Ana Sayfa 1998-2012 Günümüz açısından Kemalist sisteme bakış

Günümüz açısından Kemalist sisteme bakış

Küreselleşme ve Avrupa Birliği” sürecinde, hatta “dünyamızın bir köye dönüştüğü” günümüzde, “niçin Kemalist sistem?” sorusu sorulmalıdır. Kemalist sistem-ideoloji değil-Atatürk’ ün Türk tarihine bakış açısı, Cumhuriyetin getireceği yenilikler ve dünya arenasında Türk toplumunun yeri gibi önemli konulara olan yaklaşımıdır. Bu üç temel eğilimin yorumu için; toplum yapımızın rol, statü, değerler düzeni ve normları göz önüne alınarak bir yönlendirilmesini ele almak istiyoruz.

Olaylara bu tür bir yaklaşım, ideolojik yapılaşmadan uzaklaşarak sisteme sosyolojik içerik kazandırma eğilimini taşır. Bu nedenle, Kemalist sistem, bugüne değin Atatürk’ e asker, toplumsal önder ve siyasal aktör olmanın ötesinde bir başka şans tanımayan görüşler karşısında, sosyoloji yüklü yaklaşımlarını ele almaktadır.

Hareket noktası olarak sistem, ümmet ideolojisinden ulus-devlet veya millet inşası (nation-building) aşamasına geçmek istemektedir. Bu önemli bir atılımdır. Böylece, Osmanlı’nın uzun yüz yıllar süren Hanedan-ı Hümayun veya Patrimonial yönetim tarzından halkın egemenliğine dayalı bir yönetim biçimine geçmek, sistemin hareket noktasını oluşturur. Ancak, ulus-devlet inşası sosyolojik bir yaklaşımı gerektirir. Bunun için de, Ziya Gökalp’ın görüşlerine ihtiyaç vardır. “Düşüncelerinin babası” olarak kabul ettiği Gökalp’ la birlikteliği vardır.

Türkçülüğün Esasları, Kemalist sistemin yapı taşlarını oluşturacak görüşlerin bir sentezini ortaya koyuyordu. İlkin, bir sistem olarak Türkçülük ele alınıyordu, sonra bir program dahilinde onu: Halkçılık, kültür, lisan, ahlâk, ekonomi, din, siyasal ve estetik alanlarda Türkçülük izliyordu.

Niçin Türkçülük? Gökalp’a göre, Türkçülük, Türk milliyetçiliğinin adıdır. Kemalist sistem, Türk milliyetçiliğini hareket noktası olarak kabul ediyor ve “Türk’e” dönmeyi öneriyordu. Çünkü, Osmanlı’ da altı yüz yıl süren kimlik yitirilmesine, Cumhuriyet tarihsel kimliğine yönelmek suretiyle, tepkisini ortaya koyuyordu: Osmanlı mozaiği artık devam edemezdi.

Kemalist sistem, ümmetten millete yükselişi veya millet inşasını sosyolojik kurallara dayanarak yürütüyordu. Özellikle; Halkçılık, toplumsal dayanışma (solidarity), bağlılık ilkesi, dil birliği, ırk ve soy birliği, siyasal varlıkta birlik, yurt birliği ve ahlâkî dayanışmada birlik bu girişimlerin en önemli unsurlarını oluşturuyordu.. Bunların birlikteliği ile ulus-devlet inşası gündeme gelecek ve toplum düzeni yeniden kurulacaktır.

Kemalist sistem, gözlendiği üzere, tamamen sosyolojik içerikli bir millet inşası, kozmopolit bir yapıdan ulus-devlet modeline yüksel iştir. Ancak, Atatürk’ün erken ölümü, ulus-devlet inşasını rayına oturtamadan merkezî yönetimin yeniden -Osmanlı’dan sürüp gelen- yabancı soyluların eline geçmesine yol açmıştır.

Kemalist sistem; şu anda İkinci Cumhuriyetçiler tarafından dışlanmış, milliyetçilik ideolojisi çağın gerisinde bırakılmış, kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin Doğu ve Güneydoğusu ise Büyük Orta Doğu Projesinin pençesi altındadır. Avrupa Birliği sürecinde, karşıt-milliyetçi tutumları ile bilinen “Cemaatlaşma” grupları da-ulus-devlet inşasının ötesinde- çok kültürlülük modeline dayalı federatif yapılı yeni oluşumların peşindedirler.

Bu araştırmanın amacı, böyle bunalımlı bir ortamda, Kemalist sistemin tarihsel rolü, ulus-devlet inşası ve günümüzdeki sosyolojik boyutlarına yönelik eğilimlerin bir yorumunu gündeme taşımak suretiyle, ülke sorunlarına yeni çözüm yolları getirmektir.

Sistem, tarihsel rolünü sürdürmeli ve Türk toplumu, Orta Doğu, İsrail ve ABD hegemonyasının oluşturduğu “şeytan üçgeninde” yeniden ulus-devlet inşasını sürdürmelidir. Yeni dünya düzeni ve Avrupa Birliği sürecinde yapılması zorunlu olan bu atılımlar, ulusumuzun varlık nedenlerinden biri ve belki de önemlisidir. Çünkü, ulus-devlet inşası, aynı zamanda “yeni idarî kurumların yaratılması ve varolanların güçlendirilmesidir de”(1).

Avrupa Birliği sürecinde, her geçen gün ülkemiz kan kaybetmektedir. Verici kültür (donner culture) konumunda olan AB, alıcı konumunda bulunan (receiver) ülkemizi şartlandırmakta, tarihsel bilinç altı tepkilerini de göz önünde tutarak, dilediği biçimde norm ve kurallarına uymaya bizi zorlamaktadır. AB, bu kültürel değişme platformunda, adeta bir güneş tanrısı olarak kendini sunmakta ve devletimizden de bir kul olarak -kayıtsız şartsız –tapınmasını istemektedir. Egemen kültürün etkisi altına aldığı kültürü yönlendirmesi (orientation) ve şartlandırması (acculturation) -yukarıda belirttiğimiz üzere- bir kan kaybıdır. Ülkemiz bugün bu konumdadır.

Ulus-devlet projesine dayalı toplum sistemimiz, bu zaaf noktasından itibaren, yeniden yapılanmanın eşiğine girmelidir. Fukuyama’nın isabetle belirttiği gibi, “Birleşik Devletler (…) 11 Eylül sonrası, devlet yetersizliğinin devâsâ bir stratejik meydan okuma olduğunu kanıtladı.

Yürütülen askerî harekâtın ardından, Afganistan ve Irak’ta devlet inşası için önemli yeni sorumluluklar üstlendi. Çünkü, devlet zayıflığı, hem ulusal hem uluslar arası boyutları olan bir gündem maddesidir”(2).

Günümüzde üç Türkiye var: 1) Zenginler Türkiyesi; 2) Yoksullar Türkiyesi; 3) Doğu ve Güneydoğusu ile Kabile-Aşiret Türkiyesi. Bu üçlü Türkiye modeli, toplum yapımızın tarihsel oluşumunun bir yansımasıdır.

Zenginler Türkiyesi, Osmanlı toplum yapısının oluşturduğu merkez konumunda olan ve yönetimi elinde bulunduran yabancı soylu askerî ve sivil yönetim; yoksullar Türkiyesi ise merkez tarafından çevreye itilen köylü-halk tabakası, günümüzde ise büyük kentlerin metropollerinde gecekondu kuşağı oluşturan toplumsal kast kuşağı; kabile-aşiret yapılaşması ise, Doğu ve Güneydoğu yörelerimizin yaklaşık yüzde otuzunu meydana getiren milletaltı diyebileceğimiz yapılaşmadır.

Türkiye, 21. yüzyılın başlarında bu çelişkili kimliği ile AB sürecine katılımın savaşını vermektedir. Bu üçlü işlevsel bozukluk, ulus-devlet olgusunun veya devletin yeniden inşasının gerekliliğini ortaya koymaktadır. Oysa, şu anda yönetim sistemi çokkültürlülük, federal yapılaşma çizgisinde yol alırken devletin yeniden inşası gerekliliği gündemden kalkmış gibidir. Hem Huntington hem de Fukuyama’ya göre, ABD’ de devletin yeniden inşası 11 Eylül olayı sonucu meydana gelmiştir. Çünkü, ABD Seymour Martin Lipset’ in de belirttiği üzere: “Devlet erkinin icrasını zayıflatacak ve sınırlandıracak biçimde düzenlenmiştir. Bu nedenle, Birleşik Devletler, devlet yetkisine karşı yapılan bir devrimle doğdu ve bunun sonucunda ortaya çıkan devlet karşıtı siyasal kültür, birey haklarının tartışmasız korunması yanında anayasal hükûmet, güçler ayrılığı, federalizm ve benzerleri gibi devlet erkini sınırlandıran ilkelerde ifade buldu”(3).

Son yıllarda, beyin fırtınası yaratabilecek bir biçimde özelleştirme ve hayatî sektörlerin yabancı firmalara satışı veya ortaklığı, gelenekli yapısı devlet erkine dayalı bir ülkede “devletin kuşatılması ve küçültülmesi” önemli kültürel yarılmalara yol açmakta, grevler ve toplu ayaklanmaların sokaklara taşmasına, huzursuzlukların yayılmasına ve anarşik ortamların doğmasına zemin hazırlamaktadır.

