Yeni açıklanan gizli belgelere göre, kamu bankalarının özelleştirilmesini savunan partiler, IMF’den komisyon (rüşvet) alıyor. Buna örnek olarak, Arjantin’de en büyük kamu bankalarını alan Citibank’ın ve Ekvador’da başarılı olan British Petroleum’un işlemleri gösteriliyor.
The Observer gazetesinin muhabiri Gregory Palast, daima uygulanan plânı şöyle açıklıyor: Önce, ekonomik bakımdan zor durumda bulunan bir ülkedeki bütün yabancı sermaye kaçırılıyor. Bu yüzden ülkede ekonomik kriz başgösterince IMF devreye giriyor. Yabancı şirketler için daha iyi ortam yaratacak şartları ileri sürüyor ve kredi vermek için bu şartların yerine getirilmesini istiyor. Yani şantaja başvuruyor. Bu şantaj listesi bazen 102 maddeye kadar çıkıyor. Şartların başında, o ülkenin stratejik kurumlarını satması geliyor (Telekom, Ziraat Bankası, Petrol Ofisi vb. gibi).
IMF ile paralel hareket eden Dünya Bankası, halkın temel ihtiyaçlarını karşılayan kurumların satılmasını dayatınca, kredi almak zorunda olan ülke buna boyun eğiyor. Böylece ülke kaynakları, uluslararası sermayenin eline teslim ediliyor. Bunun sonucunda, ülkede karışıklıklar, isyanlar, yağmalar başlıyor. Görülen örnekler, bu gelişmeyi doğruluyor. Gregory Palast, IMF’nin Arjantin’le yaptığı gizli anlaşmaları açıklarken, ABD’de bile özelleştirilmesi yasak olan içme suyu dağıtımının iflâs eden Enron şirketine verilmesini örnek olarak gösteriyor.
Ekonomik açıdan millî bünyeleri ve sosyal dokuları bozulan ülkelerde halk büyük sıkıntıya düştüğü zaman IMF sosyal yardım fonlarının kaldırılması, emeklilik fonlarının küçültülmesi şartını ileri sürüyor. Halkın önemli bir kısmı aç, işsiz ve perişan iken bu yola gidilince de huzursuzluk son haddine varıyor.
Palast’ın verdiği örnekler şöyle: Endonezya’da geçen yıl görülen halk ayaklanmaları ve ayrılıkçı hareketler IMF, Dünya Bankası ve uluslar arası sermayenin iş birliğiyle gerçekleştirilmişti. Venezuela’da IMF ve Dünya Bankası denetçilerini ülkeden kovan Hugo Chavez bir darbeye maruz kalmıştı. IMF, başkanın görevden uzaklaştırılması hâlinde geçiş hükûmetine destek vereceğini yani darbe “masraf”larını karşılayacağını açıklamıştı. IMF reçetelerini uygulayan Arjantin’de tarihin en büyük ekonomik bunalımı yaşanıyor. Arjantin’deki bunalım, yavaş yavaş diğer Güney Amerika ülkelerini de etkisi altına alıyor. Güçlü bir ekonomik yapısı bulunan Brezilya iflâs tehlikesi geçiriyor. Uluslararası sermayenin uygun gördüğü dengeyi kollamak için IMF bu ülkeye 30 milyar dolarlık bir kredi açılmasını kararlaştırdı. Brezilya, bu krediyi kullanmak zorunda. Ancak nasıl geri ödeyeceği meçhul. Uruguay’da bankalar kapatıldı, halk sokağa döküldü, dükkânlar yağmalandı. Dört yıldan bu yana ekonomik durgunluk yaşayan Uruguay’da Merkez Bankası’nın rezervleri yüzde 75 oranında azalırken Uruguay millî parası olan peso son yedi ayda yüzde kırk değer kaybına uğradı.
IMF konusundaki gizli bilgi ve belgelerin Palast’a verilmesinde, Dünya Bankası eski baş ekonomisti Joseph Stiglitz’in rolü olduğu anlaşılıyor. Stiglitz, görev başındayken, Dünya Bankası’nın, gelişmekte olan ülkeleri şantaja zorlamasını ve ülke kaynaklarının uluslararası sermayeye peşkeş çekilmesini eleştirmiş, bu yüzden Dünya Bankası’ndan kovulmuştu.
IMF ve Dünya Bankası ile ilgili gizli belgeler açıklanınca, bu iki kuruluşun üst yönetimi karıştı. Dünya Bankası Başkanı James Jolfenshon, önce belgelerin sahte olduğunu iddia etti, fakat daha sonra gerçek olduklarını kabul etmek zorunda kaldı.
