Ana Sayfa 1998-2012 Işbara Şad

Işbara Şad

YANI başımızda yıllardır bir şeyler oluyor, ama her ne hikmetse biz kafamızı kuma sokmaktan başka bir şey yapmıyoruz. Dünyada tek dış politikası olmayan bir devlet var ise, o da maalesef Türkiye’dir. Tutturulmuş, büyük Atatürk’ün “yurtta sulh, cihanda sulh” sözü, anlamlı ya da anlamsız gevelenip duruluyor. Halbuki, Mustafa Kemal “yurtta sulh, cihanda sulh” derken, Hatay’ı ana vatanımıza katıyordu; ömrü vefa etseydi Musul da bu sınırlara dahil olacaktı. Fakat ne yazık ki bu gerçekleşmedi ve ondan sonra gelenler de geleceği göremeyen korkak ve basiretsiz insanlardan ibaretti.

Belki Türkiye’den daha önce Türk yurdu hâline gelmiş olan Irak’ta yaşayan Türkler bugün varlık ve yokluk savaşı vermek üzereler ki, Türkiye’de belirli bir kesimin dışında, dünyanın umurunda değiller. Bilindiği üzere. I. Dünya Savaşı’nda, Irak bölgesi İngilizler tarafından işgal edilmiş olmasına rağmen, İngiliz kuvvetleri Türkler tarafından birkaç kez mağlûbiyete uğratıldıkları hâlde, savaşın sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi’ne göre, Türkler yenik sayılmış ve cihan devletinin pek çok yerinde olduğu gibi Irak’tan da çekilmek zorunda kalmışlardı.

Genç Türkiye Cumhuriyeti, bir Kurtuluş Savaşı verdikten sonra, Misak-ı Millî hudutları dahilinde olan Musul meselesi, Türk ve İngiliz hükûmetleri arasında çözümlenememiş, bu yüzden problem Lozan Konferansı’na intikal etmiş, buradan da bir netice çıkmamış ve malûm sebeplerden dolayı (Şeyh Sait’in Kürt isyanı vs.) Türkiye, İngiltere’nin tezini kabul etmek zorunda kalmıştı. Gerçi biz İngilizlerin nasıl fitneci bir kavim olduklarını Kıbrıs meselesinden de biliyorduk. Osmanlı’nın zor bir zamanında geçici olarak Kıbrıs’a gireceklerine söz veren İngiltere, herkesin bildiği gibi hâlâ oradadır. Bundan sonra İngilizlere ve Irak’taki manda krallığa bir emanet olarak bıraktığımız Türkmenlere, korkunç bir baskı ve zulüm başladığına da şahit olmaktayız.

1932’de Irak krallığı İngiltere mandasından kurtulmuştu, fakat birer İngiliz uşağı olan I. Faysal ve Nuri Said tam bir Türk düşmanı oldular. İngilizlerin Türkmenleri hiçe sayan ve Irak yönetiminden uzak tutan politikaları, İngilizlerden sonra Irak’ı yönetenler tarafından da aynen takip edildi. 1937 yılında, Sâdabat Paktı vesilesiyle Türk Dışişleri Bakanının (Tevfik Rüştü) Kerkük’ü ziyareti söz konusu olmuştu. Türk’e ve Türkiye’ye o derece bağlı olan Irak Türkleri, abartısız Türk heyetinin arabalarını bile o uzlarında taşımışlardı. Türkiye’ye karşı beslenen sevgiden korkan Irak hükûmetleri bu tarihten sonra, Türkiye’den gelen hiçbir heyeti Kerkük’e sokmamaya özen gösterdiler.

