TÜRK’ÜN BAĞRINDAKİ HANÇER
“Ermeni soykırımı” adı verilen asılsız iddiaların tasarı hâline getirilerek Avrupa parlâmentolarında kabul ettirilmesi, yurt çapında tepkilere yol açtı. Çeşikli kuruluşlar ve basın-yayın organları bu konu ile ilgili yazılar yayınlayıp programlar yaptılar ve toplantılar tertiplediler. Bu arada, Pendik Ülkü Ocağı da “Türk’ün Bağrındaki Hançer: Ermeni Meselesi” adlı bir açık oturum düzenledi.
Ermeni gürültüsünün ayyuka çıktığı 24 Nisan günü Pendik Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen toplantıya, dergimizin sahibi, tarihçi-yazar Altan Deliorman, Orkun yazı kurulu üyesi Yakan Cumalıoğlu ve Kurultay Gazetesi yazarı Muhittin Nalbantoğlu konuşmacı olarak katıldılar.
Altan Deliorman, Ermeni meselesinin ortaya çıkışından günümüze kadar geçirdiği safhaları açıklayan konuşmasında, Haçlı dayanışmasının ve Şark Meselesi’nin konu ile olan bağlantılarını açıkladı. “Ermeni soykırımı”nın yıldönümü olarak anılan 24 Nisan tarihinin, aslında ünlü Tehcir Kanunu ile ilgisi olmadığını, 24 Nisan 1915’te isyan hazırlığındaki Ermeni komitelerinin açık ve gizli merkezlerine baskınlar yapılarak evraklarına el konulduğunu, isyan hazırlığı yapanların tutuklandığını belirten Deliorman, Ermeni propagandasının sahte belgelerle dünyayı bugüne kadar nasıl aldattığını ifade etti.
Yakan Cumalıoğlu ise, Ermeni meselesinin aslında Türkiye’ ’yi bölüp parçalamak isteyen odakların elinde araç olarak kullanıldığını belirtti. Türkiye’nin kaynaklarına el koymak isteyen uluslararası sermayenin, ülkemizi güçsüz düşürmek için bu ve buna benzer konuları siyasî alana taşıdığını açıklayan Cumalıoğlu, bu gibi tertiplere karşı son derece uyanık olmamız gerektiğini hatırlattı.
Muhittin Nalbantoğlu ise, Ermeni meselesi ile ilgili bilinmeyen iki belgeyi açıklayarak konunun daha iyi anlaşılmasında bu belgelerin önemli yeri olduğunu ileri sürdü. O dönemde yaşamış Türk siyaset adamlarının, Ermeni meselesi ile ilgili görüşlerinin bugüne de ışık tuttuğunu söyleyen Nalbantoğlu, Ermeni mezaliminin 1914-1922 arasında görülmemiş boyutlara ulaştığını belirtti.
Dinleyicilerin sordukları soruların cevaplandırılması ile devam eden açık oturum gecenin geç saatlerinde sona erdi.
NİRENFİ NOKTASI
10 Mayıs 2001 günü, ömrümde üzüldüğüm sayılı günlerden biri oldu. ABD Başkanı George W. Bush, Ankara Büyükelçisi ile elden gönderdiği mektupta dikte ettiği isteklerini koalisyon hükûmetimize bir celsede kabul ettirdi. Bence bu tavsiyeden çok nazik bir ültimatomdu. Diplomatik lisanda “anlayana sivrisinek saz” misâli hâkimdir. Hemen istekler kabul edilip imzalar atıldı. Böyle haysiyet kırıcı hâli Sayın Ecevit’in, kendi deyimi ile nasıl içine sindirdiğini merak ediyorum.
Vaktiyle ABD Başkanı Lyndon Johnson o vakit TC başbakanı olan merhum İsmet İnönü’ye bir mektup göndererek bir takım tavsiyelerde bulunmuştu. İsmet Paşa tabiî Osmanlı tahsil ve terbiyesi görmüş, tecrübeli bir asker ve politikacıydı. Ve en mühimi “Umur-u Devlet” sahibi idi. 2. Cihan Harbinde Theodore Roosevelt’e, Winston Churhill’e ve Stalin’e kıymeti harbiyesi olan fikirlerini kabul ettirmişti. İnönü. Türkiye coğrafyasını silâh olarak kullanarak politikasını sürdürmüş, İngiltere Başbakanı Mr. Churchill’i ayağına getirmiş, Adana Yenice tren istasyonunda görüşmüş, arkadan Kahire toplantısına davet edilmişti. İsmet Paşa, bir asker olarak Anadolu coğrafyasının jeopolitik ve jeostratejik önemini çok iyi bildiği için bunu Almanlara ve müttefiklere karşı isabetle kullanıyordu. Şimdi İsmet Paşa’nın Lyndon Johnson’a verdiği cevabı yazıyorum: “Dünya yeniden kurulur, Türkiye o dünyada yerini alır.” Bu haysiyetli cevap dünya basınında uzun süre yer aldı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yöneten politikacılar, maalesef bırakın dünya siyasetini takip etmeyi, çevremizde olup bitenden habersizler. Bu kadar zayıf kadrolarla Türkiye hiçbir zaman politika üretemez ve politik birçok atraksiyonlara giremez. Türkiye’nin ekonomisini bile yürütemeyenler maalesef başımızda boza pişirilmesine sebep oluyorlar. Devleti yönetecek insanlar önce milletini seveceklerdir. Milletini sevmeyen politikacılarla yola çıkılırsa âkıbeti budur.
NİRENGİ NOKTASI’na gelince; Atatürk, Türk Dil ve Tarih Kurumu çalışmaları sırasında irad ettiği bir nutukta şunları söylemiştir: “Biz Türk’üz ve Türk milliyetçisiyiz”. Bu sözler Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel felsefesi ve mihveridir. Maalesef Atatürk’ten sonra gelen hiçbir cumhurbaşkanımız böyle bir ifade kullanmamıştır. Hattâ bir başbakanımız ağzına TÜRK kelimesini dahi almamıştır. Ekalliyet milliyetçiliği körüklenmiş, maksatlı münevverlerimiz devletimizin rotasını bozmuşlar ve bugünkü âkıbet meydana gelmiştir.
Bir zamandan beri şerefli Türk silâhlı kuvvetlerinin kıymetli komuta kademesi rotayı düzeltmeye çalışmaktadır. Allah onlardan razı olsun.
İnanıyorum ki, Türk milleti çok yakında kendini kimlerin aldattığını ve devletimizi ABD uydusu hâline kimlerin getirdiğini bulacaktır. Ve Türk milleti en kısa zamanda ekonomik ve siyasî istiklâline kavuşacaktır. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni 54 düşman tehdit ediyor. Ne kadar güçlüyüz ki bu kadar çok düşmanımız var. ABD’nin birkaç düşmanı var, Rusya’nın, Avrupa devletlerinin kaç düşmanı var? Yok yok, bizi Allah’ın izni ile kimse yenemez.
Yine geliyoruz, bilenmiş olarak, şuurlu olarak, insanlığa huzur vermek için geliyoruz. İnsanlığı maddenin hâkimiyetinden kurtarmak, adaleti hâkim kılmak için geliyoruz.
Tanrı Türk’ü Korusun.