ANAP’ın sayın lideri özellikle AB konusunda hükûmete ve kamoyuna tek başına hükmetmeyi kafasına koymuş bir kez. Esiyor, gürlüyor.
Başbakanın ve hükûmet ortağı diğer siyasî parti liderinin bile kolay kolay “sindiremediği” konularda çıkışlar yapmaktan çekinmiyor.
Çekinmiyor, zira uyumsuzluğun gittikçe arttığı; siyasî, ekonomik çöküntünün ağırlığını hissettirdiği bu ortamda hükûmetin başı tarafından, hükûmet ve devlet politikalarına aykırı konuşma hakkına sahip olmadığı başbakan yardımcısına hatırlatılmıyor. Ya da hükûmetin dağılmasından kaynaklanan cesaretsizlik ve çaresizliğin etkisi ile olsa gerek ki suskun kalınıyor.
Sayın başbakan yardımcısının ulusal politikalara bizce aykırı bu tavırlarının altındaki sebep ne ola ki?
•••
Ağustos 2001’deki ANAP Genel kongresinde “Ulusal Güvenlik” konusunu tartışma ortamına taşıyan sayın lider, ne pahasına olursa olsun AB’ne giriş sürecindeki dayatmaların gözü kapalı kabulünden yana bir tavır sergiliyor.
MGK’nın tartışılmaya açılması, MGK Genel Sekreteri sayın Org. Tuncer Kılınç’ın AB ve alternatifleri konusundaki ifadelerinin çarpıtılması, basına yansıyan karşı çıkış ve görüşlerle TSK karşıtı bir hava yaratılması; AB’nin uyumsuzluk görevlisi Karen Fogg’un e-postalarının kamuoyuna duyurulması karşısında AB yanlısı mesajlarını Türk insanı unutmayacaktır.
TÜSİAD’ın AB’nin isteklerini gözü kapalı kabulden yana tutumuna verdiği destek mesajları; Kıbrıs konusundaki T.C. hükûmetlerince oluşturulan millî devlet politikasının AB’nin taviz dayatmaları karşısında sulandırılma gayretleri de bu meyanda unutulmayacaktır.
•••
Paris’in büyük bir tren garı girişinde ayaklar altına yayılmış, birçok fotoğrafla dolu bir haritada “Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, kamuoyuna 38 basın özgürlüğü yok edicisinin yüzlerini takdim eder” açıklamasıyla, Türkiye’deki basın özgürlüğünün sözde yok edicisi olarak genel kurmay başkanımız Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun haritanın üzerindeki fotoğrafını, birçok ülkenin diktatörlerinin fotoğraflarıyla bir arada verdiğini medya haberlerinden biliyoruz.
Bu haber karşısında sayın ANAP liderinin önemsemez ifadesi ibretle, unutulmaması gereken sözler arasında yerini alacaktır.
•••
Ulusal güvenlik şikâyetçisi sayın liderin bazı ifadelerini alt alta sıralarsak:
“Avrupa trenini kaçırırsak 10 yıl sonra ulusal bütünlüğümüz tehlikeye girebilir!”…
Yani ya AB’ye girip var olacağız…
Ya da yok olacağız!…
Peki, AB’nın dışında kalan öteki devletler ne yapacaklar? Dünyada yaklaşık 200’e yakın devlet var, bunun tümü yok mu olacak?
Soru cevapsız!..
•••
Haziran sonuna kadar “gereken adımları” atmazsak maazallah bütünlüğümüzü korumayı başaramayacağımız gibi, önümüzdeki yıllarda yabancı sermaye gelmeyecek, işsizlik sürecek, Balkan ülkeleri bizi kat ve kat geçecek. O hâlde AB ne isterse verelim!
Peki bu şartları yerine getirmek hususunda üyeliğe karşılık (ulusal egemenliğimizden) verilecek tavizlerden neden söz edilmiyor?
Bu ifadeler tarihin tozlu sayfalarında yerini alacaktır.
•••
“10 yıl sonra Kıbrıs’ta bulundurduğumuz asker sayısı oradaki Kıbrıslı Türklerin sayısından çok daha fazla olacak”…
Bu ifade, bir panelde bir konuşmacı tarafından veya bir medya mensubunca belli bir plâtformda bir görüş, bir kehanet olarak belki dile getirilebilir. Ne var ki Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti Başbakan Yardımcısının; Kıbrıs görüşmeleri gündemin en sıcak maddesi iken, bir görüş olmaktan öte âmir hüküm olarak beyan etmesi, nutuk atması ülkenin ulusal çıkarlarını, pazarlık gücünü kırmaktadır.
•••
Kofi Annan’ın Kıbrıs’ı ziyareti öncesi T.C. Hükûmeti ve devlet yetkilileriyle müştereken yürütülen KKTC millî politikası konusunda görüş teatisinde bulunmak üzere Ankara’ya gelen sayın Denktaş’ı şok eden bir açıklama sayın ANAP liderinin ulusal politikalara aykırı son armağanı olmuştur.
