye, Kalemiyye”. Bunlardan birincisi askerî, ikincisi dinî, üçüncüsü de sivil ve kısmen bürokratik mesleklere alem olmuş tâbirlerdir. Anılan üç memûriyetin de kalıplaşmış sınır veyâ duvarları yoktur. Birinden diğerine geçmek, her zaman mümkündür. Hattâ, aynı anda, birden fazla meslekî vasfı ve de unvânı üzerinde taşıyan Osmanlı meşhûrları görülmüştür. Kalemiyye’den yola çıkıp Seyfiyye’nin zirvesine oturanlar, hiç de şaşırtıcı olmamışlardır. Çünkü, bizim kendi kültür havuzumuzda kulaç attığımız o demlerde; bilgi, mahâret ve kâbiliyet bakımından birlikte oturup kalktığımız bir cemiyet soframız vardı. Hemen hemen hepimiz, ortak vasıflarda asgarî müşterekler edinmiştik. Askerin eli kalem tutar; şeyhülislâm şiirde klâsikler arasına girer; kâtibin diviti, hokkası “Cihânnümâ” ve “Keşfü’z-Zünûn” müellifliğine uzanırdı.

Altan Deliorman, çok hünerlilik denilebilecek bu ecdâd geleneğini, ömrüne sermâye yapanlardandır. Onun kalemi, hepsi de ayrı bir ihtisas ve kâbiliyet, hattâ dikkat isteyen çok farklı sâha ve vâdilerde, ehliyetle dolaşmıştır.

Altan Deliorman’ın kalem yürütmedeki ilk hocası annesi olmuş, Mürüvvet Hanım’ın müşfik alâkası, daha ilkokul sıralarına oturmadan oğlunu okur-yazar kılmıştır. Bu anne teveccühü, küçük Altan’ın, okul yıllarına ikinci sınıftan başlamasını sağlamıştır. Altan Deliorman, babası Mahmud Necmeddin Bey’den ise, kalem mârifetiyle üslûb ve meslek sâhibi olmanın yollarını, bizzat yaşayarak öğrenmiştir. Okul kapısından çok çok önce matbaa kapısından giren Altan Deliorman, mürettiphânelerde kurşundan dökülmüş harf sesleri arasında büyümüş, mürekkep ve kâğıt kokusunu doya doya içine çekmiştir. Nizâmeddin Nazif Tepedelenlioğlu ile sıkı derecede ahbâb olan Mahmud Necmeddin Deliorman, basın dünyâsında “Deli Nizâm” diye tanınan bu meşhûr gazetecinin sâhibi olduğu gazete ve matbaalarda, hep oğlu Altan’la birlikte bulunmuştur.

Altan Deliorman, Türkçeye sevdâlıydı. Geride bıraktığı kalem mîrâsı, bunun açık işâretleriyle doludur. Genç Kalemler Mecmuâsı’nın 1910 yılında Selânik’de başlattığı sâde Türkçe cereyânı; Ziyâ Gökalp, Ömer Seyfeddin ve Ali Cânib (Yöntem)’in bayraktarlığını yaptığı bir yazı şekli idi. Zamanla bunu aşırı uçlara taşıyan tasfiyeciler görülmüşse de, millî hisleri ön plâna çıkan muharrirlerimiz, hep Genç Kalemler Mektebi’ne sâdık kalmışlardır. Altan Deliorman, dâimâ sâde yazmış, fakat aslâ arı Türkçecilik safında yer almamıştır. O, ömrü boyunca, yaşayan Türkçenin peşinden gitmiştir.

1947’de, henüz 12. yaşının içindeyken, Ankara Garı’ndan mülhem duygularla yazdığı “Trenin Kalkışı” başlıklı yazı, okuyucusu olduğu “Çocuk Sesi” dergisinde yayınlandı. Bu, Altan Deliorman’ın, basılı ilk eseri olması bakımından, hayâtında önemli bir iz bıraktı. El yazısı düzgün ve estetik vasıflar taşıyan Altan Deliorman, bu temel el mahâretinin üstüne yenilerini eklemeyi bildi ve resim, karikatür, desen çalışmalarında epeyi mesâfe aldı.