Kanlı bir ihtilâlle, 14 Temmuz 1958 tarihinde Irak’ta krallık rejimi devrilerek yönetimi Abdülkerim Kasım ele geçirdi. Türkler rahat bir nefes alacaklarını zannederlerken, hayâl kırıklığına uğradılar. Diktatörlüğe çok hevesli olan Abdülkerim Kasım, Uffeyli diye adlandırılan Acem-Kürt karışımı bir soydan geliyordu. Kürtlerin lideri Molla Mustafa Barzanî’yi Irak’a davet etti. 7 Ekim 1958 günü, 11 yıldan beri Rusya’da bulunan eski terörist Molla Barzanî Irak’a döndü. Bağdat’ta görkemli bir devlet töreniyle karşılandı. 1959 yılında Musul’da ayaklanan Arap milliyetçilerinin bastırılması olayında Kasım’a yardım ettiği için çok şımardı. Irak’ta pek çok ırktan insan bulunmasına rağmen, Türk idaresinde kaldığı müddetçe bu milletler birbirleriyle çarpışmadan, kardeşçe yaşamasını bilmişlerdi. Kerkük, Barzanî tarafından kurulacak Kürt devleti için en büyük engeli teşkil ediyordu. Savunmasız ve sahipsiz Kerkük Türk’ünü yok etmek, onlar için çok kolay olacaktı. Barzanî ve emrindeki Kürt Demokrat Partisi, Abdülkerim Kasım’dan izin almak suretiyle harekete geçtiler. İlk önce, öteden beri Türkleri koruyan Kerkük II. Tümen komutanı Nazım Tabakçalı’yı idam etmekle büyük bir engelden kurtuldular. Üç binden fazla Türk aydını Turancılık iddiasıyla tutuklandı. Nihayet Irak devriminin yıl dönümü olan, 14 Temmuz 1959 günü komünistler ve Kürtler evlere hücum ederek önlerine geleni kurşunladılar. Binlerce Türk sokaklar ortasında vahşi bir şekilde katledildi. Bu olaylar karşısında Türkiye’nin sükûtu, Kerkük Türk’ünü ikinci bir kez daha katletti.

Kasım’ın diktatörlüğü de fazla sürmedi. 8 Mart 1963’te Abdüsselam Arif karşı bir ihtilâl ile Kasım’ı devirerek başa geçti. Ama o, Suriye ve Ürdün’den yönetilen Baas Partisi’ne karşı duramayarak yönetimi Baaşçılara bıraktı. Baas iktidarı Kürtlere son derece geniş haklar tanıdı. Kerkük Türkleri ise Barzanî’nin elde ettiklerinin onda birini bile istememişti. Onların dileği sadece zulüm görmeden, horlanmadan, insanca bir hayat ile Türklüklerini kaybetmemek gibi basit kültürel haklardan ibaret idi. Aldığı imtiyazlarla yetinmeyen Barzanî’ye karşı Baas iktidarı savaş açmış ve onu İran’a kaçmaya mecbur etmişti.

Baas yönetimi de sonradan rota değiştirerek Türklere verilmiş hakları teker teker geri aldı. Kerkük’te vazife gören Türk memurlarını, bilhassa nüfus idaresinde çalışanları Irak’ın Türk olmayan bölgelerine sürdü. Baas hükûmeti askerî birlikler dışında, bir baskı unsuru olarak 25 bin taraftarını otomatik silâhlarla techiz ederek, Kerkük’e yerleştirdi. Kerkük’ün en büyük kazası olan ve yüzde yüze yakın oranda Türk nüfusu barındıran Tuzhurmatı, Tikrit’e bağlanmış, Tikrit ise bir kaza iken vilâyet hâline getirilmişti. Bundan maksat, Tuzhurmatı’nı Kerkük’ten kopararak Türk nüfusunu azaltmaktı ve Kerkük’ün adı El-Temim olarak değiştirildi. Nihayet 1980’lı yıllara doğru Türklere yapılan baskılar doruk noktasına vardı ve Türklerin lideri durumundaki pek çok kişi idam edildi.

Bugün Irak’ın uluslararası sulara açılan tek kapısı Basra Körfezi’dir. Irak’ın en büyük petrol yatakları Kerkük ve Mecnun havzasında bulunur. Irak’ın en verimli tarım bölgesi de yine Musul, Erbil ve Kerkük’ü de içine alan Dicle-Fırat arasındadır. Dikkat edilecek olursa, adı geçen yerler zamanında Türklerin yoğun olduğu mahallerdir. Günümüzde de Mendeli’den Telafer’e kadar uzanan topraklara Türkler tarafından “Türkmeneli” denmektedir. Moskova’da yetiştirilmiş önderleriyle, komünist düşüncelerini benimseyen Irak ve bağımsız devlet peşinde koşan Kürtler, 2.500.000 Irak Türk’ünü yok etmek için fırsat bekledi ve bu fırsatı da 2 Ağustos 1990’da başlayan Körfez Savaşı’nda yakalayarak, Batılıların yardımıyla Irak’ın kuzeyinde bir devlet kurma imkânını buldu. Irak Türkleri gerek Saddam iktidarının bitmez-tükenmez baskı ve zulmünden, gerekse Batının bu ülkeye uyguladığı ambargo yüzünden açlık ve yoklukla baş başa bırakıldılar.