Bu beyan tabiî ki AB’ne, Rumlara ve Atina’ya göre olumlu karşılansa da Türk kamuoyunca Karen Fogg’un açıklama ve beyanlarından daha ağır gelmiştir milletimize.
Kıbrıs Rum Yönetimi ve KKTC arasında yürütülen ikili görüşmelerde sayın Denktaş’ı yetersiz bulan bu tarihî demeç unutulmaması gereken bir beyandır:
“- Denktaş Türkiye’ye yardımcı olmak istiyorsa, ‘daha uzlaşmacı’ olmalı”ymış.
Sayın Denktaş’ın 29 Nisan da Klerides’e verdiği 22 sayfalık pakette, Kıbrıs’ta iki ayrı devleti öngören Türk politikasına uygun, İsviçre anayasasının bir maddesinden esinlenen bir öneri yer alıyor. Ve 22 Sayfalık bu paket yüzünden sayın Denktaş Kıbrıs Millî Mücadelesine baş koyanlarca eleştirilirken ve bu politika Ankara’da T.C.’nin Sayın hükûmet yetkililerince müştereken oluşturulmuşken, Sayın Denktaş’ın “uzlaşmazlıkla” suçlanması, daha esnek olmasını talep etmek biraz haksızlık olmuyor mu?
Sayın lider bu haksız beyanı ile yasalar izin verse adaylığını neredeyse Brüksel’den koyacak keskin bir demokrat havası mı yaratmak istiyor acaba?
•••
“Daha fazla yumuşarsan, Rumlar istedikleri gibi Ada’nın meşru hâkimi olurlar”; diye nezaketle cevap veren sayın KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş oynanan AB oyununun (trajedi mi, komedi mi olduğu pek belli olmayan) farkında olamayan gözleri aralayabildi mi acaba?
•••
Ve bu beyanların Karen Fogg’un Kıbrıs Türklerinin Denktaş’a, KKTC varlığına ve Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı isyana teşvik ettiği bir ortamda yer alması bir rastlantı mı acaba?
•••
Türkiye’yi demokrat Avrupa’ya taşımaktan ve de Kıbrıs’ı gözden çıkarmaktan, hattâ ulusal güvenlikten şikâyetten sorumlu zihniyetin siyasî etkileri sonucu bazı gazeteci ve işadamları sistematik bir biçimde “asker AB’ye karşı” fikrini işliyorlar. Gerçekte askerin AB ile “normal ilişkilere” karşı olmadığını çok iyi bildikleri hâlde bu yalanı sırf Türkiye’nin AB’ye tek yanlı bağlanmasına askerin evet demesini sağlamak için baskı ortamı yaratıyorlar.
Karen Fogg belgelerinde bu gayretlerin gözler önüne serildiği gibi.
Bu çalışma meyanında basının dördüncü kuvvet olduğunu unutanlar beşinci kol görevini yerine getiriyorlar.
Geçen yıl AGSP konusunda “tek yanlı bağlanalım” diyenler olmuştu, bu lobi çalışmalarını yürütenler gayretlerini Türkiye’nin şu anda yıpranmamış tek kurumu olan TSK’ni yıpratmaya hasretmiş gözüküyorlar.
•••
(MASK) Millî Askerî Strateji Kavramını değerlendirirken (Orkun Eylül 2001 sayı 43, Ulusal Güvenlik Hususunda Takıldıklarımız) bölgedeki Amerikan çıkarlarının bu konsept ile çeliştiğini saklamadan ifade eden CIA yetkilisi Albay Michael Robert Hickock’un makalesinin son bölümünde orduya yönelik uluslararası yıpratma kampanyasının temasını kullanarak TSK‘ne aba altından sopa gösterme gayretlerini dile getirmiştik.
Acaba son gelişmeleri bu çerçevede değerlendirmeye çalışsak haksızlık mı etmiş oluruz?
•••
AB’ne giriş için Türkiye’deki demokrasiyi yeterli bulmayan ve de ulusal güvenliği başa belâ görecek kadar keskin demokrat zihniyetin bu kabil faaliyetleri sürerken; Türkiye’nin turizm tanıtımını yapması için parasını milletimizin ödediği bir İsveç gazetesinde (Aftonbladet) yayınlanan turizm ilânındaki haritada Güneydoğu bölgemizin Kürdistan olarak gösterildiğini; İsveç’teki büyükelçimiz Selim Kuneralp’ın bu konuya yaklaşımını, değerlendirmesini de öğrenmiş olduk.
Hayret etmedik.
•••
Daha iki ay önce İsveç büyükelçisi Anne Dissmor İzmir’de düzenlenen “İsveç İş Kültürü Günü” toplantısında bir kitap dağıtmıştı. Önsözü İsveç başbakanı tarafından kaleme alının kitapta şu veciz tespitler yer alıyordu:
– Türk kelimesi bir ulusu değil, bir dili ifade eder… Türkler ve Kürtler 1. Dünya Savaşı sırasında Ermenileri katlettiler…
Türk milletini yok sayan kafanın haritaya Kürdistan yazması bizi tabiî ki şaşırtmayacaktır.
