İnsan haklarının ilkeleri Fransız İhtilâli’nde ortaya konulmuş, demokrasinin, toplumun ve bireylerin insanca, insan olarak yaşaması için geçirdiği evrelerin sonucunda da dünyanın birçok ülkesinde benimsenerek kabul görmüştür. Hürriyet, kişilik, adalet, kardeşlik ve eşitlik prensipleri içerisinde insanların birbirlerine karşı saygı ve sorumluluk çerçevesinde korkmadan, baskıya uğramadan yaşama prensibine dayanarak yayınlanmıştır.
İnsan hakları kavramının başlangıcını Tevrat ve İncil’de gösteren olduğu gibi, Fransızlar J.J. Rousseau ile Fransız İhtilâli’ne, Amerikalılar 1776 Philadelphia Amerikan İnsan Hakları Beyannamesi’ne atfetmektedirler. Şu gerçeği bilmek gerekir; İnsan haklarının itibarı, ehemmiyeti ve değeri, insanlığın gelişim tarihi içersinde yavaş yavaş gelişmiş, bu gelişmenin insanlık için değer kazanması, müslümanlıkla insanlığa Hz. Peygamberimizin Veda Hutbesi ile mal olmuş ve Osmanlı Devleti’nde uygulanan hukukî ve idarî sistemle mükemmelleşmiştir. Cumhuriyetimizin kurucusu Yüce Atatürk’ün ilk günlerden itabaren Türk insanına ve özellikle kadınlara verdiği, verdirmeye çalıştığı değer ve hakları, bildiğimiz gerçeklerdir.
İnsan hakları kavramı bazı devletlerin anayasalarına XIX. yüzyıldan sonra girmiştir. B. Milletler teşkilâtına üye olan devletlerce de (Irak dahil) bütün insanlığa insanca yaşamaları için gerekli hakları belirten bildiri İkinci Dünya Harbi’nden sonra, 10 Aralık 1948’de imza edilerek yürürlüğe konulması için onay verilmiştir. S.S.C.B., Yugoslavya ve Suudî Arabistan çekimser kalmışlardır.
Beyanname, 17 maddelik Fransız İnsan Hakları ve Vatandaşlık Beyannamesi ile 1776 Amerikan İnsan Hakları Beyannamesi esas alınarak hazırlanmıştır.
Bu kısa giriş ve ön bilgiden sonra, Irak egemenliği altında yaşayan en az 2.5 milyon Türk’ün insan olarak ne kadar hakkı ve hukuku vardır, şu üç önemli noktaya işaret ederek inceleyelim:
1. 1948’de Irak devleti İnsan Hakları Beyannamesi’ni imza etmiştir. Bugün dikta ile idare edilen bu ülkede, hak hukuk tanınmaz, bir adamın iki dudağı arasından çıkan söz kanundur. B. Milletler o ülkede insanlara, özellikle de Türklere uygulanan insanlık dışı muamelelere bakac ağı veya dile getirip şu veya bu şekilde yardım edeceği yerde, büyük ve hâkim devletlerin çıkarı için yaptırımlar ve çıkarlar peşindedir.
2. Kürt devletinin sınırlarını çizen, Türkleri bilerek, bilinçli olarak ikiye bölen Güvenli Bölgedeki Birleşmiş Milletler teşkilâtı, Güvensiz Bölgeden yani Kerkük’ten Güvenli Bölgede bulunan Erbil’e gelen, kaçan, göç eden Türkleri orada tanımıyor, problemleri varsa Kürt Hükûmetine müracaat etmelerini öneriyor. Birleşmiş Milletler teşkilâtı, bu davranışı ile bölgedeki Kürt Hükûmetini ve Kürdistan’ı tanır işareti vermek istemekte, Türkiye bu duruma âdeta seyirci kalmaktadır. Nitekim, ilân edilen son Kürt Hükûmetine herhangi bir tepki gösterilmemiştir.
3. Güvenli Bölgede bulunan siyasî teşkilâtlar, bugüne kadar Türkmenlere yapılan insanlık dışı uygulamaları neden, niçin Avrupa İnsan Hakları Mahkemelerine götürmediler, götüremediler?
İhlâllere gelince:
Bilindiği gibi, Irak devleti kurulduktan 20-25 yıl sonra İnsan Hakları Beyannamesi’ni imzaladı. O güne kadar geçen zaman içerisinde, 1922-1948 yılları arasında, Türkler bugünkü kadar olmasa da yine katliâmlar, tutuklanmalar, sürgünler yaşadı. 1924, 1933, 1944 katliâmları,1938’deki tutuklanmalar ve sürgünler gibi.
Varlıkları Irak devletinin kuruluşundan beri Irak anayasasında olmayan, diğer azınlıklar gibi Lozan’da veya Ankara Andlaşması’nda tescil edilmeyen Türkler, Irak devleti tarafından dün olduğu gibi bugün de tanınmıyor, inkâr ediliyor.
Varlıkları Anayasada olmayan bu toplumun istenecek hiçbir hakkı olmayacaktı. Nitekim okulu hiçbir dönemde olmadı (geçiş dönemi hariç, zaten Osmanlı dönemi hâkimiyeti tam geçmemiş okullarda Türkçe okunurdu). Kürtler, kendi bölgelerinde Kürtçe okurken Türklere yasak konulmuştu. 1970 yılında Türklere kültürel haklar tanındı, fakat bu haklar kâğıt üzerinde kaldı. Kısa süre sonra kaldırıldı, çalışan veya destekleyenlerin sevinçleri ağır bedellerle ödendi: tutuklanmalar, işkenceler, sürgünler ve idamlar.