21 Mart Mersin, Sakarya, Trabzon ve benzeri yörelerde yükselen kitlesel protestolar anlamsız değildir. Bu tür toplumsal tepkilerin, eski sol aydınlar ve cemaatçı grupların belirlediği tarzda, faşizmin veya milliyetçiliğin yükselişi biçimindeki şablonlara göre yorumlanmaları sağduyunun yitirilmesi, yaratıcı aklın sefaletidir.

Afganistan ve Irak olayları şu anda Birleşik Devletler’de ulus-inşasının ideolojik hâle gelen bir tartışmasına yol açmıştır. Fukuyama’nın yerinde saptaması ile: ”Bush yönetimi, ulus inşasına ilişkin şüpheleriyle iş başına geldi, ancak Afganistan’da ve Irak’ ta bu inşa sürecinin içine çekildi”. 11 Eylül, bu şüpheyi büsbütün ortadan kaldırmış ve Huntington’ un deyimi ile: ”Çok kültürlülükten dönüşün yollarını açmıştır”. Ayrıca, dört önemli oluşum da bu gidişe zemin hazırlamıştır: 1) Etnik kökenin beyaz Amerikalılar için kimliği belirleyen kaynaklardan biri olmaktan uzaklaşması; 2) Irksal (Beyaz Anglo Sakson-Protestan) kimliklerin önemini yitirmesi; 3) Hispanik (Latin Amerika) topluluğun sayıca ve etki açısından güçlenmesi ve iki dilli, iki kültürlü bir Amerikan eğiliminin gündeme gelmesi; 4) Nihayet ulusal kimliğin önemi konusunda elitlerle halk arasında oluşan boşluğa yönelik tepkilerin doğması”(4). Oysa, Fukuyama yakın zamana kadar farklı bir görüşü ileri sürüyordu. Ona göre: “Amerikalıların Japon ve Almanlarla karşılaştırıldığında geleneksel olarak çok daha fazla anti-devlet anlayışına sahip olduğu doğrudur. Onlara göre güçlü bir topluluk ancak devletin gücünün azalmasıyla ortaya çıkabilir”(5).

ABD’ de ulus-devletin yeniden inşası, gözlendiği üzere Kurucu Kültürü oluşturan devletin-dışarıda ve içeride- zaafa uğraması karşısında yeniden düzenleme ve girişimlerin bir ürünüdür. Ülkemiz, 2000’li yıllardan itibaren hızlı bir biçimde ulus-devlet kimliğinin zedelenmesi yönünde darbeler almaktadır. Bir türlü rayına oturamayan Kıbrıs çıkmazı; siyasal erki ellerinde bulunduran kişi ve kuruluşların Kurucu Kültürü dışlayarak yerine “Türkiyelilik” tezini getirmeleri; her yönü ile AB’ye teslimiyet; Avrupa Birliği’nin sürekli ültimatom vererek kendilerine uyum sağlamaları anlamında Türk toplumunu şartlandırmaları; özellikle iki dilli, iki kültürlü bir toplum düzenine üniter devlet yapısının sürüklenmesi, toplum katlarında ulusal direncin güçlenmesine ve protestolara yol açmaktadır.

Ulus-devletin yeniden inşası ve Kemalist sistemin oluşturduğu değerler istikametinde kültürel seferberliğin başlatılması gerekmektedir. Aksi takdirde ülke, jeo-politik konumu, çok kültürlülük doğrultusunda kan kaybetmesi, ulusal değerlerinden ötürü -aydınlar bildirisi de dahil-cemaatlaşma gruplarından tepki alması-yeniden diriliş ruhunu karartabilir.

KAYNAKLAR

(1) Francis Fukuyama, Devlet İnşası(State Building): 21.Yüzyılda Dünya Düzeni ve Yönetişim, s.7,118-123, Remzi Kitabevi, Mart 2005, İstanbul.

(2) F.Fukuya, a.g.e., s.8-9, 119.

(3) Seymour Martin Lipset, American Exceptionalism:A Double-Edged Sword (New York: W.W. Norton, 1995. Zik. F.Fukuyama, a.g.e., s.18).

(4) Samuel P.Huntigton, Biz Kimiz? Amerika’ nın Ulusal kimlik Arayışı, s.295, CSA Yayınları, Ekim 2004, İstanbul.

(5) Francis Fukuyama, Güven: Sosyal Erdemler ve RefahınYaratılması, s.40,

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1998, Ankara.

 

Orkun'dan Seçmeler