İsveç Dışişleri Bakanı Anna Lindth’in fırsat bulduğu her konuşmasında Türkiye’ye hakaretler yağdırmasının yanında bir haritanın lâfı mı olur?
•••
Karen Foog e-postaları açıklandığında ismi gündeme gelen Türkiye Cumhuriyeti’nin İsveç büyükelçisi Selim Kuneralp’ın tepkisine hayret etmediğimizi ifade etmiştik. Millî Mücadele’nin karşısında yer alan vatan haini Ali Kemal’in torunu Selim Kuneralp’ın Bayan Fogg’a yazdığı aşağıdaki şu e-postayı Türk kamuoyu basından öğrenmiştir:
-” Sevgili Karen, dünkü mesajımda yanlışlıkla büyükelçiliğin e-posta adresini kullanmışım. Hâlâ geçerli olan eski adresime yazmaya devam etmen gerek. Yoksa senin mesajlarını burada herkes okuyabilir…”
İşte bu özel yazışmaları açığa çıkaran büyükelçimizin İsveç’teki harita skandalındaki sözleri:
“- O haritada (Kürdistan ismi konarak) Kürtlerin yoğun yaşadığı yerler buralarıdır denmek isteniyor. Hukukî ve siyasî geçerliliği yoktur. Kaldı ki öyle olsa bile ne yapabiliriz bilemiyorum. Bu olayı mahkemeye götürsek, sanırım burada kıyametler kopar. Ve mahkeme, orası Kürdistan bölgesi diye karar bile verebilir”…
İçimizdeki işbirlikçilere artık şaşırmıyoruz. Bu yüzden bu ifadelere ne diyebiliriz ki? Bravo büyükelçimize!.. İsveç Dışışleri Bakanı Bayan Lindth konuşsa bundan daha iyi savunma yapamazdı!..
•••
Abdullah Öcalan’ın ifadelerinde adı geçen, bir ara Türkiye’ye girmesi yasaklanan Alman dışişleri bakanlığının finanse ettiği Alman Doğu Enstitüsü müdürü Udo Steinbach 15 Eylül 1998’de Katolik kilisesine bağlı Lingen Akademisinde verdiği “İslâm’ın Avrupa için önemi” konulu konferansında aynen şöyle diyordu:
“- Sorun, Atatürk’ün bir paşa fermanıyla yarattığı yapay ürün Türk Devleti ve Türk ulusudur…
Böyle bir ulus yoktur… Olmadığını Türkiye’de yaşanan Kürt-Türk, Müslüman-Lâik, Alevî-devlet çatışmalarında görmekteyiz. Bu uyduruk ulusu Atatürk nasıl kurdu?: Önce Ermenileri yok ettiler. Sonra da Rumları; Kürtleri şu güne kadar neden yok etmediler bilinmez”…
Udo Steinbach’ın, tarih bilincinden ve insanlıktan nasibini alamamış bu sözlerini, İsveç büyükelçisi Bayan Dissmor’un dağıttığı kitapçıkta yazılanlarla karşılaştırın, İsveç’teki gazetedeki ilânla karşılaştırın, bakın bakalım en ufak bir anlayış farkı var mı?
Yoktur, bulamazsınız…
Kafa aynıdır. Batının devam edegegelen Şark meselesi için kafa yoran Haçlı kafasıdır bu!..
•••
Önümüzdeki günler AB, Kıbrıs, AGSP konuları gündemde ağırlığını koruyacaktır. Alman vakıflarının Türk siyasî hayatı üzerindeki etkileri, çalışmaları, misyonerlik konusunun alıp başını gitmesi, yolsuzluklar ve kaldırılan ve her taşın altından çıkan tanıdık simalar ve de 1989’dan itibaren siyaseten yükseltilen, önü açılmaya çalışılanlarla, bunlara bel bağlayan bürokratların Türk devlet yapısını tahribi gündemde olacaktır.
Siyasetin kirletilmesine, millî çıkarların göz ardı edilmesine seyirci kalınamaz.
Millî egemenlikten taviz söz konusu olamaz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal bütünlüğü ve var oluşu AB’ye bağlanamaz, böyle bir görüş kabul edilemez.
Türk milleti siyaseten yanlışların içerisinde yer alan siyasîleri ve onların etkisindeki, görevlerini yerine getiremeyen bürokrasiye gereken cevabı demokratik teammüllere uygun olarak sandıkta verecek, hukuk yolunu işletip hesap soracaktır.
Kimsenin gücü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yıkmaya yetmeyecektir.
DİL BİR; BAYRAK BİR; MİLLET BİR; VATAN BİRDİR.
CİHAN DURDUKÇA, TÜRK VATANI BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜNDÜR.