GELİR dağılımı ile ilgili rakamlar, bir ülkenin gelişmişlik ve kalkınmışlık seviyesi ile ekonomisinin yapısını ortaya koyan önemli verilerdir.
Ekonomistler gelir dağılımını şöyle tarif ediyorlar: Bir ülkenin, bir yılda ürettiği / elde ettiği para ile ölçülebilir değerlerin o ülkede yaşayan kişiler arasındaki paylaşma biçimi. Gelir dağılımı hesapları, güvenilirliği farklı olan metotlarla incelenir ve belirlenir. Gelir sağlayan unsurlar, sermaye ve / veya para ile satın alınabilecek; toprak, fabrika – ticarethane gibi işletmeler ve gelir getirici organizasyonları gerçekleştiren müteşebbis ile insan emeğidir. Elde edilen gelirde en büyük payın kime ait olacağı, asırlar boyunca ekonomistler ve iktisadî sistem düzenleyicileri arasında tartışılagelmiştir. Komünist eğilimliler gelirde büyük payın insan emeğine, kapitalistler ise sermayeye ve gelir getirici organizasyonu gerçekleştiren müteşebbise ait olması gerektiğini söylemişlerdir.
Hükûmetler; ülkede elde edilen ve adına millî gelir denilen kazancın dağılımında doğrudan doğruya söz sahibi değildir. Ancak, ekonomik sistemin seçimi iyi yapılmışsa ve akıllıca uygulanıyorsa, dağılımda dengeyi sağlayabilme imkânı oluşturabilirler.
Kabile toplulukları olarak adlandırılabilecek ilkel devletler dışında, alışılagelmiş standartlarla yönetilen devletlerde, (ortalama olarak) ülke nüfusunun en yüksek gelirli % 20’si, ülke gelirinin % 40’lık bölümüne, en düşük gelirli % 20 ise yine ülke gelirinin % 10’una sâhiptirler. Gelir dağılımı ile ilgili çalışmalar; eşitsizliğin, fakir ülkelerde en üst seviyede olduğunu ortaya koyuyor.
Gelir dağılımındaki bozukluk bir ölçüde; insanlar arasındaki zekâ ve kabiliyet farklılıklarına, eğitim ve kültür seviyesine, ülke kaynaklarının ve kullanım araçları ile biçimlerine bağlamak mümkündür. Zekâ seviyesi dahil bütün unsurlar, hükümetlerin akıllı tercihleri olan politikalar aracılığı ile gelir dağılımındaki uçurumları en aza indirecek şekilde düzenlenebilir.
Marksistler, gelir dağılımındaki eşitsizliğin; üretim araçları mülkiyetinin belirli kişilerde toplanmış olmasının sonucu olduğunu iddia ederler. Onlara göre denge bozukluğunun sebebi, sömürü düzenidir. Uygulamalar göstermiştir ki, Marks ist-Komünist sistemlerde devletin kendisi en büyük sömürücüdür. Komünist sistemde devlet, vatandaşlarını kendisi daha iyi sömürebilmek için kişinin kişiyi sömürmesine yasak koymuş ve bu yasağı titizlikle uyguladığı gibi, sömürme işlemini de kendisi tam anlamıyla gerçekleştirmiştir. Tarih boyunca gelirin en büyük payının emeğe ve üretenlere ait olması gerektiğini söyleyen komünistler, Komünist ülkelerdeki parti yöneticilerinin hangi üretimleri karşılığında en müreffeh hayatı yaşadıkları sorusuna cevap verememişlerdir. Şüphesiz kapitalist ekonomi sistemleri de sütten çıkmış ak kaşık değildir. Ancak her iki sistemdeki çarpıklıklar, çaresiz olduğumuzun göstergesi olarak kabul edilemez.