1950’de, Haydarpaşa Lisesi’ne başladı. Aynı yıl, Hüseyin Nihâl Atsız da edebiyât öğretmeni olarak Haydarpaşa Lisesi’ne tâyin edildi. Altan Deliorman’ın hayâtındaki dönüm noktalarından biri, böylece teşekkül etti. Hoca-talebe seviyesinde başlayan Atsız-Deliorman yakınlığı, ilerleyen yıllarda müşterek mesâî ve ideâl birliğine dönüşecektir. Bu arada, Altan Deliorman’ın kalemle giriştiği mücâhedede, Nihâl Atsız’ın inkâr edilmez bir tesir ve emsâl payı oluşacaktır.

Atsız’dan aldığı ışık, onu edebiyatla daha yakından ilgilenmeye yöneltti. Bu durum, Atsız’ın okuldan alınıp Süleymâniye Kütüphânesi’ne memur yapılmasından sonra da devâm etti. Haydarpaşa Lisesi’nin ilk Edebiyât Kolu’nu Altan Deliorman kurdu ve bu kolun başkanlığını mezun oluncaya kadar bırakmadı. Bu vesîleyle, İstanbul’un fethinin 500. yıldönümü dolayısıyla “Fetih Yıllarını Aydınlatma Derneği”ni kurup faaliyete geçirdi, “Kılıç” adında bir gazete çık ardı. Bir lise talebesinin yaşını ve çağını çok çok aşan bu mesâî, onu hep yeni sîmâlarla tanıştırıyor, kalem ehli olma yolunda pek ciddî temrinler yaptırıyordu.

Haydarpaşa Lisesi Edebiyât Kolu tarafından düzenlenen muhtelif programlar, okul sınırlarının dışına çıkarak İstanbul kültür hayâtının değişik köşelerinde akisler yaptı. Peyâmi Safâ, Hâldun Taner, Nihad Sâmi Banarlı ve Nezihe Araz gibi, 1950’li yılların meşhûr edib ve gazetecileri, anılan kol faaliyetlerinde misâfir olarak bulundular. Altan Deliorman, bu ve benzeri isimlerle tanışmasının şahsiyetinde ve kaleminde meydâna getirdiği tekâmül işâretlerini çabucak farketti ve kalemle arasındaki bağı daha da güçlendirdi.

1954 yılında, devrin en önde gelen edebiyât dergilerinden “Türk Sanatı”, bir hikâye yarışması açtı. Altan Deliorman, bu yarışmaya “Bir Kapı Açık Kaldı” adlı hikâyesiyle katıldı ve birinci oldu.. Yarışma sonrasında, Türk Sanatı’nın yazar kadrosuna alındı. Artık kalem ehlinden olduğu tescîl edilmişti. Liseyi bitirdiği 1955 yılında, “Çocuk Yayınları Şirketi”nde çalışmaya başladı, bu şirketin çıkardığı “Armağan” ve “Tomurcukl” dergilerinde hikâyeleri yayınlandı. Yine 1955’de, babasıyla birlikte “Türk Dünyâsı” dergisini çıkardı. Art arda yaşadığı hızlı yazı ve yayın gelişmeleri, Altan Deliorman’ın kalem işlerinde erken olgunlaşmasını sağladı.

1955, Altan Deliorman’ın pek velûd bir yılı oldu. “Ceylân” dergisindeki ressamlığı, “Tan” gazetesindeki eğitim ve Kıbrıs muhâbirliği, “Akşam” gazetesindeki musahhihliği hep bu yılın getirdiği ilâve iş yükleriydi. Altan Deliorman, insan tâkatini aşan bu işlerde, neredeyse hiç uyumadan çalışmak mecbûriyetinde kalıyordu. Böylesine sıkı bir mesâî, herkesin tahammül edebileceği cinsten gayret yekûnu değildi. Altan Bey bunlara, en çok maişet temin etmek maksadıyla katlanıyordu. Aslında, buna katlanmak demek haksızlık olur. Çünkü o, bir taraftan nafaka peşinde iken, diğer taraftan zevk aldığı ve kâbiliyet iklîmini keşfeden meşgaleler içinde bulunuyordu.

1956’da, iş sepetine “Ocak” gazetesini de dâhil etti. Önce bu gazetede yazıları yayınlandı, ardından “Ocak”ın yazı işleri müdürü oldu. 1958’de, babasının teşvikleriyle Şâkir Zümre’yi tanıdı. Bu tanışmanın kazandırdığı bilgi demeti, Altan Deliorman’a “Mustafa Kemâl Balkanlarda” isimli araştırmasını yaptırdı. Ortaya çıkan hacimli metin, önce Akşam gazetesinde tefrika edildi, ardından Türkiye Yayınevi tarafından kitap olarak yayınlandı. Böylece, Altan Deliorman’ın ilk kitabı okuyucu ile buluştu. O sırada henüz 23 yaşında idi.