Şimdi burnumuzun dibinde, başta Amerika ve İngiltere yeniden birtakım oyunlar içine girdiler. En büyük amaçları Türkiye’nin de içinde bulunduğu enerji kuşağındaki ülkeleri kontrol altına almak olan bu Anglo-Sakson dünyası bazı şeyleri oldu-bittiye getirmek isterken, kendilerine yardım etmeleri için Türkiye’ye de baskı yapmaktadırlar. Sözde müttefikimiz olan bu ülkelerin haklı bir gerekçeleri olsa veyahut da yapılacak harekât sonunda Türkiye’nin bir kazancı bulunsa peki diyebileceğiz, ama bu da söz konusu değil. Amerika’nın plânını artık herkes biliyor: Dünyanın en zengin petrol kaynaklarına, burada kurdurduğu Kürt devleti vasıtasıyla hâkim olmak ve Afganistan operasyonunun ardından Orta Doğu’yu da kontrol etmek.

Elbette ki savaş hiçbir zaman savunulması mümkün olmayan bir hâdise. Neticede insan kanının akıtılmasını hiç kimse hoş karşılayamaz. Ancak hangi ülke olursa olsun millî menfaatleri söz konusu olduğunda savaştan kaçınmaz. Bizim ülkemizdeki insanların büyük bir kısmı bilinçsiz de olsa Orta Doğu’daki savaşa karşı çıkmaktadır. İnsanlık açısından baktığımızda bu doğrudur, fakat bir de işin arka cephesi var. O da;

1- Bölgemizde Türkiye’nin geleceğini tehlikeye atan yeni bir devlet teşekkül ettirilmekte,

2- Irak’ta yaşayan 2,5 milyon Türk’ün yaşama hakkı sona erdirilmekte.

Türkiye yanıbaşında olan bu işe müdahale etmediği takdirde, bu iki temel hâdise gerçekleşecek ve Türkiye her bakımdan zarar görecektir.

Türkiye’nin müttefiki konumundaki Amerika, Türkiye’ye ne bir güven, ne de garanti vermektedir. Gerçi Türkiye’yi idare eden iktidar da bu anlaşmalar sırasında işi yüzüne-gözüne bulaştırmış ve mesele sadece paradan ibaretmiş gibi bir tavır almıştır. Türkiye savaşa veya Kuzey Irak’a girmediği takdirde, Amerika’nın açıkça tehdit ettiği üzere Kuzey Irak’ta Kürt devleti resmen ilân edilecek ve tanınacak; belki de birkaç yıl sonra Amerika, İsrail ve yeni müttefiki Kürt devleti Türkiye’ye cephe alacaklar, doğu ve güney-doğusunu parçalama plânını uygulamaya koyacaklardır.

“Bu savaşta biz yokuz” demekle mesele çözümlenmiyor. Bazı CHP’li milletvekilleri ve sanatçı artıkları “Irak’taki savaştan cenazesi gelecek bir Türk askeri için Türkiye’de yer yerinden oynayacaktır” diyorlar. Doğrudur. Ya benim 2,5 milyon Türkmen kardeşim katledilirse hiç mi üzülmeyecekler? Rahat yataklarında nasıl uyuyacaklar? Soruyorum!

Şimdi Orta-Doğu’da savaş başladığına göre, Türkiye her şeyi göze alıp, gerekirse Amerika’ya rağmen Kuzey Irak’a girmeli ve Türkmenlerin can güvenliği ile kendi geleceğini garanti altına almalıdır. Lânet olsun, Irak’ın petrolü lâzım değil, gözümüz de yok. Yeter ki yerlerinde biz olabileceğimiz kardeşlerimize bir şey olmasın. Türkiye Cumhuriyeti’nin beceriksiz ve dirayetsiz siyasetçilerinden hiçbir şey beklemiyoruz. Fakat Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında birinci derecede rol oynayan Türk ordusu eminiz bunları hesap ediyordur.

Benim için bir insanlık görevi olarak, her şeye rağmen Irak’taki Türkler katledilecek olursa ve Türkiye Cumhuriyeti de sessiz kalırsa, bu satırların yazarı olarak bizzat Amerika’ya, Irak yönetimine ve Kürt peşmergelere tek başıma savaş ilân ettiğimi beyan ediyorum.
 

Orkun'dan Seçmeler