Ana Sayfa 1998-2012 HARF İNKILÂBINA ÇEŞİTLİ BAKIŞLAR

HARF İNKILÂBINA ÇEŞİTLİ BAKIŞLAR

ARI BİZİZ, BAL BİZDEDİR…

(Türkçenin Bahçesinde Bir Gezinti)-XVIII

Bu sûretle gerçekleşen harf inkılâbını değerlendiren görüşleri, başlıca üç grupta toplayabiliriz:

I- Bizdeki harf inkılâbını, Sovyetler’in Türk zümrelerine uyguladığı alfabe politikasının simetrik muâdili kabûl edenler,

II- İnkılâbın sür’atle tatbik edilmesi yüzünden, târihî kültür mîrâsımızın yeni nesillere aktarılamadığını ve yeni harflerin bâzı Türkçe sesleri karşılamakta yetersiz kaldığını ifâde edenler,

III- Bunun bir “devrim” olduğunu ve bir düzenin yıkıldığını söyleyenler.

Şimdi, bu görüşleri kısaca gözden geçirelim:

I- Bu görüşe göre: “Türk dilinin en büyük mazhariyeti, yayılmış olduğu sâhaların baş döndürücü genişliğine rağmen, bünye tesânüdünü muhâfaza etmiş olmasıdır. Pasifik kıyılarından, Rusya steplerini aşarak, Avrupa ortalarına, Tuna vâdisine, Adriatik Denizi’ne uzanan bölgelerde, Türkçe, hâkimiyetini hâlâ devâm ettirmektedir. Öyle ki, Rûmeli’nin herhangi bir semtinden yola çıkıp çeşitli devlet sınırlarını aşa aşa, Çin’in kuzeyine doğru seyâhat eden kimse, yalnız Türkçe konuşmak sûretiyle Asya’yı dolaşabilir. Moskova’da bile Türkçe işe yaramaktadır. O hâlde, Türk dilinin vâkıa değeri, büyük bir kıt’â dili olmasıyla ifâde edilmek câizdir. Avrupa’nın bir kısmı ile Afrika’da, Türk dil ve kültürünün hâtıraları, türlü baltalamalara mukâvemet etmiştir. Türkçenin bölge adlarıyla anılması, büyüklüğünü engellememiştir.

Atatürk’ün askerî ve siyâsî başarıları, Türkiye’ye âit olsa bile, mazlum milletlere verdiği örnek itibâriyle cihanşümûl bir değere sâhiptir. Fakat, bu cihanşümûl değer; kozmopolitlik, sosyalizm adına, komünizm uğrunda tahrif olunmamalıdır. Çünkü, Atatürk inkılâblarının ağırlık merkezi millî hayat ve şuûrdadır. Bu sebeple, her şeyden önce ve her şeyden ziyâde, Dünyâ Türklüğünü ilgilendirmek tabiîdir. Dünyâ Türklüğü dışındaki mazlum milletler, Atatürk inkılâblarında muhtaç oldukları mânevî dayanağı bulurken, Türklüğün onu ihmâl etmesi, yâhut gerçek mâhiyet ve mânâsı zararına telâkkî eylemesi, elbette vârit olamaz.

Alfabe inkılâbı, Türkiye dışı Türk dünyâsıyla kültür tesânüdünü korumak ihtiyâcının cevâbı olduğu gibi, kültür inkılâbı onun sakınılmaz bir devâmı sûretinde anlaşılmalıdır. Türkiye’deki alfabe inkılâbının simetrik muâdili, Türkiye dışı Türk çevrelerine, Lâti n alfabesinin zorla kabûl ettirilmiş olmasıdır. Sovyetler’in, Türkiye dışı Türklüğü, Türkiye Türklüğünden en kesin şekilde kopararak dil ve kültür tesânüdüne amansız bir darbe vurmak istemelerine, başka türlü mukâbele edilemeyeceği, gözden kaçırılmamak lâzımdır. Atatürk, yalnız Türkiye dışı ve içi Türk kültürünün alfabe konusunda vakit vakit ifâde edilmiş olan ihtiyacını tatmin etmemiştir. Ayrıca ve bilhassa o ihtiyacı istismar eden bir siyaseti boşa çıkarmaya tevessül etmiştir. Kendine mahsus, geniş ve derin olduğu kadar çabuk ve emin tarzda, tarihî kararını alarak eski alfabeyi atmıştır.”(1)

Fakat, Sovyet rejimi, Lâtin esaslı bir alfabenin Türkiye’de kabûl edilmesi üzerine, Türklüğü parçalama ve sindirme politikasının bir devâmı olmak üzere, yeni alfabe değişikliklerine başvurmuştur.

Falih Rıfkı’nın ifâde ettiğine göre (Dünya gazetesi, 10 Ekim 1965, Biten Türklük başlıklı yazı): “Le Figaro yazarı Robert Lacontre, Sovyet rejiminin hüküm sürdüğü Türk ülkelerini baştan sona dolaşarak vâkıayı (Türklüğü sindirme ve yok etme) Cihân’a ilân etmiştir. Bilindiği üzere Kızıl Rusya, Türk adını kaldırmıştır. Som Türklük ülkelerini ayrı cumhuriyetlere bölerek her birinin halkına başka bir toplum sanılışı vermiştir. Her lehçeyi bir dile çevirerek Türkleri birbiriyle anlaşmaz kılmak istemiştir. Figaro yazarının söylediğine göre, bu lehçeleri dilleştiren yazı, önce Lâtin alfabesiydi, fakat biz Türklerin (Türkiye Türklerinin) yazısı da aynı olduğu için (daha doğrusu, aynı olunca), ileride bir dil birliği çabasını önlemek üzere, sonradan bu alfabeyi de Rusçanın Cyrille alfabesiyle değiştirmiştir. Her Türk Rusça öğrenmek zorunda olduğu, her işde Rusça yürüdüğü için, öz dil git gide faydasız kalmak üzeredir.”(2)

II- Harf inkılâbı yüzünden târihî kültür mîrâsımızla bağların koparıldığı görüşünü savunanlara göre ise:

“Lâtin harfleri – bazı düzeltmelere kesin ihtiyaç olmakla beraber – Arap harflerinden üstündür, iyidir. Esasen bugün tamamen benimsenmiş olduğu için, Arap harflerine dönüş, akıldan geçirilemez.

Lâtin harfleri, faydalı bir inkılâb olarak tutmuştur ama, gerçek bir kültür ihtilâline dönüşmeseydi, harf değiştirmenin tedbirleri alınsaydı, Türkiye yükselecekti ve bugün, Dünyâ’nın büyük kültür milletleri arasında idi. Bu tedbirler, en geniş ölçüde alınamamış, harf değiştirmekle birçok mes’ele hâllolundu sanılmıştır. Hâlbuki, sadece kültür ihtilâli olmuş, bir anda, 1928 yılının bilmem hangi son günlerinden birinden itibâren, tarihin en büyük milletlerinden birinin, o günden önceki bin yıllık tarihin en muazzam kültürlerinden biriyle ilgisi kesilivermiştir. Bu ilgiyi devâm ettirmek için alınan tedbirler, alınması icâb eden ve mutlak şart olanların yüzde biri civârındadır.

İşte bütün kültür zavallılıklarımız buradan başlamaktadır. Kolay, düzgün, âdetâ milletlerarası, yazması, dizmesi her şeyi ehven yeni bir yazı… Çok güzel… Bunu, herkes ister. Ama, yazı, bir vâsıtadır, gâye değildir. Öyle olsaydı, 4 yılda ancak gazete okuyacak derecede öğrenilebilen, ilim kitabı okumak için binlerce şeklin bilinmesi îcâb eden, yukarıdan aşağıya ve sağdan sola yazılan – Çin menşe’li – Japon yazısını, büyük inkılâbları arasında, Japonlar bırakıverirlerdi. Ve onlar için, bizde olduğundan çok kolay iştir. Zîrâ, o yazıyla yazılmış Japon kültür eserleri, bizim Arab yazısıyla yazılmış olanların onda biri bile değildir.

Harf inkılâbı, büyük cesâret işiydi. Çeşitli bakımlardan faydası inkâr edilemez. Bir an için aksi iddia edilse, yalnız bir fanteziden ibâret bulunduğu kabûl edilse bile, bugün artık bir dönüş imkânı yoktur. Fakat bu inkılâb şöyle yapılmalıydı (kabûl edilen imlânın Türkçeye uymadığı bir yana): Bin yıllık Arab harfleri ile olan mîrâs, bir programla, hiç olmazsa en fazla yarım asır içinde, tamâmen Lâtin yazısına aktarılmalıydı. Tam ve kritik metin olarak, sâdeleştirilmiş, kısaltılmış, îzâhlı metinler olarak, her seviye için her şekilde. … Bu, yapılamamıştır.”(3)

“Yeryüzünde bir tek memleket gösterilemez ki, orada gençler kazarâ millî kütüphânelerine girerlerse, bir tek eser okuyamadan çıkıp gitsinler.

Böyle bir katliâm, hiçbir memlekette ve hiçbir memleketin târihinde yoktur.

Herhâlde, büyük milliyetçi Atatürk, bugünkü neticeyi bilerek ve isteyerek Lâtin harflerini kabûl ettirmemişti. Lâtin alfabesinin tatbik şekillerindeki ifrat ve hatâlar, aceleler, yanlış istikâmet ve hareketler, daha ziyâde o zamanki maarif makamlarına âit olmalıdır. Hele Lâtin harfleri tamâmiyle yerleştikten sonra, liselerimizde Arap harfleri okutulmasında hiçbir kaanunî mahzur yoktu. Bugün de yoktur.

Almanya’da Lâtin harfleriyle birlikte Alman Gotik harfleri de öğretilir ve bunu bir gerilik (irticâ hareketi) saymak, hiçbir Almanın veyâ başka medenî bir millet mensubunun hatırından geçmez.”(4)

Yeni Türk alfabesinin, Türk hançeresinin bütün seslerini tam olarak karşılamadığı da, pek çok tenkide konu olmuştur. Bilhassa eski yazıdaki “kaf” (kalın-k) ile halk konuşmasında sık görülen “sağır kef” (nazal-n) seslerinin bulunmayışı üzerinde durulmuştur. Lâtin harflerinden bâzılarına da, Batı dillerinde ifâde ettikleri seslerin dışında karşılık verildiği söylenmiştir. Bu konuda, alfabeyi hazırlayanlardan Falih Rıfkı şöyle diyor:

“Yeni alfabede Lâtin yazısı dünyasının ortaklaşa değerlerini değiştiren acayipliklerin kalmasına hâlâ esef duymaktayım. Bunu başlıcası –C- harfidir. Türkçede –J-sesi yoktu. Yabancı dillerden alınma kelimelerde bu ses –C-ye değişmiştir. Candarma, curnal gibi. … Ejderha ile ecnebi kelimeleri pek farklı söylenir. Bir teklif, -C- sesi için –J-yi almak ve –C- harfini de –Ç- sesi için bırakmak, -Ç-yi –Ş- karşılığı kullanmaktı. Herhâlde bugünkü bazı aykırılıklardan kurtulabilirdik”(5)

III- Harf inkılâbını, bir düzen değişikliği olarak yorumlayan “devrimci” görüşe göre de:

“Türk inkılâbının getirdiği birçok yenilikler Avrupa dillerinde belki réforme (ıslahat) sözcüğüyle karşılanabilir. Ama, bu inkılâp (harf inkılâbı), gerçek bir devrimdi. Dokuz yüz yıllık koskoca bir düzen yıkılıp gitmişti”(6)

“Biz İstanbul gazetelerinde her gün yeni yazı örnekleri neşrediyorduk. Açıkça muhalefet yoktu da, muhafazakâr ilim ve edebiyat çevreleri, bu kadar kökten bir değişikliğin aleyhinde idiler. Doğrusunu isterseniz, kandırıcı bir delilleri de yoktu. Bir gün öncesine kadar Osmanlı kütüphanesinin yoksulluğundan şikâyet edenler, şimdi geçmiş hazinesinin ne olacağını soruyorlardı.”(7)

– Prof. Dr. Necati Akder, a. g. e. s. 40-49

2 – Prof. Dr. Necati Akder, a. g. e. s. 54 (Aynı konuda bkz: Prof. Dr. A. Mecit Doğru, Harf İnkılâbında Osmanlı Rus Münasebetleri ve Atatürk’ün Stratejisi, İstanbul, Tercüman Gazetesi, 25 Nisan 1981)

3 – Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi (cilt: XI), İstanbul, 1978, s. 40-41

4 – Peyami Safa, Osmanlıca-Türkçe-Uydurmaca, İstanbul, 1970, s. 58-59

5 – Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s. 404

6 – Türk Dil Kurumu, Dil Devriminin 30 Yılı, s. 18

7 – Falih Rıfkı Atay, Türk Dili Dergisi Anı Özel Sayısı, Ankara, Mart 1972, s. 633

 

Orkun'dan Seçmeler

Bir değerlendirme

Yine Ermeni Patırtısı