Bu durum İnsan Hakları Beyannamesi’nin 1. Maddesine aykırıdır ve bu maddenin alenen ihlâlidir. (Madde: 1. Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler).
Seyri takip edersek 1959 katliâmı, arkasından ardı arkası kesilmeyen tutuklanmalar, işkenceler, haysiyet kırıcı cezalar, muameleler ve haraketler döneminin başladığını görmekteyiz. Bu davranışlar da Beyannamenin 3. ve 5. maddelerine aykırıdır. (Madde: 3. Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır. Madde: 5. Hiç kimse işkenceye, zulme, gayri insanî, haysiyet kırıcı cezalara veya muameleye tâbi tutulamaz).
1967’den sonra, yani Sosyalist Baas Partisi iktidarı ele geçirdikten sonra Türk düşmanlığı ve Türkleri imha plânları alenî bir hâle geldi,insanlık ve insan hakları bir kenara itildi. Akla hayâle gelmeyen uygulamalar başladı. Gelişi güzel tutuklanmalar, faili meçhul cinayetler, işkenceler arttı. Bu da Beyannamenin 8 ve 9. maddelerine aykırıdır. (Madde: 9. Hiç kimse keyfî olarak tutuklanamaz, alıkonulamaz veya sürülemez).
1970’ten sonraki Türk soykırımı ve 1980 yılında lider kadronun idamı, arazilerin, tarlaların kamulaştırılıp çok ucuza Kerkük’te yerleşen Araplara satılması, Hükûmetin baskısı ve para teşvikiyle elde eden Araplar yok pahasına elde ettikleri tarla ve arazileri işletememişler ve Kürtlere satmışlardır.)
Türk olan arazi sahipleri hak iddia edecek makam bulamamışlar, direnenler takibata uğramıştır. Bu durumlar Beyannamenin 17. maddesinin a ve b fıkralarının ihlâlidir. (Madde: 17. a- Her şahıs, tek başına veya başkalarıyla birlikte mal ve mülk sahibi olmak hakkına haizdir. b. Hiçbir kimse keyfî olarak mal ve mülkünden edilemez.)
Türklerin dinî ibadet hürriyeti yoktur. Camilerde okunan Cuma hutbeleri yazılıp kontrol altında okutulmaktadır. Türkçe yerine Arapça okunması zorunludur. Bu durum, din özgürlüğüne yani Beyannamenin 18. Maddesine aykırıdır. (Madde: 18. Her şahsın fikir, vicdan ve din hürriyeti hakkı vardır, din veya kanaat değiştirmek hürriyetini, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca açık olarak veya özel surette, öğretim, tatbikat, ibadet ve ayinlerde izhar etmek hürriyetini gerektirir).
Liseyi bitirip yüksek tahsil görmek isteyenler Baas Partisi’ne kayd olmak zorundadır. (Madde: 20. Hiç kimse bir derneğe mensup olmaya zorlanamaz).
Madde 23’ün insanların eşit çalışma konularındaki haklarını belirten fıkralarının hiçbirisine uyulmadığı gibi karşı gelenlere veya hak talep edenlere gözdağı verilmektedir. İnsan Hakları Beyannamesi’nin 26. Maddesi a, b, c fıkraları: (Ana baba, çocuklarına verilecek eğitimin nevini tercih ve seçmek hakkını haizdir) der. Ama nerede o tercih? Değil Türkçe okumak, konuşmak bile yasak.
İş kurmak veya küçük bir dükkân açmak, evini satmak, yeni bir ev veya araba (alım satımın her çeşidi) almak isteyen her Türk, nüfus kütüğündeki Türk kimliğini inkâr eden bir dilekçe verecek ve gecikme cezası olarak bir miktar para ödeyerek yanlışlıkla Türk yazıldığını ama aslen Arap olduğunu beyan edecektir. Nüfus kütüğünde düzeltme yapılıp belge alındıktan sonra, yani Türk olan kişi Arap olduktan sonra işlemi ne ise o olacaktır. Bu bir soy kırımdır. İnsanlar zorla kimlik değiştirilmeye zorlanıyor.
Görüldüğü gibi Irak’taki Türkler insan olarak kabul edilmiyor, 1990 yılındaki Körfez Savaşı’ndan sonra Kuzey Irak’ta yalnız Kürtlere dönük ve onları koruyan güvenli bölgenin dışında kalan yani Saddam’ın egemenliğinde bırakılan Türklere hiçbir yaşam hakkı verilmemektedir. Birleşmiş Milletler ve Türkiye bu duruma seyirci kalmakla yetinmeyip bu baskıdan ve sefaletten göç edenlere de Kürtlere müracaat etmeleri önerilmektedir. Avrupa ve Birleşmiş Milletler’in çifte standardı, Türk nerede varsa insanlık uğruna orada ortaya çıkar. Bizim coğrafyada Zana’lardan başka insan yok ki! Şeyh Sait, bize Misak-ı Millî içersinde olan Kerkük’ü kaybettirdi, Zanalar, Avrupa kapısını inşallah politikacılarımızın dirayetli politikaları sayesinde kapattırmazlar.
İnsan hakları savunucuları, insan, insana saygı duyana denir. Bir an için çevrenize bakın bakalım, bu kutsal toprağımıza kimler diken dikmektedir. Tabanlarımıza batan bu dikenleri sakın Sevr tohumlarını ekenlere güvenerek çıkartmaya kalkışmayın, onlar da insana sizin gözlerinizle bakmaktadırlar. İşte Birleşmiş Milletler’in 2,5 milyon gerçek insan olan Türk insanına nasıl baktığı ortada. Türk olan bu cennet vatanımızda yaşadığınızı sakın unutmayın.