RAKAMLARLA GELİR
DAĞILIMI
Dünya ülkelerinde gelir dağılımı; gelişmiş ve gelişmekte olmalarına göre, biri birinden ayrı olarak incelenir. Gelişmiş ülkelerde gelir dağılımındaki eşitsizliklerde azalma, gelişme yönünde yetersiz kalmış ülkelerde ise artma görülmektedir. Sanayi sektörü gelişmiş ülkelerde fert başına millî gelir, az gelişmiş ülkelere oranla daha yüksektir. Fert başına millî gelir, en düşük gelirli az gelişmiş ülkelerde 300 – 500 dolar iken, orta gelir grubundaki ülkelerde 2.000, gelişmiş ülkelerde ise 15.000 – 20.000 dolar seviyesindedir. Türkiye, 2004 yılı hesaplarına göre yeniden 3.100 dolara ulaşan fert başına millî gelir ile, orta üst grupta yer almaktadır. Ancak gelir dağılımındaki denge açısından alt gruplardadır. Dünya Bankası araştırmalarına göre durum daha da kötüdür. Dünya Bankası’nın 2000 yılı verilerine göre Türkiye; toplumdaki en zengin % 20’lik kesimin toplam gelirden aldığı pay olarak 133 ülke içerisinde en kötü olan 16 ülke arasında yer almaktadır. Nüfusun en zengin % 20’lik kesiminin toplam gelirden en fazla pay aldığı ülke, % 65 ile Brezilya’dır. Bu konudaki sıralama şöyledir: Kenya, Guatemala ve Şili’de % 60. Türkiye’de % 55. Nikaragua, Honduras, Senegal, Panama ve Kolombiya ile aynı dilimdeyiz. Avrupa Birliği üyeleri arasında, Türkiye’ye en yakın olarak bilinen İspanya’da en zengin % 20, toplam gelirden % 36,6 oranında pay alıyor. En fakir % 20’nin payı ise İspanya’da % 8,6 iken, Türkiye’de % 4,9. Gelişmiş ülkelerde en zengin % 20’ lik tabakanın geliri, en fakir % 20’lik tabakanın 8 katı. Türkiye’de ise üst tabakadaki % 20 içerisinde yer alan bir zenginin geliri, alt tabaka içerisinde yer alan fakirin gelirinden 11,2 kat daha fazla. Bir başka ifade ile şu acı gerçekle karşı karşıyayız: Türkiye’de 14.000.000 kişinin aylık geliri (ortalama) 98.000.000 TL. Bu para ile ancak ve ancak en alt seviyede beslenme ihtiyacı; et, tatlı ve meyvenin adı-tadı unutularak (güç-belâ) karşılanabilir. Giyinme ve eğitim ihtiyaçlarına kaynak ayrılamıyor demektir.
Gelir dağılımındaki denge; tüketimi, ona bağlı olarak da üretimi geliştirir. Dolayısıyla büyüme hızlanır. Büyüme de dengeli gelir dağılımını mümkün kılar. Aksi yöndeki ilerleme ise, üretimi de büyümeyi de zorlaştırır.
Türk toplumunda, kültürümüzden kaynaklanan özellikler sebebiyle paylaşma ve yardımlaşma alışkanlıkları yüksek seviyededir. Bu sebeple gelir dağılımındaki dengesizlikler, sosyal patlamalara yol açmıyor. İyimserliklerini ihtiyatla kullananlar; ‘O eskidendi…’ diyorlar. Paylaşım ve dayanışma ile ilgili hasletlerimizin gün geçtikçe azaldığına işaret ediyorlar. Yalnızca kendilerini düşünenlerin sayısının hızla artmakta olduğu gözlerden kaçmıyor. Büyük şehirlerde gelişen bu olumsuzluklar, taşraya yayıldığında sosyal çalkantıları engellemek iyice zorlaşacak. Bu olumsuzluklar bilinirse, önlenmesi mümkündür.
