Ana Sayfa 1998-2012 Hazar kurudu mu?

Hazar kurudu mu?

TÜRK milletinin kaderi Hazar’ın su hareketleriyle bağlantılıdır derler. Hazar ne zaman yükselse Türk’ün bahtı açılır, ne zaman sularını çekse işleri sarpa sararmış. Hazar kurudu gibi geliyor bana…

Başımızda bu er-kekler olduğu sürece de ne Hazar’ın suyu yükselecek ne de Türk’ün bahtı açılacak gibi gözüküyor. Umutsuz değilim! Türk milletinin bu dünyayı adam etmek için görevlendirilmiş bir millet olduğuna iman etmiş bir kardeşinizim. Ben sadece bu er-kekler olduğu sürece diyorum. Bu millet bağrından daha çok Kara Fatmalar, Nene Hatunlar, Hatice Hatunlar çıkarır. Tarihimiz onların kahramanlıkları ile doludur.

II. Mahmut devrinde, Rusların 1828 Şumnu kuşatmasında erkek elbiseleri giyip cepheye koşan, genç kızın kahramanlık destanını duymayan bir er-kek var mı? Kırım Savaşı’nda, 1854’te ordu kumandanı Musa Paşa Silistire kuşatmasında şehit olunca Kara Fatma kumandasındaki Türkmen obasından yardıma koşan kılıç belde kelle koltukta Sivastopol’da gece gündüz savaşan Türk kadınlarını bilmeyen er-kek var mıdır acaba? 1877’de Trabzon’un Akçaabat ilçesindeki Sargana Deresi’nden karaya çıkmayı plânlayan urusları püskürtmek için ellerinde baltalarla düşmana karşı koyan Rukiye Abla ve Pümür Kızı Ayşe’yi… Ya 8 Kasım 1877’de Aziziye Tabyası’nı kuşatan Ruslara karşı erkeğinin önüne geçip savaşan Nene Hatun’u, Gülizar’ı ve Name kadını… 1918’de Erzurum evlerine baskın yapan Ermenilerin birini yere serip diğerini kaçırmayı başaran Sebile adlı genç k ızı bilmeyen er-kek var mıdır?

Türkiye’nin günümüze kadar ulaşan iki millî politikası vardır. Biri Kıbrıs, diğeri Musul – Kerkük’tür. Erlerin kek olmadığı bir dönemde Millî Misak sınırlarımızda olmamasına rağmen Kıbrıs’ta gerekeni yapmıştık.

Bugün ise bol bol kırmızı tebeşir kullanıyor, çok lâf yapıyor. ama görev ve sorumluluklarını yerine getirmiyor günümüzün er-kekleri. Vallahi ben Yunan olsam hemen bugün kıta sahanlığını 12 mile çıkarırdım. Ne olacak, netice itibariyle Türkiye’den destroyer yerine irtibat subayı gönderirler diye düşünürdüm. Umarım yanılıyorumdur ama urum elinde şimdi askerî, siyasî bütün meclislerde Türkiye’nin kırmızı çizgilerinin aslında mor olduğu konuşuluyordur.

Şimdi bakın Kürtler Saddam’ın tanklarını, uçaksavarlarını, ağır silâhlarını tırlara yükleyerek kendi bölgelerine götürdüler. Duyduğumuza göre tankları kullanacak adamların yetiştirilmesi için de Zavita’daki peşmerge birliğinde eğitime başlamışlar. Birçok ağır silâhın da PKK-KADEK terör örgütünün Suriye-Irak sınırındaki dağlık bölgede yeni açtığı kampa gönderildiği biliniyor. Bu çizgiler ne renk beyler? Dünyadaki bütün haber ajansları Kürt grupların Türkmenlere yönelik saldırılarına yer verirken 50 Türkmenin kurşuna dizilerek şehit edildiğini söyleyen Irak Türkmen Cephesi yetkilisi, dışişleri bakanımız(!?) tarafından sansasyon peşinde koşmakla suçlanıyor.