Endonezya’da, Arjantin’de, Brezilya’da, Ekvador’da ve benzer durumdaki ülkelerde uygulanan IMF reçeteleriyle Türkiye’ye dayatılanlar aynı. Önce yabancı sermaye âniden yurt dışına çekildi, müdahale eden Merkez Bankası’nın stokları önemli ölçüde azaldı ve IMF’nın kapısına gidildi. IMF dayatmaları kabul edilince de bütün halk yüzde 40 oranında fakirleşti, iflâslar çığ gibi büyüdü, işsizlik görülmemiş oranlara çıktı ve kamu varlıklarının satışı için hızlı adımlar atılmaya başlandı. Direnenler tasfiye edildi. Bütün bunlar olup biterken “özelleştirme” için çırpınanların ne kadar “komisyon” aldığını ise kimse bilmiyor. Belki bir gün yeni Palast’lar ve Stiglitz’ler ortaya çıkarsa bunu da öğrenebileceğiz.
ÜLKELER NASIL SOYULUYOR?
ABD’deki ekonomik skandallar arasında ENRON şirketi başta geliyor. Bu şirket, aynı zamanda IMF ile Dünya Bankası’nın gözdesi durumunda. Kalifornia’nın eyalet yöneticisi, ENRON’dan 137 dolara satın aldığı 1 megavat elektriği, bu şirkete sadece 1 dolara geri sattı. Bu işlem defalarca yapıldı ve eyalet bütçesinden milyarlarca dolar hortumlandı. Bu işlere bulaşan kamu yetkilileri ise, işlerinden ayrılır ayrılmaz ENRON’da çalışmaya başladılar.
IMF operasyonlarının en ürkütücü sonuçları Arjantin’de yaşandı. Bu ülke, bütün kamu varlıklarını ve kuruluşlarını, IMF ile Dünya Bankası’nın talimatları doğrultusunda satmaya başladı. Arjantin-Şili boru hattı ve Beunos Aires içme suyu şebekesi bunların başında geliyordu. Göletler bile satıldı. Sonunda Buenos Aires’te içme suyu bulunmaz oldu. Artık musluklardan su akmıyor.
AYAKLANMALAR PLÂNLANIYOR
IMF’nin verdiği krediler sonunda ortaya çıkan tek şey, bazı toplumlardaki kargaşa, yağma ve ayaklanma. Ancak, bu ayaklanmalar da önceden plânlanıyor. IMF bir ülkeyi sıkıştırdığında orada ayaklanma başgösteriyor. Bu durumda bütün yabancı sermaye ülkeden kaçıyor. IMF de krizden yararlanıp, başta, özelleştirmenin hızlandırılması olmak üzere yeni ve ağır şartlar ileri sürüyor.
KARANLIK BİR PORTRE
İngiltere’deki Thatcher kabinesinin eski üyelerinden Lord Wakemah’ın, ENRON’la güçlü ilişkileri var. Bakanlığı sırasında, ENRON’un, İngiltere’deki elektrik santrallarını satın almasına izin vermişti. Bakanlıktan ayrılınca ENRON’da yönetim kurulu üyesi oldu. Ayrıca, bakanlığı döneminde aldığı danışmanlık ücreti de ödenmeye devam etti. ENRON skandalı patlak verince, bu şirketin hesaplarını inceleyecek bir müfettişler kurulu meydana getirildi. İşin tuhafı şu ki, Lord Wakemah şimdi bu kurulun başına getiriliyor. Tam bir danışıklı döğüş.
İngiltere’nin ortasındaki içme suyu şebekesinin ENRON’un mülkiyetine geçmesini de Wakemah tezgâhlamıştı. Şimdi İngiltere’de yeni bir kanun çıkarılıyor. Özel mülkiyetteki arazilerde bulunan 800 yıllık, hattâ Roma döneminden kalma kuyulara bile su saati takılacak. Kimse kendi suyuna sahip olamayacak.
Bizde son olarak ortaya çıkan skandalı da bu açıdan değerlendirmek lâzım. Kemal Derviş döneminde, onun yönetimindeki BDDK’nin, İnter Yatırım’ı Necati Yağcı’ya satılmış olduğu ortaya çıktı. Daha sonra, Kemal Derviş bakanlıktan ayrılınca, Necati Yağcı’nın kendisine tahsis ettiği binayı ve arabaları kullanmaya başladı. Skandal patlak verince de, alelacele bunların kiralanması (!) yoluna gidildi.
Necati Yağcı, Derviş’i çok mu seviyor? Eğer öyle ise, bu sevginin temelinde İnter Yatırım’ın satışı yatıyor olmasın!
Bu arada, Yağcı’nın Amerika Birleşik Devletleri ile iş ilişkileri de ortaya çıktı. Necati Yağcı, ABD’nin birçok ülkedeki elçilik ve istihbarat binalarını yapan bir müteahhit. Kemal Derviş’in ABD ile olan yakınlığı da malûm.
Mardinli iş adamı Necatı Yağcı’nın, Kemal Derviş’in damadı Emre Kızıl’ı kadrosuna alması da İnter Yatırım’ı satışına bağlanıyor.
Böyle Sıcak ve “akçeli” ilişkiler gün ışığına çıktığında, sorumlunun -en azından- siyaseti bırakması gerekiyor. Ama, böyle bir ışığı gören yok.
Türkiye’deki Wakemah’ların kimler olduğunu tahmin edebiliyor musunuz?