GELİR DAĞILIMI
ÇALIŞMALARI
Türkiye’de gelir dağılımı üzerindeki araştırmalara 1933 yılında başlandı. Ticaret Bakanlığı bünyesinde oluşturulan bir daire, Ankara ve İstanbul’da memur ve işçi ailelerini baz alarak bir araştırma yaptı. Sonuçlar, Türkiye genelini yansıtmaktan çok uzaktı. 1938 yılında, 20 ili kapsayan ikinci bir araştırma yapıldı. 1953 yılındaki daha geniş bir alanı kapsıyordu. İki yıl devam eden bu araştırmaya yabancı uzmanlar da katıldı. İncelemelere 1960 – 1963, 1967 – 1970, 1978 – 1980 ve 1986 – 1988 yıllarında da devam edildi. Son araştırma 1992 – 1994 yılları arasında yapıldı. Ortaya çıkan sonuçlar, iyiye doğru bir gidişin henüz sağlanamadığını gösteriyor. Esasen kişi başına millî gelirin 5.000 doların üzerine çıkarılamaması hâlinde, gelir dağılımındaki dengenin sağlanmasının mümkün olmadığı biliniyor.
Son 10 yıldır, bırakınız gelir dağılımındaki dengesizliği gidermeyi, bu konuda araştırma yapmayı bile gereksiz görür olduk. Hiçbir hükümetin programında, gelir dağılımındaki bozukluğu gidermek, öncelikli hedef olarak yer almadı.
1980’li yıllara kadar bu tür lâfları etmek, bu şekilde yazılar yazmak… sol görüşlü kalem ve mikrofon erbabının tekelinde idi. Milliyetçi kesim onları, fakirlik edebiyatı, servet düşmanlığı yapmakla suçluyordu. O dönem solcularının hepsi zaman içerisinde kapitalist olunca, konu sahipsiz kaldı. Gerçekte; sağlam bir toplum yapısı ve bu yapının gereklerinden biri olan gelir dağılımı dengesi, milliyetçi kesimin ilgi alanında olmalı idi. Çevre kirliliği, ekolojik denge, beslenme yetersizlikleri, rüşvet ve yolsuzluklar gibi diğer konular da…
Kurt Karaca (Prof. Dr. Fikret Eren), 1976 yılında 9. baskısını yapan Milliyetçi Toplumcu Düzen isimli kitabını 1960’lı yıllarda yazmıştı. Dr. Agâh Oktay Güner’in kaleme aldığı Tüketim Ekonomisi, İsraf Ekonomisi gibi kitaplar dışında, Türkçü ekonomistlerin yazdığı ekonomi ile ilgili kitapların sayısı bir elin parmaklarıyla sayılabilecek kadar azdır. Merhum Pof Dr. Tevfik Ertüzün ve diğerlerinin makaleleri, dergi sayfaları arasında sıkışıp kalmış, hedeflere ulaşamamıştır.
Ekonomi; statik değil, dinamik bir yapıya sahiptir. Günümüzün şartlarına uygun yeni bir ekonomi modeli hazırlanıp uygulamaya konmakta gecikilirse, gelir dağılımındaki dengesizliği önlemek mümkün olmayabilir.
Sistem zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapıyor. Yokluk, asaleti bozar. Toplum yapısı bozulunca insanlar, hiçbir değer üretmemiş olmalarına rağmen; Bana iyi yaşama imkânları sağla, bana ev ver, asgarî ücreti artır, vergi alma, sübvansiyon yap, devlet işletmeleri zarar etse bile satma, devretme, özelleştirme… devlet istihdam kapısıdır. O kapıyı kapatma ! diyerek sokağa dökülebilir. Demokrasinin bir kenara bırakılıp demokratikleşmenin ön plâna çıkarılmasıyla bu gibilere âdeta meydan açılmaktadır.
Devletimize karşı olan saygımızı törpülüyorlar. Bizi ayakta tutan özelliklerimizi kaybetme eğilimindeyiz. Geri dönüşü mümkün olmayan bir noktaya ulaşmadan önce, kötü gidişin önünü kesecek tedbirleri belirlemek, hemen ardından uygulamaya koymak mecburiyetindeyiz.