Haberlere göre özel kuvvetlerimiz Kuzey Irak’ta AF-47 hücum tüfekleri, az sayıda Amerikan yapımı M-4 tüfeği, el bombaları, gece görüş dürbünleri, radyo tarayıcılar, tabancalar ve Irak Türkmen Cephesine ait pankartlarla yakalanıyorlar. İhbarı güyya peşmergeler yapmış. Peşmergelerde ne istihbarat varmış da haberimiz yokmuş. Yoksa bu iç kamuoyuna oynanmış bir oyun olmasın? Ben olsam Irak’a silâh sokmakla uğraşmaz, para sokar oradan dilediğim silâhı satın alır dilediğim kişiye dağıtırdım. Özel kuvvetlerden oluşan grubu silâhsız olarak oraya insanî yardım görevlisi gibi yollar, Türkmenlerin arasına karıştırır, hem örgütlenmelerini hem de askerî eğitim almalarını sağlardım. Hazır nüfus ve tapu daireleri de yağmalanmışken kim bu görevlilerin Türkmen olmadığını iddia edebilirdi ki?

Bazı dar görüşlüler olayı “Dimyat’a pirince gidelim derken evdeki bulgurdan olmayalım” atasözü çerçevesinde değerlendiriyorlarsa pek yanılıyorlar. Bu sefer kazın ayağı öyle değil, Dimyat’a gitmezseniz evdeki bulgurdan da olacaksınız.

Kaybetmekten korkmayanlar asla kaybetmezler, en fazla anlık yenilgiler alırlar ama asla ve kat’a kaybetmezler. Onlar gerektiğinde şerefleri ile ölür, binlerce mücadelecinin yetişmesine vesile olur, özgürlük tohumlarını kanları ile sularlar.

Kür-Şad’ı ve otuz dokuz çerisini unutmayalım…

Altı yüzlü yılların ilk yarısıydı. Türk bodunu Çin ülkesinde tutsaktı. Yıllar süren tutsaklık Türklerin ağırına gidiyordu.

Kür-Şad ve otuz dokuz ülküdaşı Türk bodununun hürriyeti ve istiklâli için Çin Hükümdarı T’ai-tsung’nun sarayını basıp, onu tutsak edecek, olmazsa öldürüp, bodunu tutsaklıktan kurtaracaklardı.

Yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyor, tarihin kırk meçhul kahramanı karanlıkta saraya yürüyorlardı.

Biraz sonra savaş başlamıştı. Sarayın içinde Çinli çerilerin başları ile gövdeleri ayrı ayrı dolaşıyordu.

Yüzlerce saray çerisi tamuya yollandıysa da dışarıdan sevk edilen ordu ile basa çıkılamadı. Şehir yakınlarındaki Wei ırmağına doğru çekilen Kür-Sad ve arkadaşları yakalanarak öldürüldüler. En son, ölüm kızı Kür-Şad’ın eline bir sağrak sundu. Kür-Şad bu acı sağrağı gözünü kırpmadan içti. Atının yelesine kapandı.

Sağ elindeki kılıç hâlâ sımsıkı duruyordu. Ettiği yemin aklına geldi. “Gök girsin, Kızıl çıksın. Tanrı Türk’ü korusun” İşte bu bozkurtların ölümü idi. Binlerce Bozkurdun dirilişi için.

Dilden dile dolaşan Kürşad ve otuz dokuz arkadaşının destansı hikâyesi Türk boduna mânevî kuvvet verdi. Bozkurt soylu çerilerin başlattığı bu hareket bir çığ gibi büyüdü ve Türkler tekrar Türk Kağanlığını ihya ettiler.

Bu millet, devleti kurulurken Yunan’ın arkasında şunlar var bunlar var demeden savaştı, kadınıyla erkeğiyle. Dün Yunan’ın arkasında kimler olduğunu umursamadan Kurtuluş Savaşı’nı veren bu millet iki buçuk peşmergenin arkasındakini düşünerek eli kolu bağlı duramaz. Görevliler gerekeni yapmaz ise gönüllüler günü geldiğinde seve seve ölüm kızının sunduğu acı sağrağı gözünü kırpmadan içmeyi bilir.

Tanrı Türk’ü Korusun ve Yüceltsin.
 

Orkun'dan Seçmeler