1961’de, yakın arkadaşı Burhan ve yayıncı Mehmet Okat’la sohbet ederlerken, söz Atatürk’ün özel hayâtı ile ilgili bir kitap yazılıp yazılamayacağı konusuna gelir. Altan Bey, böyle bir çalışmayı yapabileceğini söyler. Sonunda iş iddiâya biner. “Atatürk’ün Hayatındaki Kadınlar”, bu iddiânın Altan Deliorman’a yazdırdığı eserdir. Mustafa Kemâl Balkanlarda ile Atatürk’ün Hayatındaki Kadınlar, üç yıl ara ile kaleme alınmışlardır. Hem bu zaman yakınlığı, hem de iki kitabın şahıs kadrosundaki ortaklıklar, bâzı tekrarlara sebep olmuştur. Fakat, Altan Deliorman’ın sürekli yükselen üslûb çizgisi, bu tekrarları câzip hâle getirmeyi bilmiştir.

Altan Deliorman, 1962’de Cenab Şahâbeddin’in oğlu İsmet Tümtürk ile “MillîYol” dergisini yayınlamaya başladı. Bu dergide hem asıl adıyla, hem de müsteâr imzâlarla yazıları çıkıyordu. Yine o yıl, kaydının bulunduğu İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden ayrıldı, aynı üniversiteye bağlı Edebiyât Fakültesi Târih Bölümü’ne geçti. Orada, Atsız’dan sonra hayâtındaki ikinci mühim şahsiyet olacak İbrâhim Kafesoğlu’nun talebesi oldu. Altan Deliorman’ın kalem gücüne yeni ve güçlü ilâveler yapan Kafesoğlu, Türk târihi üzerine araştırma yapan en büyük âlimlerden biri idi. Uzun yıllar devâm edecek Kafesoğlu-Deliorman berâberliği, ikiliye birlikte târih ders kitabı yazdıracak, Türk Aydınları Ocağı’nı kurduracaktır.

Târih Bölümü’ne kaydolduğu yıl, Nihâl Atsız’la berâber “Türkçüler Derneği”ni kurdu. Altan Deliorman’ın, kalemini hangi pencereden görünen manzaraya uzatacağı, bu ve benzeri gelişmelerle taayyün eyliyordu. Türk milletine olan sevgisi ve bağlılığı, mütemâdîyen artıyordu. Derneğin Üsküdar şûbesi, tamâmen Altan Deliorman’ın sorumluluğuna bırakılmıştı. Bu sırada, Türkçüler Derneği’nin çalışmalarının aktarıldığı “Kız Kulesi” adındaki dergiyi yayınladı.

1964’de, üniversitedeki talebeliği dışında sürdürdüğü iş koleksiyonuna “Ekonomi” gazetesi yazı işleri müdürlüğünü ilâve etti. Yeni gazetenin adı ve muhtevâsı, Altan Deliorman için yabancı ve yadırgatıcı olmadı. Keskin kavrama gücü ve gelişmeleri tâkib etme kâbiliyeti, onu tercih edenleri yanıltmadı. Yeni vazîfesi, 1972’ye kadar üzerinde kaldı. 1964 yılının, Altan Bey için unutulmayacak bir hâdisesi, kalemine indirilmiş darbe hükmündedir. Üsküdar’da oturdukları ev, o yıl içinde yandı. Canları dışında hiçbir şey kurtarılamadı. Altan Bey’in kalemini besleyen bunca yıllık kitap, dergi, not ve kupür hazînesi, yoklar listesine dâhil oldu.

1965’de, “Bahadır” ve “Karaoğlan” dergilerinin senaryolarını yazmaya başladı. Ertesi yıl Târih Bölümü’nü bitirdi ve “Câmiü’t-Tevârih’e Göre Oğuz Destânı” başlıklı doktora çalışmasını hazırlamaya başladı. Bu seferki kalem dâveti akademik âlemdendi.

