ERTUĞRUL SÖĞÜTLÜ
Ona, akademik çevrelerde “Motun” diyorlarsa da, Türk millî hançeresi bu Çin kokulu kelimeye pek iltifat etmeyerek “Mete” sözünü kâim eylemiştir.
Merkezî Asya’nın Türk bahçesinde açan ilk güllerden olan Mete, Asya ile berâber Dünyâ’yı da merkezden görüp idâresine almıştı. “Cihângîr” tâbirinin içini hakkıyla doldurma bahtiyârlığı, yine ilk def’â ona nasîb olmuştu.
Mete Hân, vatan toprağına mukaddes libaslar biçen usta bir terzi olduğunu, Çin elçilerinin küstahlıkta m mertebe tanımayışları karşısında, cümle âleme isbât etmişti.
O, kendisine yakıştırılan nice meziyet ve fazîlet arasında, Türk ordusunun teşkilât, düzen mîmârı sıfatıyla, müstesnâ bir rütbeyi omzuna takmıştır.
“Mete” demek, biraz “Mehmet” demektir. Hattâ, bu, tamamen böyle kabûl edilebilir. “Muhammed”den “Mehemmed”e, oradan “Mehmed”e, “Mehmet”e ve nihâyet “Mehmetçik” güzelliğine uzanan etimolojik merhalelerin hepsinin altında, pırıl pırıl bir “Mete” söyleyişi vardır.
Mete, babasının icraat ve siyâsetini yetersiz buluyor ve aslâ tasvîb etmiyordu. Baba-oğul arasına giren üvey anne kaprisi, hilesi, Mete’ye iktidar yolunu açan bahâne gibi görünse de, esas oğul itirâzı, Çin’e yumuşak bakan Teoman nazarınadır.
Yavuz Sultan Selîm ile Bâyezîd-i Velî’yi, Mete ile Teoman Yabgu’nun yerlerine koyduğumuzda, tekerrür eden bir târih sahnesine şâhit oluyoruz. Yavuz, pek çok yönüyle Mete Hân’dan nişâneler taşır.
Mete’nin kurup yaşattığı Cihân İmparatorluğu, Muhteşem Süleyman’ın semâsına tanıdık satvet selâmları gönderiyor. İyi, güzel ve doğru olarak, Türk millî vicdanına yerleşen bütün gelişmelerde, değerlerde, mutlakâ Mete’den mülhem bir renk, râyihâ hissediliyor.
Mete’nin taşıdığı en büyük ve şeref-bahş sıfatı, ona yakıştırılan “Oğuz Kağan”lık pâyesidir. Türk milletinin tekmil mefkûresini yüreğine yerleştiren Oğuz Kağan’ın, Mete Hân ile tecessüm ettirilişi, boşuna değildir. Mete’de keşfedilen kâbiliyet, bihakkın milletimizindir.
Biz, hepimiz Mete’yiz!..