1967’de “Millî Işık” dergisini yayınladı. 1971’e kadar düzenli çıkan bu dergide, Altan Deliorman imzâlı yazılar, hayli kabarık bir okuyucu kitlesi buldu. 1972’de, “Bugün” gazetesinde verilen “Dünden Bugüne” köşesinde, “Bahtiyar Bengü” müsteâr ismiyle makâleler yazdı. Yine 1972 yılında kurulan “Boğaziçi Yayınları”nın genel müdürlüğüne getirildi, Altan Deliorman ismi, bu yayınevi ile birlikte anılır oldu. Bu vazîfesi aralıksız 15 sene sürdü.

1973’de “Türklere Karşı Ermeni Komitecileri” isimli kitabı yayınlandı. Târihî hakîkatleri saptırmaya yönelik Ermeni yalanlarını bir bir ortaya koyan bu eser, “Türkiye Millî Kültür Vakfı Armağanı”nın târih dalında birinci seçildi. Altan Deliorman’ın kalemi, artık şeref kürsülerinde, hak ettiği mevkide, alkış ve taltiflere muhâtab oluyordu.

1975 yılında “Ortadoğu” gazetesinde köşe yazıları yazdı. İki yıl kadar sürecek bu dönemde, Fevzi Tara’nın yazılı ve sözlü hâtırâlarından mülhem kaleme aldığı “Yugoslavya’da Müslüman Türk’e Büyük Darbe” başlığını taşıyan çalışma, Boğaziçi Yayınları arasında kitap hâline getirirldi.

1976’da, çok faal bir kalem mesâîsi yaptı. Bir taraftan “Tercüman” gazetesinin Avrupa baskısında köşe yazıları yazıyor; diğer taraftan hocası İbrâhim Kafesoğlu ile birlikte lise birinci ve ikinci sınıfların târih ders kitaplarını hazırlıyordu. Târih dersi müfredâtında yapılan değişiklikle, Türk târihi konularına daha fazla ve hak ettiği yeri vermeyi kararlaştıran Millî Eğitim Bakanlığı, yeni ders kitaplarının yazılması işini de İbrâhim Kafesoğlu, Altan Deliorman ve Yılmaz Öztuna’ya sipâriş etmişti. Bu sipâriş programında, Altan Bey’le Kafesoğlu Hoca’nın birlikte çalışması ve ilk iki sınıfın ders kitaplarının bu ikili tarafından hazırlanması düşünülmüştü. Beklenen kitaplar, programlandığı şekilde piyasaya çıktı. Yıllardır, bütün bir milletin hasretini çektiği bu kitaplarda; Türk târihi, ilk devirlerden başlayarak Türk çocuğunun bilmesi gereken haslet ve vasıflarıyla ele alınıyordu.

Bir kısım ideolojik çevreler tarafından hazımsızlıkla karşılanan yeni târih ders kitapları, 1978 yılı başında, türlü entrika ve pazarlıklarla kurulan Ecevit Hükûmeti’nin hışmına uğradı. Önce bahsi geçen müfredat, ardından da târih ders kitapları uygulamadan kaldırıldı. Kitapların depolarda bulunan kısmı, hurda kâğıt olarak Seka’ya gönderildi. 1978’in bir başka gelişmesi de, daha önce Ortadoğu gazetesinde tefrika edilen “Tanıdığım Atsız” yazılarının müstakil kitap hâlinde yayınlanması idi. Bu çalışma, Altan Deliorman’ın biyografi-portre sâhasında ihtisas sâhibi olduğunu gösterdiği gibi, benzeri güzel yazıların da habercisi oluyordu.

1985 yılında, Tercüman gazetesinden ayrıldı ve kendi adına “Gurbette Bayrak” dergisini çıkardı. “Bayrak” kelimesi, her telâffuz edildiğinde Altan Deliorman’ı heyecanlandırmış ve gayrete getirmiştir. 1986’da kuracağı yayınevine “Bayrak” ismini verirken, aynı hazzı duyacaktır.

1988’de “Yeni Orkun” dergisini çıkardı. Orkun geleneğini en iyi bilenlerden biri olarak, ona sâhip çıkmanın üstün şuûru, Altan Deliorman’a her zaman vazîfeyi îfâ etmenin huzûrunu vermiştir. 1989 yılında, Yeni Orkun’da yayınladığı makâlelerden “Türk-İslâm Sentezi ve Türkçülük”, “Homeros Kimin Atası?”, “Bugünkü Mânâsı ile Bozkurt”u, “Üç Makale” adıyla kitap hâline getirdi. Bu kitapta yer alan makâlelerden ikisi, 2009 ve 2010 yıllarında “Tarih Boyunca Türkçülük” ve “Türk Kültüründe Bozkurt” adlarıyla kitap hacmine ulaşacaklardır.

1990’da, yeni müfredâta uygun biçimde yazıp yayınladığı “Tarih Lise-I, II, III” kitapları, uzun yıllar okullarımızda okutuldu. 1993’de, “Genel Türk Tarihi –I, II, III”, 1995’de “Osmanlı Tarihi-I, II”, 1996’da da “Millî Tarih-VI. VII” ders kitaplarını yazdı.

1997’de, Bir komisyon tarafından hazırlanan “Sosyal Bilgiler-VI, VII” ders kitaplarının târihle ilgili kısımlarını hazırladı. Aynı yıl, muhtelif dergi ve gazetelerde vaktiyle yayınlanmış biyografi-portre yazılarını “Sessiz Bir Ses” ve “Kırık Kanatlı Jön Türk” isimleriyle kitap hâline koyup okuyucusuyla buluşturdu. 1998’de “Orkun” dergisini yeniden çıkarmaya başladı. Dergi, dağıtımda yaşadığı sıkıntılar yüzünden 2006 yılında 101. sayı ile basılı şekline son verdi. İnternet versiyonu, hâlâ devâm ediyor.

2004 yılında “Işıklı Hayatlar” isimli eseri, Kubbealtı Neşriyâtı arasında yayınlandı. Ekrem Hakkı Ayverdi, Nihâd Sâmi Banarlı ve Sâmiha Ayverdi’yi anlattığı bu eseriyle, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından biyografi dalında birinci seçildi. 2008’de, yeni biyografi-portre yazılarından bir demet, “Türk Yurdunun Bilgeleri” adıyla Timaş Yayınları arasında kitaplaştı.

2009’da “Türk Kültüründe Bozkurt” ve “Osmanlılardan Önce Türkler” isimli çalışmaları yayınlandı. Ertesi sene de “Tarih Boyunca Türkçülük”le “Osmanlı Çağı”, Altan Deliorman’ın kalem mesâîsiden kitap olarak çıktılar. 23 Ekim 2010 günü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğü tarafından “Altan Deliorman’a Saygı Günü” tertîb edildi. O günün hâtırâsına, Altan Bey’in en yeni çalışması olan “Bulgaristan’da Türkçe Basın”, programa gelenlere dağıtıldı ve yazarı tarafından imzâlandı.

Türk Dil Kurumu’nun sipârişi olarak, büyük emeklerle hazırladığı “Atsız” çalışması, ne hikmetse, TDK tarafından yayınlanmadı. Bu gelişme, kendisini haddinden fazla üzdü. Bir başka yayıneviyle anlaştı. Fakat, eserinin yayınlandığını göremedi.

Son aylarında, hâtırâlarını kaleme alıyordu. 1960’lı yıllara kadar getirdiği bu fevkalâde mühim mesâî, maalesef yarım kaldı. Keşke tamâmını yazabilseydi de, onun usta kaleminden okuyabilseydik. Kısmet değilmiş. Lâkin, yarım hâliyle de, bu hâtırâların kâğıda aktarılıp kitaplaştırılmasında büyük isâbet kaydedilkecektir.

“Bir âlimin ölümü, bir âlemin ölümüdür.” sözü, Altan Bey’in vefâtı karşısında hem bir def’â daha haklılık kazanıyor, hem de aczini söylüyor. Zîrâ o, âlim olmayı fazlasıyla hak eden hürmetli mesâîsinin yanında, çok cepheli bir san’atkârdı. Herhâlde, Altan Deliorman, nâçiz vücûdu ile berâber birden çok âlemi de peşine takıp götürdü.

Fevkalâde bir zekâ, aynı ölçüde bir kaleme hükmetme gücü, Altan Deliorman’ın şahsiyetine ömür boyu renk oldu. Birçoğumuzun “kâbiliyet” deyip geçtiği vasıflar, onda yirmi dört âyâr cevher kıymetindeydi. Türkçülük fikrinin en sebatkâr ve bunu eserlerle takviye eden neferi olmak gibi mümeyyiz özelliği, mensûbu olmakla her zaman iftihâr ettiği büyük Türk milletinin kadirşinas gönlünde, ebediyet mevkiine çıkmıştır. Allah rahmet eylesin, durağı cennet olsun..

 

Orkun'dan Seçmeler